gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Bip Bipp Dililili Çuf Çuf Tıs ve Pıs!

24 Haziran 2016, 09.03
A- A+
N'aber avm kaçkınları, rezidans müptelaları, android kafalılar :) diye bir giriş yapasım geldi :) Başlığı da böyle "bi bip"li filan atınca şimdi, bu defa da aklıma Nazım'ın şiiri düştü; Trrrumm truuum trrrumm/ Trak tiki tak/ Makinalaşmak istiyorum/ Beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu.... şeklinde devam eden bir şiir. Şiirin anlamı çok başka tabii ama yazıda anlatmak istediğime de derman olabilecek manalar çıkabileceği için iki üç dize yazıvereyim dedim. Evet bu kadar spontane vaziyetler kafi :) Geçelim...


                                                 ----------------------------------------------------


Bize prospektüsünü verdikleri bir hayat yaşatıyorlar, yan etkilerinden zerrece söz ettikleri de yok billahi. Bu avm dedikleri ucubelerin hepsi de bir biliyor musunuz. Hani Türkiye'de olanların tıpkıbasım olduklarından söz etmiyorum, gittiğin her ülkede aynı bu zıkkımlar. İçersine girdin mi, bırak hangi semtte veya şehirde olduğunu, hangi ülkede olduğunu bile zinhar bilemezsin. Ehh her avm'de yine tekdüzen, oyalayıcı, eğleyici eylemlerin yapıldığını düşünürsek zaman-mekan kavramı büsbütün muğlaklaşıyor.



 Yalnız bakın Dubai nin en ünlü avm'sinde girişte devasa bi kristal avize vardır. Gittiğim hiçbir yerde öyle bir avizeye denk gelmemiştim. Görmemişlik açısından tavan yapan bu gezegenvari avize, ayırt edicilik  manasında gözüme girdi vallahi,  belirtmeden geçmeyeyim. Antrparantez; adamlar yüzen evler yapmışlar yeni biliyorsunuzdur, tanesi 2,7 milyon dolardan başlayan fiyatlarla satılıyormuş, yarısına yakını da satılmış. Ne para var arkadaş millette değil mi! "İşçi arılar da gebersin açlıktan, karıncalar kan gölünde boğulsunlar bize ne lan!" diyerek bir ironiyle, klişe bi' kanıksanmışlığa dair tiksintimden dem vurmadan geçmeyeyim.



Şimdilerde bizler için koopkocaman yaşam alanları inşa ediyorlar,  Allahım yap yap bitiremiyorlar. Hepiciiimiz oralarda oturmak istiyoruz. Bilmem kaç katlı, bilmem kaç bloktan oluşan, bilmem kaç bahçevanı, güvenlik görevlisi vs. si bulunan yapılar bunlar. Gerek dış, gerekse iç mimarisi, düzen, peyzaj vs.si  birbirlerine çok benzedikleri için mekan kavramı algısını silip süpüren, başka bir yaşam biçimleme tuzağı oluyor bu pis beton yığınları. Asansöre binip çıkıyorsun, otel odalarına benzeyen, tek bir koridor üzerinde sonu gelmeyecek gibi görünen kapılar... Bilmem kaç kapı arayla karşılarına dizilmiş çöp atma düzenekleri, çöpün totosuna bir tekme vurdun mu ciuvv diye uçuveriyor aşağı. Kim oturuyor, nedir, ne değildir bilebilmek mümkünsüz, bir seri katille mi duvardaşsın bilebilmen imkansız, üst katında pek de eşi dostu olmayan birinin 10 günlük kokuşmuş cesediyle altlı üstlü yatıp kalktığının farkında olmamak işten bile değil.



Bütün bu yazdıklarım çok klasik tabii, aklı başında herkesin şikayetçi olabileceği şeyler. Fakat gördüğüm o ki; aklı başında insan kalmıyor. Bu bir kuşatma ve farkında olamıyoruz. Kabul görmemizi, ancak onların dikte ettiği tercihleri yapmamız sağlıyor. Giderek giderek bütün bunlar kendi isteklerimiz haline geliyor ve üzerinde düşünmeden bu saçmasapan gidişi olumluyor ve benimsiyoruz. İşte bu vahim sahiden de...



Ruhlarımızı kaybediyoruz, evimizi döşerken bile hangisi trendse eşyalarımızı ona göre alıyor, öyle konumlandırıyoruz. Birbirinin aynı salonlar, yemek odaları, mutfaklar... İçersinde oturanların zevkine, dünya görüşüne dair tek bir ipucu verecek özel eşyaları yok. Çünkü özelimiz yok, çünkü özelimiz artık o kadar genel. Ve bu büyük genelde yok oluyoruz. O hükmedici tek bir büyük genel, kendi özelini bize dayatıyor. Bizim, tüm insanlık olarak yekpare ve esasında hiç de bize ait olmayan, yani "özel" kavramıyla alakasız, çoğunluğun dahil olduğu bir bakış açımız oluyor. Bireyselliğimizi kaybettiğimiz için de, hepimiz olması istenen tektip mahluklar halini alıyoruz.



Akıllı telefonların, bilgisayarların içinde kayboluyoruz. Kadının birisi telefonla uğraşırken düşüp öldü ya kanala, sonra trafik uyarı levhaları yaptılar filan, görmüşsünüzdür. Şaka gibi! Hepimiz sosyal medyada en son dönen geyikleri bilmek ve dahil olmak zorundayız. Bunları yapamazsak demode oluyoruz çünkü. Saatlerce hayatımız çalınıyor, farkında olamıyoruz. Kafalarımız gerekli gereksiz bir yığın abuklukla dolduğu için, ne kendimize, ne de başkasına faydalı olabiliyoruz. Dış dünyayla doğasının gerektirdiği gibi iletişim kuramayan birinden temiz, duru ve en önemlisi insani bir algı beklenebilir mi, bu dibe vuruşun başlangıcı olmaz mı?? İnsanların gittikçe merhametsizleşmesinin, şiddete meyletmesinin, ahlaksızlığın alıp başını gitmesinin, erdemin yerle yeksan olmasının sebeplerinden biri de bu olabilir mi? Hissetmeyen, empati yapamayan, benmerkezci, insan da dahil olmak üzere, canlı, cansız, maddi ya da manevi, şu dünya üzerinde  her ne varsa tüketmek üzerine vücut bulmuş yokediciler oluyoruz. Ama hep aynı oluyoruz, "tektip", çünkü olması istenen bu.



İzmir Bornova da "ağaçlı yol" denen nefis bir yol vardır, başınızı kaldırıp gökyüzünü göremediğiniz bir yol... Ağaçlar yukarıda dallarıyla örmüşlerdir gökyüzünü çünkü, sadece onları görmenize izin verirler. Elbette bu insana keyif verecek bir ihlaldir :) Keşke bütün ihlaller ve hak tecavüzleri böyle olabilse.



Şimdilerde gökyüzünü görebilme özgürlüğümüz başka sebeplerle elimizden alınıyor.  Trafiğin ortasında sıkışmış, çepeçevre gökdelenlerle çevrili, büyük bir açıkhava hapishanesinde yaşayan en gelişkin canlılarız. Gelişkin olabilmenin düsturu olan akıldan uzaklaştıkça böcekleştiğimizin farkında olamayan bir canlı güruhuyuz.



İnsancık! Sen gökyüzüne bakmasan da olur. Kafanı eğ telefonuna bak, ne bileyim kendini tırmala, o binalarda yaşama hayali kur, becerip oturabilirsen 68877. kattan gökyüzüne bakarsın, ha deprem olur geberirsen de o başka, "kader" deyip geçeriz! Zaten ben ne istersem, onu kendi istediğin haline getirmek zorundasın, kaçarın-göçerin yok! Ya seve seve, ya seve seve!



İnsan olabilme, insanca yaşayabilme özgürlüğümüze öldüresiye saldıran bu lanet sisteme, onun lanet uygulayıcılarına, yine lanet okumaktan başka elimizden bir şeyler gelmeli. Yoksa geçmiş ola...



Müteahhit bir dünya bu;  sıfır mühendislik bilgisi, sıfır ekoloji duyarlılığı, sıfır mimari estetiği... Müteahhit, sadece  parasına bakıyor arkadaşlar.



Biteviye betonarme günler dilerim... İlla ki TEKTİP tabii...

YORUMLAR

24 Haziran 2016, 20.23
E git o zaman buralardan 
24 Haziran 2016, 21.12
Karadeniz şehirlerinin bir tanesinde, fabrika şehrin içinde kaldığı için dışarıya alınması gerekmiş. Fabrika dediysem öyle gıda fabrikası, çay fabrikası falan değil. Adam akıllı zehir püskürten bir sanayi fabrikası.
Şirketin yönetim kurulu, fındık bahçesini/bahçelerini değerinin çok üstünde para vererek alıyor ve bu güzelim yere fabrikalarını taşımak istiyor. Güzelim yer diyorum çünkü gözlerimle gördüm. Yeşilden toprak görünmüyor adeta. Sahile çok uzak olmayan dağlık bir arazide… Yamaçlarındaki seyrek evlerin güzelliği de görünmeye değer doğrusu.
Uzun uğraşlardan sonra ruhsat, izin gibi prosedürler hallediliyor! Büyük bir iştahla inşaat başlıyorlar.
Yabancı uyruklu proje müdürümüz, “Devlet buraya bu inşaata nasıl izin veriyor anlamış değilim” demişti.
Çok basit be müdürüm, siz kapatıyorsunuz biz açıyoruz. Ne kadar pis şeyler varsa memlekete kuruyoruz. Bunun bir sebebi olmalı!
Aklım almıyor! O fabrika, o şehirde olmasa ne olur. Zaten memleketin büyük bir kısmında mevcut bu fabrikalar. Hemen 100 kilometre ötesinde de var. Bu nasıl bir para hırsıdır? Bu nasıl bir zihniyettir? Çok değil bir sene sonra çevresindeki fındık ağaçları gri bir renge bürünecek. Fındık yiyebilirsen ye artık.
“Yerli kömür üretimini artırmalıyız, çünkü ithal kömür cari açığımız için bir tehdit” demişti zat-ı şahanemiz!!! “ İki nükleer santralimiz yapılacak, bunlar yetmez dört tane daha yapmalıyız” gibi şeyler de söylemişti yanlış hatırlamıyorsam. “Karadeniz’de su çok, bol bol HES yapmalıyız” da demişti. Çok ama çok ilginç doğrusu. Sözde çevrecilere veryansın ediyordu. Özde çevrecileri hiç dinledi mi acaba? Devlet bunu söylerse müteahhit ne yapsın, sanayici ne yapsın? Hangi müteahhit çevre duyarlılığıyla yapar inşaatını, konutunu, fabrikasını?
Bu çevre ve betonlaşma konusunda o kadar doluyum ki anlatamam bunu. Yazacak o kadar şey var ki bu konuda hangisini yazsam bilemedim şimdi. Eğer bu konuda yeni projeler, alternatif kalıcı çözümler üretilmezse, her şey için çok geç olabilir düşüncesindeyim.
Yaşadığım şehir, çarpık ve hızlı kentleşmeye en büyük örnek belki de memlekette. On dakikalık sıradan bir yağmurda sokak göl gibi olur, yüz metre ileride, karşıdaki fırından ekmek almak için sudan çıkmış balığa dönerdim resmen. Hem de şehrin göbeğinde.
Bence şimdi güzel günlerimiz. On yıl sonra, hızla kırsala, yeşile ve denize doğru genişleyen ve daha çok grileşen memleketi düşünemiyorum bile.
Hak etmiyoruz bunu…

25 Haziran 2016, 06.52
Bilakis 1Yalnızlık, tam da dediğinin tersine hak ediyoruz biz bunu. Bak Cruise ne demiş "git buralardan". Bu hoyratlığımıza devam edersek gidilecek hiçbir yer kalmayacağının idrakinde olmayan onun gibi insanlar çoğunlukta. İşte bu yüzden hak ediyoruz. Bütün gelişmiş ülkeler geleceğe yatırım yaparken, biz geleceğimizi öldürüyoruz.



Ankara Büyükşehir Mütehahhitliği ağzından salyalar akıtıyor. Gözleri bir türlü doymuyor. Odtü orman alanının bir kısmını yol yaptılar. Ha evet yol pek işe yarıyor doğrudur, çünkü ailedeki tüm fertlerin arabaları olmak zorunda(!). Yollar yetemiyor, ağaçlar sökülüyor yerlerinden. Sanıyorum ben Ankara'da kalabilen son yeşil zengini yerde oturuyorum. Yine Odtü ormanının eteklerinde... Çok güzel yemyeşil bir parkımız var ve taa orman eteklerine kadar çıkıp bu ormanla birleşiyor. Bütün Ankara ayağının altında. Gerçekten de ağız sulandırıcı bir rant bu. Hani ellerinde olsa Odtü'yü komple kapatacaklar zaten, o da ayrı mevzu...



 Buradaki insanlar senelerdir göz dikilen bu yerleri korumak için sürekli mahkeme halindeler belediyeyle. Cidden can sıkıcı, iç bulandırıcı bir durum bu. Daha da yazmak istemiyorum, bildiğin kafam kaldırmıyor artık. Düğmesi kapatılmış insanların umarsızlığından, düşünme özürlülüklerinden iğreniyorum. Muhatap olmak istemiyorum inan. Yoksa yazacak elbette çok şey var. Teşekkür ederim güzel yorumunla yaptığın katkı için.

25 Haziran 2016, 12.11
ya cezbe biraz daha Türkçemizi düzgün kullansan.. yazdıklarından birşey anlamıyoruz... yazılarında hep "lanlı mallı" kelimeler.. hiç yakışıyor mu sana
26 Haziran 2016, 04.06
Yazilan o kadar sey'e verilecek tek cevabin "Git o zaman burdan mi" cruise ?
Yasadigin ulke'nin elinden alinmasi hic mi zoruna gitmiyor ?
Ileri de cocuklarina ya da torunlarina guzel bir gelecek birakamama endisen hic mi yok ?
Ulken'de her gun 5-10 sehit gelirken..
Her gun cocuklara tecavuz edilirken..
Kadinlar'a konusma hakki verilmeden asagilanirken , oldurulurken , taciz edilirken hic mi yuregin sizlamiyor ?
Senin sahip oldugun bir seyin elinden haksiz sebeplerle aliniyor olmasina hic mi icerlemiyosun cok merak ediyorum.
Sirf birisi senden farkli dusunuyor diye onu bu topraklardan kovma hakkini kendinde nasil buluyorsun ? Sana vatan'in tapusunu kim verdi ? Sana vatan'da bize degil mi ?

Bilmiyorum inancli bir insanmisin.. Ben cok  inancliyimdir.. Ilk indirilen Ayet nedir bilir misin ? Hz. Cebrail Peygamber Efendimize neler demistir hatirliyor musun ?
"Oku..Yaradan Rabbinin adiyla oku" .. Kendini yenilemekten , fikirlere acik olmaktan , medeni bi sekilde tartisabilmek varken tek yapabildigin "Git o zaman burdan demek mi?"

Cok yaraticisin..Tebrik ediyorum..
26 Haziran 2016, 13.07
Güzel Gönüllü, Yönetime  gücenmişliğim gereği Blog sayfalarına pek yanaşmıyorum, paylaşımının içeriğini içerimde yaşıyorum, sadece desteklediğimi ve takibinde olduğumu üleşmek adına yorumluyorum, hep sevgi ol diliyorum..
26 Haziran 2016, 14.06
Cezbe'cim,
son zamanlarda okuduğum en iyi blog, ellerine, o çok çalışan kafacığına, pek duyarlı yüreğine sağlık.
"İyi" dedim farkındasındır, "güzel" diyebilmek için, içerilerde güzellikler oluşmalı çünkü. Gittikçe "Güzel"e hasret insanlar haline geldik, gidiyoruz. Haliyle, suratsız, mutsuz, anlayışsız, her an kavgaya, saldırmaya hazır ve yaşadığı olumsuzluklardan asla kendine pay çıkarabilme yetisinden yoksun olduğu için arsızlığı seçip yaşadığını sananlar halindeyiz.
Bu sabah yazını tekrar okuyup, balkonumsudan -Fransız balkonu mu ne diyorlar bunlara." dışarı uzun uzun baktım, gördüklerim ardı arkası kesilmedik uzun uzun, 20, 30 katlı binalardı. Canlanıverdiler sanki bir an ve çatık kaşlarıyla parmak salladılar adeta. Tehdit parmağı diye bir parmak da var galiba.
Gördüğüm tek yeşil, aşağılardaki, sitenin çim alanları ve tek tük serpiştirilmiş ağaçcıklardı. İnsanlar mı? Onlar, havuz kenarındaki şezlonglarında uyuyorlardı... Vallahi burası benim evim değil, geçici ikametgah, biliyorsun.:) Benim evimde takımını bırak, yemek masası, sandalye falan yok. Duvarlarda bolca resim ve her yerde irili ufaklı penguenlerim var.:))
Aklıllı telefonunun aklını alıp, onun köleliğini reddederek  sadece arama ve mesaj kölesi haline getirmiş olan ben, senin aklınla çoğu zaman paralel -Ay paralel dedim!:))- aklım elbette ki şu yazdıklarını imzalar. Evet klasik konularımız ama anlatım çok iyi olmuş.

Sana gelince Cruıse, kardeşim böyle; "bloglara sıvışıverip iki çift laf sokuvereyim"le farklı düşüncelere yol veremezsin. Sana "Git buradan" demiyorum ben kesinlikle. Aksine "Gel bakayım buraya!" diyorum. Gel bakayım buraya! Sana ev ödevi vereceğim afacan. Şimdi oturup bu blogu 50 kere falan sesl okuyacak, ardından da çizgili defterine, noktası virgülüne kadar aynısını geçireceksin ki, kulaklarınla birlikte gözlerin de çalışsın hep, belki bulabilirler aklını yol göstermek, düşünebilmek için. Bence Çok yakışıklı bir ödev oldu senin için. Umut işte...

Volkan'cım, seni buralarda görmek hoş oldu. Canım benim, sen "Vatan" mı dedin, "Geleceğimiz" mi dedin? İçindeki umuda sağlık. Ne yazık ki "Vatan", bazı çoklar için, kafatası koleksiyonlarına yeni kafalar eklemek için asmak kesmekten ibaret. Cezbe gibi, 1Yalnızlık gibi, Volkan gibilerinin; bastığı yerin, baktığı yerin, duyduğu çığlığın, Kısası insan olduğunun farkında olabilenlerin  çoğalması umuduyla...
Umut işte...
26 Haziran 2016, 15.37
Çok güzel söylüyorsunuz.. Gün gelecek köyde yaşayanlar çoğalacak.. Büyükşehirlerdeki yaşam kapitalizm üzerine kurulu.. bir ay çalışmazsanız ölecekmişsiniz gibi.. CeZbe, müteahhidi suçlamak kolay.. peki, bu noktada bir şey sormak istiyorum.. Yapılanlar alınmasaydı yenileri yapılabilinir miydi? şimdi yeni projeler hayata geçiriliyor.. zenginler için villa ve arka bahçesinde hobi bahçesi yapılıyor.. oraya istediğini ekip biçebilirsin.. haliyle tuzlu.. 
Becerebilsem köy hayatı yaşardım.. üstelik gidebileceğim bir köyüm varken.. Çünkü fındık zamanı köye gittiğimde annemin diktiği domatesleri, salatalıkları, biberleri ve meyveleri yerken derin bir nefes alarak yaşadığımı ve dinlendiğimi hissediyorum..
Not: Ben bir İnşaat Mühendisi olarak, yazınız işimin tamamen yok olmasını istemektedir :)
27 Haziran 2016, 20.17
Deliremm; :) inşaat mühendisliği mesleğine gayet saygı duyuyorum, zinhar yok olmasını istemiyorum :) size kastım yok :) Ben bu mütehahhit zihniyete karşıyım. Mütehahhitin ticari zekası vardır, bi çeşit pazarlamacıdır; mühendis ve mimarın teknik ve estetik bilgisi vardır oysa, okulunu okumuş, dirsek çürütmüştür. "Mütehahhit" diye meslekleştirdiğim esasında kapitalizm tabii, uygulayıcıları da bi nevi maşaları oluyor. Bana sorduğunuz soru var ya; işte tam da onu anlatmaya çalıştım yazıda. Dediğiniz gibi, talep var ki arz oluşuyor. Fakat sorun şu; taleplerimiz arz edenlerin çıkarına göre şekilleniyor, bu insanın doğasına uymayan bir model oysa, fabrika ayarlarımız değil yani. Bir inşaat mühendisi olarak, özellikle metropollerdeki şehir planlamalarından hoşnut olmadığınıza eminim. Hemfikiriz esasen :) Teşekkür ederim yorumunuz için.



Satcım Agrahacım :) ben seni işte o evdeki penguenlerinden ötürü bu kadar çok seviyorum :) Evde penguenleri olmayanları sevmiyorum! :) Afacana verdiğin ödeve bittim, çok güldüm :) Teşekkür ederim güzel sözlerine penguenli insan! :)



Volkan sakin :) Yani insan sinir oluyor haklısınız:) Benim sinirime de tercuman olmuşsunuz. Ben artık pek sinirlenmiyorum gerçi, baktım nafile çünkü, tırmalayıp tırmalayıp yine kendime yapıyorum :) O yüzden pek de cevap vermek istemiyorum. "Suskunluğum cahilliğiNdendir" aforizmasını benimsemekteyim .pp :) Teşekkürler yorumunuz için.



Osman(ab)i; bilmukabele, ben biliyorum ki sen de güzel gönüllü bir insansın. Teşekkür ederim yorumun için. Küskünlük konusuna gelince; küsmemek lazım diyorum. Ben senin yazılarını okumaktan gayet keyif alıyorum. Bizim böyle küsmelerimiz sana-bana zarar veriyor, yani gerçekten okuyup-yazmak isteyen blog takipçilerine... Tabii ki sürekli cebelleşince insanın eski hevesi filan kalmıyor, daha başka yerlere kayıyor ama yine de burada da yazmak gerek. Sonuç olarak buranın bir oyun sitesi olduğunu, blog portalın öncelik olmadığını söylüyorlar bize, yapacak bir şey yok... Şöyle düşün; hani konuşmalarda küfür olmadığı halde bazı harflerin yanyanalığından dolayı otomatik bir program küfür gibi algılayıp sansürlüyor ya, hah işte öyle düşün. Bazı yazılar öyle algılanıyor ve kabul görmüyor :) Yaz yani diyeceğim, ben özledim senin yazılarını.



"Ya Sevdaçi çegi82!" şeklinde başlamıyorum tabii :) tanımadığım insanlara bu şekilde hitap etmem çünkü,  görgüyle alakalı olabilir. Sevdaçiçeği; siz bana neyin yakışıp neyin yakışmayacağını nereden biliyorsunuz yahu? :) "Lan" demenin Türkçe'yi güzel kullanıp kullanmamakla ne alakası var? Bu kadar yalın yazılmış bir yazının anlaşılmayacak nesi var? "Anlamıyoruz" çoğunluğunun diğer üyeleri kimlerdir? :) "Cezbe Türkçe'yi güzel kullanmıyor" tespitinizle çok  komik olduğunuzun farkında mısınız? :) vs. sorular silsilesi :) Neyse... Çok merci esprili yorumunuz için :)

28 Haziran 2016, 02.08
Geçenlerde bir dost meclisinde aklıma düştü ve sordum: “Türkiye'de kaç camii var” diye. Hemen “akıllı telefonlar”dan internete girip bakan biri cevapladı: “Tahminen 85.000”. “Peki bu camiilerin kaç tanesinin mimarının ismini biliyorsunuz” diye sordum, telefon ne kadar “akıllı” olsa da Mimar Sinan camiileri ve Sedefkar Mehmet Ağa'nın yaptığı Sultanahmet Camii hariç herhangi bir camiinin mimarının adını bilen çıkmadı. Sadece “genel kültür gurusu” diyebileceğim çapta bir abimiz, Nigoğos Balyan tarafından yapılmış barok üsluplu Ortaköy Camii'sini söyledi. Yani nerdeyse 84.990 camiinin mimarı kimdir, bilen yok. Tabii benim bu soruyu sormamdaki amacı merak ettiler. O gün söylediklerimi burada da paylaşayım. Özellikle islam toplumlarında bir mimarın “şah-eser”i diyebileceğimiz öge “camii”dir. Yani ev, çeşme, kervansaray, han, hamam, köprü v.s yaparsınız, orada pişersiniz ve usta bir mimar olduğunuzda “camii” yapma ehliyetine sahip olursunuz. Bizde durum tam tersi bir şekilde tecelli etmiş ve ediyor. Mimarlık fakültesinden yeni mezun olan birinin ilk yaptığı eser camii olabiliyor. Ya da sıradan bir müteahhit dahi camii yapabiliyor. Cemal Süreya'nın Teknokratlar diye bir şiiri vardır. Şöyle der: Bütün mimarlar yüksek, mühendisler de / Bir sen kaldın alçak mimar ey Sinan Usta! [Bu düşüncenin aynısını Kur'an-ı Kerim çevirilerine de uyarlayabiliriz. Arapça herhangi bir eser çevirmemiş, o kültüre hakim olmayan, mecaz bilmeyen, Arap tarihi ve sosyolojisi hakkkında bilgisi olmayan biri bile Arapça öğrenir öğrenmez Kur'an-ı Kerim ayetlerinin mealini yapabiliyor]
Camii uzun yıllardan beri bir “ihtiyaç”tan çok islamın remzi olmuş ve bir nevi güç gösterisine dönüşmüş bir eserdir. Tam da bu yüzden mevcut iktidar İstanbul'un en yüksek yerine [Çamlıca] camii yapılmasını istedi. Bu yüzden sadece sultanlara ait “Selatin camiileri” yapıldı. Bu yüzden aynı semtte onlarca camii bulunabiliyor. Ve bu camiilerin hiçbiri bu devrin fizik ve dünya anlayışına uygun yapılmıyor. Hep eskiye [özellikle Mimar Sinan camiilerine] öykünerek yapılıyor. Hal böyle olunca da ortaya estetikten ve “anlam”dan uzak, ruhsuz taş yığınları çıkıyor. Mesela Maltepe Camii'nin görüntüsüne internet üzerinden bir bakın. Füzevari minareler, mütenasip olmayan kubbeler v.s...


Konuyu camii gibi önemli bir mekan üzerinden açımlamaya çalıştım ki diğer yapılar daha rahat anlaşılsın. Camii nasıl “ihtiyaç”tan, “estetik” anlayışa evrilmiş, şimdiki yapılar da “ihtiyaç”tan ziyade “rant”a dönüşmüş durumda. Kadıköy'de yaşıyorum ve “kentsel dönüşüm” diye bir rezilliğin merkezindeyim. Herhangi bir plan, alt-yapı çalışması olmadan 2-3 katlı binalar yıkılıp yerlerine onlarca katlı binalar yapılıyor. Yani bugün 5.000 kişinin yaşadığı Fikirtepe'de takribi beş sene sonra 50.000 kişi yaşayacak. Bugün 5.000 kişinin kullandığı yolları, şebeke sistemini, okulları, kaldırımları, otoparkları beş sene sonra 50.000 kişi kullanacak. Böyle bir izansızlık, geleceği ön-görememe olabilir mi? Bakın işin siyasi boyutunu falan konuşmayacağım ve fakat ülkenin hemen her kurumunda bir gerizekalılık hakim. Yani iktidarı, muhalefeti, hakimi, belediye başkanı, polisi, halkı v.s... Hepimizde bir uyuşukluk, düşüncesizlik, gelecek kaygısı olmadan yaşama, fırsatçılık vuku bulmuş. Sanki bu ülkenin belasını bulması için Allah tarafından özel gönderilmiş organizmalarız. Devlet salakça bir yasa çıkartıyor, rant elde etmek için, hemen bir inşaat şirketi, müteahhit ya da bu işlerle alakası olmayan ama sırf “Napolyon” sevdalısı olduğu için bu ranta balıklama atlayan binlerce tufeyli harekete geçiyor. O şirketler, müteahhitler hemen o çevreye konuşlanıyor ve gene gerizekalı halkın gözlerini boyayarak evlerini, arsalarını alıyor. Zaten “doğa”ya ait en ufak bir şey kalmadı, dört tarafı “taş”larla çevrili büyükçe binalar dikiyor ve güya aydın diyeceğimiz doktorlar, hakimler, mühendisler v.s gelip o binalara tüm birikimlerini yatırarak sahip oluyorlar. Ama lafa gelince de “doğa yok oluyor”, “her taraf taş yığını”... Yani bu kıyıma bir şekilde hepimiz dahiliz. Kimimiz hükümet kanadı olarak, kimimiz şirket olarak, kimimiz evini satan olarak, kimimiz yeni yapılan evleri satın alarak, kimimiz de tüm bu rezilliklere ses çıkarmayanlar olarak...
Bu arada değinmeden geçemeyeceğim; yorumlardan birinde “Türkçemizi düzgün kullan” uyarısı gelmiş. Yazıyı beğenmezsin, yazara bir şekilde gıcık kaparsın v.s. Bunların hepsi subjektif durumlardır, kimse karışamaz. Ve fakat “Türkçeyi düzgün kullanma” gibi bir eleştiri subjektif olamaz. Sadece kendi “Türkçe bilmemezliğini” ortaya çıkarır ki, “içinde 'şey' geçen her şey ayrı yazılır” gibi ilkokulda öğretilen bir kuraldan bihaber olarak “yazdıklarından 'birşey' anlamıyoruz” yazan kişinin Türkçe üzerinden ahkam kesmesiyle sadece dalga geçilir. En azından ben geçerim.   
28 Haziran 2016, 21.56
Ya Cezbe kusura bakma. Inan hic yorum yazmam blog'lara cunku kendimi bilirim. Ama o kadar yaziya bole bi cevap gelince dayanamadim. Ayrica yazi diline ve zekana da hayran oldum. Yazilar muthis tebrikler smile Resmi
30 Haziran 2016, 01.25
     Volkan kusur yok ki bakayım. Bu tip aklı tasarruflu kullanan insanlar hep vardır benim yazılarımın altında, konuyla ilgili ilgisiz, laf ola beri gele yazarlar. Bu yüzden alışkınım, her zaman sinirlenmiyorum. Senin tepkin gayet insani, elbette tepki göstereceğiz. Bu defa sen sinirlenmişsin, yarın ben sinirlerim yani gayet doğal. Teşekkür ederim güzel sözlerine.



      Ahh ahh sayın bayım, ne güzel yazmışsınız, güzelce döşemişsiniz. Keşke kafama bloglar yağmasaymış da, daha çok insan okuyabilseymiş senin yorumu... Bereketli olmak böyle bi şey sanıyorum hnm4ğehnvlmb! Teşekkür ederim emeğin için, katkın için. Kafam da yerinde değil pek biliyorsun. Bu ülkede sevince filan odaklanamıyor insan, orası malum da; bir soruna, bir acıya bile odaklanamıyoruz. Öyle bir değişen acı gündemimiz var. Allah yardım etsin, korusun bu ülkeyi. Şimdi bunu niye buraya yazdım onu da bilmiyorum. Yazdım işte...


      
01 Temmuz 2016, 00.11
yazı  zenginin malı züğürdün çenesini yorar misali olsada maalesef çokk şatafatlı hayatlar olduğunuda hatrlatmış bu tür hayatlar ne islamı (dubai) nede insani ahlak da yeri olmayan yaşam bçimidir 
04 Temmuz 2016, 05.02
             Blogları yeni keşfetmeye başladım.Ancak son zamanlarda okuduğum en güzel yazı
olduğunu ifade etmeliyim, yazıyı kaleme alan güzel yürekli insanı tebrik ederim.Edebi, yalın, düşünce ve kalbini yazısıyla ortaya koyan güzel insan.Tüm umutsuzluklarımı bir anda yokettiniz.

             Varlığınız içimi aydınlattı.Yazılarınızın bağımlısı olacağım sanırım.Teşekkürler.

04 Temmuz 2016, 21.48
      İkilem; teşekkür ederim çok güzel sözleriniz için. Sonraki yazıya dalmışım, bu yazının yorumlarına bakmamışım, tesadüfen gördüm yorumunuzu. Umutsuzluklarımız benzer ruhlar görünce bir derece azalıyor haklısınız. Dolayısıyla; sizin yazdıklarınızı okuyunca bende de benzer hisler oluşuyor. Ayrıca başka bir yazıda yaptığınız yorumu da zevkle ve beğeniyle okuduğumu belirteyim. Geriye dönüp bloglara bakmanız da ayrıca güzel, teşekkür ediyorum içtenlikle size.



       Asi; yazının mahiyeti konusunda yaptığınız tespiti pek sevmesem de :) zenginliğin ve şatafatın İslamda da yeri olmadığını yazmış olmanızı değerli buldum, çok hak verdim. Teşekkürler yorumunuz için.
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın