Bebek Uyudu...
19 Temmuz 2016, 10.06 A- A+
Evimi öyle seviyorum ki... Bütün uçaklar göz seviyemden geçiyor, ben de her birine el sallıyorum. Çocukluk alışkanlığı işte... El sallarsam, sağ salim varacaklar gidecekleri yere çünkü. Öyle inanıyorum. İçimdeki çocuk öyle inanıyor ya da.
Saat 22.00 civarı, yine göz hizamda alışılmadık bir hareket oluyor. Jetler birbiri ardına geçiyor. Yolcu uçakları, sanki iniş sırası bekler gibi tur atıp duruyorlar havada. Bir tuhaflık var. Hemen eşimi arıyorum, " kötü bir şeyler oluyor, sesini duyayım dedim" diyorum. Kuvvetle muhtemel "büyük bir terör saldırısı" diye düşünüyorum. Sonra öğreniyoruz ki; darbe oluyormuş.
Arkadaşlarla yazışıyorum, bir ara siteye giriyorum. Fakat durabilmek ne mümkün. Öyle şiddetli bir ses çıkarıyor ki savaş uçakları, olduğum yerden içeri kaçma gereği duyuyorum. İlk bombalama olduğunda; evlerin çatırtısı, insanların bağırtısına karışıyor. Ne olduğunu anlayamıyor kimse. Yukarıda sanki bir it dalaşı var ve bir yerler bombalanıyor, ağır silah sesleri geliyor, bir yerlerde kan akıyor. Uzakta, yüksek binaların camlarına yansıyan kızıl alevleri gözlerimle görüp, bir süre paralize oluyorum. Bir kısım insan balkonlara, camlara dökülmüş; diğer bir kısım, sıkı sıkıya perdelerini çekmiş. Fakat bütün ışıklar yanıyor, herkes televizyon başında.
Karşı komşumuzun dünyalar güzeli bir bebeği var, 4-5 yaşlarında. Arada kapıyı çalıp yarım- yamalak dişleriyle kocaman güler, ben de onu mıncıklarım. Upuzun, simsiyah kirpikleri, kocaman simsiyah gözleri vardır, tam yemelik. İlk taşındığımız zaman, yorgunluktan ölüyorken; annesi, çeşitli yiyeceklerle dolu koca bir tabak getirmiş, "kolay gelsin, güle güle oturun" dilekleriyle bize vermişti. Nasıl da makbule geçmişti... Ben de ilk fırsatta, getirilen tabağa iki porsiyon baklava doldurup iade etmiştim teşekkürlerimi yineleyerek. Daha sonra Mehmet'le devam eden muhabbetimiz, diğer aile fertleriyle her nedense çok da gelişememişti.
Balkonlarımız bitişik olduğundan, Mehmet bebeğin ağlamasını duyabiliyorum. Bu saatte uyuması gerek onun halbuki. Annesi de ağlıyor. Çok da kalabalık bir aile olduklarından anlam veremiyorum duruma. Biraz kulak kesiliyorum ki, cidden vaziyet kötü. Gidip kapıyı çalıyorum, perişan halde açıyorlar. "Yok mu kimse?" diyorum. Yokmuş; eşi, annesi filan olay patlayınca oldukları yerden dönememişler. "Gel" diyorum hemen, Mehmet'i de kucağıma alıp. "Eşin evde mi" diyor, başının üst örtüsünü almaya çalışıyor. "Yok" diyorum "gel".
Bir saat, uzun kirpikli, kocaman gözlüyü ikna etmeye çalışıyorum. "Film çekiyorlar, korkma, gerçek değil" diye. Kendimi de inandırmaya çalıştığım kırk dereden, kırk bin türlü su getiriyorum. Kulağına kulaklığı takıp, bir de masal açıyorum, sesin daha az ulaştığı bir odada, annesiyle onu misafir ediyorum. Mehmet biraz sonra, az da olsa sakinleşiyor. Annesi çok genç henüz, 20'li yaşlarda... Her bomba atılışında zıplıyoruz yerimizden. Biz iki kadın, bu kabus gibi kanlı geceyi sabaha bağlarken çok çok korkuyoruz. Onu benden, beni ondan ayıran bir şey yok. Dünya görüşlerimiz farklı bile olsa; o anda, aynı şiddete maruz kalıyor, aynı zulme uğruyor, canımız için, ülkemiz için aynı şekilde korkuyoruz.
Neyse ki, bebek artık ağlamıyor, bebek uyudu.
---------------------------------------------------------
Bizler; yanımıza yöremize yeni birisi taşındığında, kim olduğunu sorgulamadan, ona yemek götüren; o tabağı iade ederken de, içine Allah ne verdiyse bir şeyler koyup komşumuza öyle veren bir milletiz. Özümüz bu bizim. Bin türlü ayrıştırıcı kılıfla; bize özümüzü unutturan, içimizdeki bu insaniyeti kaybettiren, diğerini kendinden görmeyip ötekileştiren, bölen, yok eden her türlü zihniyete karşı koymalıyız. Farklılıklarımızdan yapay düşmanlar çıkarırsak, gerçek düşmanı, hiç ummadığımız anda yanıbaşımızda buluveririz. Çünkü zaten o pusuda bekliyordur her daim.
Partiler, hükümetler, hatta ideolojiler gelip geçicidir. Din, insanın vicdanıyla ilgili mahremidir. Farklı etnik kökenler aynı ülke içinde var olabilir. Bütün bunlar elbette; kutsalımız, değerlerimiz, mensubiyetlerimizdir. Fakat vatan başka şeyler üzerine inşa edilir. Zamanında inşa edilmiş bu sağlam temel üzerine hareket etmek, rehberimiz ve tek çıkar yolumuz olmalı.
---------------------------------------
Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.
Bugün vatanımızda bir milli kudret varsa, o cereyan, felaketlerden ders alan ulusun kalp ve dimağından doğmuştur.
M. Kemal Atatürk
----------------------------------------
Şu içinde bulunduğumuz, olanın olduğu, bitenin bittiği bu vahim tabloda; eleştirilerimizi, hele hele de saldırgan eleştirilerimizi, mümkünse sonraya saklamalı, akl-ı selimle hareket etmeliyiz. Kızgın olabiliriz, kızgınlığımızda haklı da olabiliriz ama sessiz olmalı, şimdilik içimize doğru bağırmalıyız. Bu sükuneti, en azından kendi yazımın altında kimseye bozdurmamak adına, bu yazı yoruma kapalı.
Geçmiş olsun hepimize, zamansız ölen şehitlerimizin cenaze namazları son bulsun inşallah. Allah, bu güzel ülkeyi, her türlü şerden, şer odaklarından korusun. Dilerim; bu felaket, millet olarak aklımızı başımıza devşirmemize yarasın.
Saat 22.00 civarı, yine göz hizamda alışılmadık bir hareket oluyor. Jetler birbiri ardına geçiyor. Yolcu uçakları, sanki iniş sırası bekler gibi tur atıp duruyorlar havada. Bir tuhaflık var. Hemen eşimi arıyorum, " kötü bir şeyler oluyor, sesini duyayım dedim" diyorum. Kuvvetle muhtemel "büyük bir terör saldırısı" diye düşünüyorum. Sonra öğreniyoruz ki; darbe oluyormuş.
Arkadaşlarla yazışıyorum, bir ara siteye giriyorum. Fakat durabilmek ne mümkün. Öyle şiddetli bir ses çıkarıyor ki savaş uçakları, olduğum yerden içeri kaçma gereği duyuyorum. İlk bombalama olduğunda; evlerin çatırtısı, insanların bağırtısına karışıyor. Ne olduğunu anlayamıyor kimse. Yukarıda sanki bir it dalaşı var ve bir yerler bombalanıyor, ağır silah sesleri geliyor, bir yerlerde kan akıyor. Uzakta, yüksek binaların camlarına yansıyan kızıl alevleri gözlerimle görüp, bir süre paralize oluyorum. Bir kısım insan balkonlara, camlara dökülmüş; diğer bir kısım, sıkı sıkıya perdelerini çekmiş. Fakat bütün ışıklar yanıyor, herkes televizyon başında.
Karşı komşumuzun dünyalar güzeli bir bebeği var, 4-5 yaşlarında. Arada kapıyı çalıp yarım- yamalak dişleriyle kocaman güler, ben de onu mıncıklarım. Upuzun, simsiyah kirpikleri, kocaman simsiyah gözleri vardır, tam yemelik. İlk taşındığımız zaman, yorgunluktan ölüyorken; annesi, çeşitli yiyeceklerle dolu koca bir tabak getirmiş, "kolay gelsin, güle güle oturun" dilekleriyle bize vermişti. Nasıl da makbule geçmişti... Ben de ilk fırsatta, getirilen tabağa iki porsiyon baklava doldurup iade etmiştim teşekkürlerimi yineleyerek. Daha sonra Mehmet'le devam eden muhabbetimiz, diğer aile fertleriyle her nedense çok da gelişememişti.
Balkonlarımız bitişik olduğundan, Mehmet bebeğin ağlamasını duyabiliyorum. Bu saatte uyuması gerek onun halbuki. Annesi de ağlıyor. Çok da kalabalık bir aile olduklarından anlam veremiyorum duruma. Biraz kulak kesiliyorum ki, cidden vaziyet kötü. Gidip kapıyı çalıyorum, perişan halde açıyorlar. "Yok mu kimse?" diyorum. Yokmuş; eşi, annesi filan olay patlayınca oldukları yerden dönememişler. "Gel" diyorum hemen, Mehmet'i de kucağıma alıp. "Eşin evde mi" diyor, başının üst örtüsünü almaya çalışıyor. "Yok" diyorum "gel".
Bir saat, uzun kirpikli, kocaman gözlüyü ikna etmeye çalışıyorum. "Film çekiyorlar, korkma, gerçek değil" diye. Kendimi de inandırmaya çalıştığım kırk dereden, kırk bin türlü su getiriyorum. Kulağına kulaklığı takıp, bir de masal açıyorum, sesin daha az ulaştığı bir odada, annesiyle onu misafir ediyorum. Mehmet biraz sonra, az da olsa sakinleşiyor. Annesi çok genç henüz, 20'li yaşlarda... Her bomba atılışında zıplıyoruz yerimizden. Biz iki kadın, bu kabus gibi kanlı geceyi sabaha bağlarken çok çok korkuyoruz. Onu benden, beni ondan ayıran bir şey yok. Dünya görüşlerimiz farklı bile olsa; o anda, aynı şiddete maruz kalıyor, aynı zulme uğruyor, canımız için, ülkemiz için aynı şekilde korkuyoruz.
Neyse ki, bebek artık ağlamıyor, bebek uyudu.
---------------------------------------------------------
Bizler; yanımıza yöremize yeni birisi taşındığında, kim olduğunu sorgulamadan, ona yemek götüren; o tabağı iade ederken de, içine Allah ne verdiyse bir şeyler koyup komşumuza öyle veren bir milletiz. Özümüz bu bizim. Bin türlü ayrıştırıcı kılıfla; bize özümüzü unutturan, içimizdeki bu insaniyeti kaybettiren, diğerini kendinden görmeyip ötekileştiren, bölen, yok eden her türlü zihniyete karşı koymalıyız. Farklılıklarımızdan yapay düşmanlar çıkarırsak, gerçek düşmanı, hiç ummadığımız anda yanıbaşımızda buluveririz. Çünkü zaten o pusuda bekliyordur her daim.
Partiler, hükümetler, hatta ideolojiler gelip geçicidir. Din, insanın vicdanıyla ilgili mahremidir. Farklı etnik kökenler aynı ülke içinde var olabilir. Bütün bunlar elbette; kutsalımız, değerlerimiz, mensubiyetlerimizdir. Fakat vatan başka şeyler üzerine inşa edilir. Zamanında inşa edilmiş bu sağlam temel üzerine hareket etmek, rehberimiz ve tek çıkar yolumuz olmalı.
---------------------------------------
Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.
Bugün vatanımızda bir milli kudret varsa, o cereyan, felaketlerden ders alan ulusun kalp ve dimağından doğmuştur.
M. Kemal Atatürk
----------------------------------------
Şu içinde bulunduğumuz, olanın olduğu, bitenin bittiği bu vahim tabloda; eleştirilerimizi, hele hele de saldırgan eleştirilerimizi, mümkünse sonraya saklamalı, akl-ı selimle hareket etmeliyiz. Kızgın olabiliriz, kızgınlığımızda haklı da olabiliriz ama sessiz olmalı, şimdilik içimize doğru bağırmalıyız. Bu sükuneti, en azından kendi yazımın altında kimseye bozdurmamak adına, bu yazı yoruma kapalı.
Geçmiş olsun hepimize, zamansız ölen şehitlerimizin cenaze namazları son bulsun inşallah. Allah, bu güzel ülkeyi, her türlü şerden, şer odaklarından korusun. Dilerim; bu felaket, millet olarak aklımızı başımıza devşirmemize yarasın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir