gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

YAŞAMA DAİR

27 Ekim 2017, 07.56
A- A+
Yaşama Dair.
İlkokul yıllarında okul tatil olunca; çifte koşulmayan, buzağı, dana, düve malak, süt inekleri... gibi, hayvanları otlatmak için yaşıtlarımla birlikte meraya götürürdük. Hayvanlar otlarken birdirbir, uzuneşek, çelik çomak vb. oyunlar oynardık. Oyuna dalıp hayvanların uzaklaştığını fark etmez; çok zaman onları uzunca bir süre aramak zorunda kalırdık. Gözden kaybolan hayvan ya bir bağa bahçeye girmiştir ya da bir kemik bulmuş onu gevelemektedir. Çok kimse bilmez; ama hayvanlar kemik gevelemeyi çok severler. Bu bazen hayvan için çok tehlikeli olabilir. Ağzında kemik olan hayvanın burun deliklerinden sıkıca tutup ağzına toprak doldurarak kemiği bıraktırmak gerekir. Tabi bunu yapmaya tek başımıza gücümüz yetmeyeceği için bir kaç çocuk yardımlaşarak hayvanın ağzından kemiği almaya çalışırdık.
Köy yaşantım ilkokuldan mezun olunca sona erdi. bitince babamla Cevriye annemin yanına İstanbul'a gittim. O yıllarda İstanbul bir milyon yüz bin nüfuslu bir şehirdi. O zaman da Türkiye' nin en büyük, en kalabalık şehriydi. Bugün on beş milyondan fazla nüfusuyla birçok Avrupa ülkesinden daha kalabalık.
Eyüp'te; Sofular çıkmazında iki katlı ahşap bir evde oturuyorduk. Oldukça geniş bir bahçemiz bahçede, incir, erik, vişne vb. ağaçlar vardı. Tabi ev kendimizin değil; kiracıydık. Sokak bizim evin yanında bitiyordu. Kod birden yükseliyor yol bir duvarla sonlanıyordu. Oturduğumuz ev yolun en doruk noktasındaydı... Yol Arnavut kaldırımı; dik bir yokuştu. Yolun düze indiği yerde karşıda mahalle bakkalı var... Yukardan aşağı koşarak inmeyi adet edinmiştim. Bir gün elimde şişe bakkala gazyağı almaya gidiyorum- o zamanlar pompalı gazocakları var; bakkallar gazyağı da satıyorlar- Tepeden son hızla koyuverdim kendimi; ayağım bir taşa takıldı yüzüstü aşağıya doğru kızaklıyorum! Şişe benden önce kapı önünde dikilen bakkal amcanın ayakları dibine sağ salim vardı; arkasından ben... Aldık gazyağını döndük. Para? Para yok; veresiye defteri var!!!
Ortaokula başladım. Okul, Haliç kıyısında. Okul bahçesini üzeri sivri demirli bir duvar denizden ayırıyor. Bina sarı badanalı iki katlı eski bir konak… Kayıt sırasında açıkgöz ve torpilli olanlar İngilizce sınıfına benim gibi saf ve garibanlar Fransızca sınıfına yazılıyor. Fransızca dersine Münip Tunç adında yaşlıca bir öğretmen giriyor. Rakamları öğretiyor: Ön, dö, truwa, qatr, senk." Sen kalk say:" Ön dö turuva katır. "Katır değil çocuğum katır değil; qatr:" Bir de gırtlaktan söylüyor ki bizlerin söylememiz mümkün değil. Ben ayrıldıktan sonra inşallah "qatr" demeyi öğrenip ikinci derse geçmişlerdir!!!
Evimizle okulun arası nerden baksan üç dört kilometre yol... Okula ulaşmak için iki yol var; birisi Eyüp oyuncakçılarıyla, simit, açma fırını arasından, ikincisi Eyüp Sultan Camisi avlusundan Eyüp Sultan'ın türbesi önünden geçip , mezarlıklar arasından okula ve iskeleye ulaşıyor.Behçet adlı bir komşu çocuğu ile arkadaş olduk. Birlikte okula gidip geliyoruz. İslambey caddesinden iskeleye kadar uzuun caddede cuma günleri pazar kuruluyor; pazar yeri kalabalık. O kalabalığın arasından bir küçük kamyonet ilerlemeye çalışıyor; ama dur kalk çok yavaş gidiyor. Behçet'le arka tampona çıkıp kasaya tutunduk. Araba bazen durup bazen ilerliyor. Birden biri başımızdan okul kasketlerimizi aldı. Arabayı süren adam... Bindi arabasına çekti gitti. Okullarda kasket zorunluluğu var. Kasketi olmayanı sınıfa sokmuyorlar. Erkek, kız tüm öğrencilerin; sarı şeritli; sarı madeni kokartlı, siperli kasketleri var. Öğle paydosu yemek yiyip döndük. Süklüm püklüm ne yapacağımızı düşünerek okula doğru gidiyoruz. Caddede Hafız Bakkal adında bir bakkal var. Dükkanın önünden geçerken" Gelin bakayım buraya" diye seslendi. Gittik " Alın bakalım kasketlerinizi; bir daha da yaramazlık yapmayın" deyip kasketlerimizi verdi. Arabasına tutunduğumuz adam " Geçerlerken verirsin" diyerek kasketlerimizi bakkala bırakmış.
Bir gün tüm öğrencileri Eyüp Verem Savaş Dispanseri'ne muayeneye götürdüler. Bende bir iki öğrencide daha " zafiyet" saptandı. Prevatoryum'a yatmam uygun görülmüş. Bir ay prevantoryumda yatıp eve döndüm; okula başladım. Derslerden geri kalmıştım çalışıp, telafi edecektim. Öğretmenler çok anlayışlı davranıyorlardı; ama babam " Bunun okumaya niyeti yok." deyip beni okuldan aldı. Kadri Özkil adında tanıdık bir radyocu- saatçinin yanına çırak verdi. Kadri abi çok iyi bir insandı. Bana kardeşi gibi davranıyordu. İşim ağır değildi; vitrindeki radyoların saatlerin tozunu alıyor; ortalığı topluyor, patron yokken taksit getiren müşterilerin paralarını alıp, özel bir deftere kaydediyordum. Bu arada köyden İstanbul'a gelip gidenlerden ninem okuldan ayrıldığımı; radyocuda çalıştığımı öğrenmiş. Bir gün çıka geldi. Babama kızdı; söylendi. Beni alıp köye götürdü. Lüleburgaz'da Kepirtepe Öğretmen Okulu'na giriş sınavları var... Girdim kazandım. Altı yıllık parasız yatılı( leyli meccani!...) Öğretmen Okulu yaşamı böylece başlamış oldu. AliÇ.

YORUMLAR

29 Ekim 2017, 21.52
Çok güzel yazıyorsunuz, anılarınızın devamını dinlemek isterim.
06 Ocak 2018, 16.33
Sevgili cAdı: Çok mutlu oldum; anılar devam ediyor; edecek; Sevgiler, selamlar...
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın