KEPİRTEPE
03 Ocak 2018, 19.51 A- A+
Kepirtepe , oldukça detaylı, bir o kadarda ilginç anılarla doludur. Tekrara düşersem kusura bakılmasın.
Kepirtepe'de kışlar şiddetli geçer. Yatakhanelerde soba, kalorifer gibi ısıtıcı bir araç da hiç olmadı.Sınıflar şakirzümre sobalarıyla sözde ısıtılır...Kalitesiz yarısı toz linyit kömürünü yakabilmek sihirbazlık gibi bir şeydi.Sobaları yakmak da bizim işimizdi.
Yatakhaneler anabinaya oldukça uzaktı. Gece etüdünden sonra karlı buzlu kış gecelerinde yatakhanelere gitmek de sorun olurdu. Kayan, düşen, kafası gözü şişen hiç eksik olmaz; bu gibi kazalar çok olağan sayılırdı.-yatakhaneler diyorum; çünkü birbirine zıt yönlerde üç ayrı yatakhane vardı.-
Yatmadan önce takunyalarımızı ayağımıza geçirir ayak yıkama kuyruğuna gireriz. Ufak tefek, çelimsiz olanlara sıra zor gelir; çünkü iri yarı güçlü kuvvetliler sıraya kaynak yapar! Ben de hep ufak tefek,çelimsizler grubundandım! Biraz sonra nöbetçi öğretmen gelir; " Siz hala yatmadınız mı?" diye biz en sona kalan çelimsizlere çıkışır. Şimdi de öyle değil mi? Parsayı hep güçlü kuvvetliler topluyor; itilip kakılmak güçsüzlere layık görülüyor. Ayak yıkama faslı da geçtikten sonra, dişlerimiz takırdayarak günün , gecenin ayazını içine sindirmiş yataklara gireriz.Battaniyelere sımsıkı sarınıp ısınınca uykuya dalarız. Bence soğuk odada uyumak daha sağlıklı. Ben sıcak odada asla uyuyamam. Evlerimiz sobalıyken sorun olmazdı; soba salonda yanar yatak odaları soğuk olurdu. Şİmdi kalorifer var her oda sıcak. Ben yine de yatmadan önce kaloriferi kapatıyorum.
Bin dokuz yüz elli dört kışı diğer yıllardakilerden çok daha şiddetli oldu.Beş kilometre uzaklıkta olan Lüleburgaz'la bile iletişim koptu. Sular dondu. Yemek pişirilemiyor, ekmek yok, bulaşıklar yıkanamıyor... Bize kağıt üzerinde , helva , peynir, bisküvi, seferberlik hazırlığı için depoda peksimet varmış onları verdiler.Haa! bir de Marshal yardımı havuç renginde Amerikan peyniri...
Okulun meyve bahçelerinin olduğu yerde bir artezyen kuyusu vardı; oradan varillerle okula su taşıdık. Banyo yapmak, çamaşırların yıkanması mümkün olmayınca bitlendik. Hamdi Abi bizleri sıraya dizip fıskıyeli tulumba ile üzerimize çamaşırlarımıza DDT püskürttü.Bu adam abartıyor, atıyor diyeceksiniz. Doğrusu inanılacak gibi değil.
Bir gün okula başka okuldan nakil iri yarı bir öğrenci geldi; Fahri...
Yemekhanede bizim masaya, benim yanıma oturdu. Fahri geldikten bir kaç gün sonra ben kaşınmaya başladım. Kasıklarımda kaşıntılı sivilceler belirdi. Uyuz olmuştum! Uyuzdan hep utanır insanlar. Ben de müthiş utanıyordum. Hafta sonu Lüleburgaz'a indiğimizde , pamuk,sargı bezi, tentürdiot aldım. Okula dönünce tuvalette kasıklarıma tentürdiot sürüp, tentürdiotlu pamukları da üstlerine kapatıp sargı beziyle sardım; derse girdim.Kasıklarımda bir yanma başladı ki anlatılır, dayanılır gibi değil. Kıvranıyorum. Öğretmen fark etti." Çakır, neyin var oğlum." dedi." Hocam rahatsızım; izin verirseniz revire gideyim" dedim. Hamdi Abi halimi görünce " Ula uşağum ha boyle sen ne ettun kendune?" dedi. Kükürt, tentürdiot yaraları için merhem sürüp beni revire yatırdı. Bir kaç gün sonra Fahri ' yi getirdiler. Getirdiler diyorum; çünkü revire gelmemek için çok direnmiş. Hamdi Abi, soydu. vücudu kabuk bağlamış silme uyuz...Sonra ne mi oldu? Herkese " Bana Ali'den uyuz bulaştı." demiş.
Çamaşırlarımızı, giysilerimizi devlet verirdi.Müteahhitler ihaleye girer en düşük fiyatı veren elbise dikme işini alırdı. Belirli boy; beden ölçülerine göre değişik bir kaç beden elbise dikilir; getirir herkesin bedenine göre elbise , gömlek, çamaşır, hatta çorap dağıtırlar... Ya dar gelir , ya bol... Parası olan gider bir terziye düzelttirir; olmayan o haliyle giyer...Çok fakir olanlara Kızılay harçlık verirdi. İhtiyacı olanlar isimlerini yazdırır, hatta durumu o kadar kötü olmayanlar bile adlarını yazdırırlardı. Ben Kızılay'dan harçlık almayı onuruma yediremez, teklif ettikleri halde "Benim ihtiyacım yok." der kabul etmezdim.
Mezun olacağımız yıl güzel kalın kahverengi kumaştan bir palto verdiler. Eğitim Enstitüsü' ne başladığımda kışa hazırdım!
YORUMLAR