Kuğunun Lekesi...
20 Temmuz 2018, 05.02 A- A+Bu park, başka hiçbir parka benzemiyordu. Ankara’nın ruhuma işlediği nakışlardan birisi de bu parktı işte. İnsanı, tir tir titreten meşhur ayazımız bile; sanki, bu güzelim çukurda biraz daha hafifliyordu. Etrafı tahta çitlerle çevrili havuzun içinde kuğular, sakince yüzüyorlardı. Onları izlediğim her defa, hayran bırakıyorlardı kendilerine beni. En iyi ressama, 'hiç görülmemiş, şahane bir canlı çiz" deseler, bu kadar güzel bir yaratık çizemezdi, diye düşünüyordum. O güzel boyunları, gövdelerinin üzerine nasıl da kıvrılıyor; bembeyaz veya simsiyah bir tüy senfonisi, nefis bir gagayla birleşince, nasıl da görsel bir şölene dönüşüyordu izlenen. Sonra, ne güzel yüzüyorlardı; sanki yüzmek için hiçbir uzuvlarını kullanmıyor, hiç devinmiyorlar; onları, görünmez bir ip suyun üzerinde çekiyordu. Zeus'un, Leda'yı baştan çıkarmak için kuğu kılığına girmiş olması, hiç de tesadüf olmasa gerekti. Bu mitos, ilk okuduğumda beni nasıl gülümsettiyse, yine öyle hınzırca gülümsedim.
Gözlerimi kuğulardan ayırdığımda; köşedeki kestanecinin, havuzun hemen kıyısında olduğunu gördüm. Bana kaçamak bir bakış attıktan sonra, eğildi ve bir şeyi suya sokup çalkalamaya başladı. Sudan çıkardığında ancak görebildiğim bir bıçak, bulutların arasından zor bela sızan bir güneş huzmesiyle ışıldadı. Bu görüntüye dalmışken, kestanecinin yakınında olan bir kuğu huzursuzlanıp; enginlere açamadığı kanatlarını çırparak suda büyük halkalar oluşturdu. Kestaneci, yine bana bir bakış atıp arkasını döndü ve tezgahına doğru yürümeye başladı. Nedense bu adamın hem bakışı, hem kestane hazırlamak için kullanacağı bıçağı havuzda yıkamış olması, beni irrite etmişti.
--------------------------------------------
--------------------------------------------
Hepsini teker teker öldürecekti. Önce hayatı ona zindan edenlerden başlamıştı elbet. Sırayla önce annesini, sonra karısını, sonra fahişe kızını... Sıkıntısız halletmişti üçünü de. Şimdi canı istedikçe aynı ritüeli yapıyor; sabahın kör bir vakti evinden çıkıyor, uzak semtlerde yeni avını bekliyordu. Mutlaka biri düşüyordu; ya bir öğrenci, ya bir gündelikçi veya da herhangi bir nedenle o saatte sokaklarda olan bir kadın… Ama illa ki kadın...
Kendine izbe bir köşe bulmuş ve avını beklemişti o sabah da. Beş dakika geçti geçmedi, eteği neredeyse kıçına kaçmış genç bir kadın belirdi sokağın başında. Akşam feneri nerede söndürmüşse, hala sallana sallana yürüyordu. Tam da zevk duyabileceği bir avdı bu; fahişenin de fahişesi... Zaten bu bozuk cinsin hepsi de öyle değil miydi! Kadın ona yaklaştıkça, içindeki heyecan artıyor, az sonra duyacağı yakarışlar kulaklarında çınlıyor, bıçağını sapladıkça yükselecek olan feryatlardan alacağı hazzı, şimdiden duyumsayıp mest oluyordu.
Kadın; onu görünce, kendine çeki düzen verme çabasıyla orasını burasını çekiştirdi. Adamla arasına belli bir mesafe koyacak şekilde hiza alıp yalpalamadan yürümeye çalıştı. Adam; kafası önünde ama gözleri avında, izliyordu bu hallerini avının. Alacakaranlıktı; kadın, adamın gözlerini seçemese de, onun, artık kendisine bakmadığını düşündüren bu kıpırtısız haliyle rahatlayıp onu kollamaktan vazgeçti, zaten çoktan geçmişti adamın durduğu köşeyi.
Birazdan; karnına, boynuna, cinsel organına girecek bir bıçakla; önce keskin bir acı, sonra da kırmızı sıcağı bir ıslaklık hissedecekti. Adam, saniyeler içinde saçından tuttuğu gibi yere yatırmış; ağza alınmayacak küfürler ve böğürtüler eşliğinde kesmeye başlamıştı kadını. Kadın, bağırmaya çalıştı, yalvarmaya, bırak demeye... Diyemedi. Kan gölünün içinde öylece kalakaldı.
---------------------------------------------
---------------------------------------------
Kuğulu Park, bu berbat dünyadan, içinde kaldığım sürece ayırabiliyordu beni. Konumu gereği, dümdüz baktığınızda parktan başka bir şey göremiyordunuz. Hani sanırdınız ki; dünya buradan ibaret, böyle bir cennet dünya. Bu parkta her canlı, birbiriyle dost olarak yaşıyordu. Ağaçların, bitkilerin, böceklerin, kuğuların ve insanların birbirlerine zararları dokunmuyordu. Bu çukurdaki düzeni ve dengeyi, tüm dünyada oluşturabilseydi insanoğlu keşke.
Trafik akmaya başlamıştı. Gürültü patırtı başlayınca; geçirmem gereken on beş dakikayı, biraz aşmış olduğum ve gitme gereğim de, bu seslerle beraber vurdu yüzüme. İsteksizce kalktım oturduğum banktan. Son bir bakış attım güzelim kuğulara. Kar beyazı olan bir tanesi, tam da önümde duruyordu. Kanadında kırmızı bir leke vardı veya bana öyle gelmişti. Dikkatli bakmaya fırsat bulamadan, tekrar havuza döndü ve yüzmeye başladı. Kestaneci, kestaneleri hazırlamış; ortalığı nefis bir koku kaplamıştı. Alelacele önünden geçerken, bir külah aldım, 'hayırlı işler' dileyip dış dünyadaki hengameye geri dönmek üzere parkın merdivenlerinden yukarı hızlıca çıktım. Kestanecinin donuk gözlerini ve kuğunun üzerindeki kırmızı lekeyi, bütün gün düşünecektim.
YORUMLAR