Teğetten Biraz Daha Öte...
30 Temmuz 2018, 08.40 A- A+
Duvar gibiydin, hislerini nereye gömmüştün hiç bilemedim. Reflekslerin bile yoktu. Birgün ayağım burkulmuştu, hemen yanımda yürüyordun. Dönüp sadece baktın bana, elini bile uzatmadın tutmak için. İkinci veya üçüncü görüşmemizdi. Çok garipsemiştim. Tanımadığın biri bile olsa, yanındaki düşer gibi olduğunda, refleks olarak tutardın onu. Bu insani bir tepkiydi ve olması gerekendi.
Sinemadaydık. Bana baktığını hissedince döndüm sana, buz gibi gözlerle bana bakıyordun. Karanlıktan, diye düşündüm; karanlıktan öyle ifadesiz gözleri. Şimdi biliyorum ki, karanlıktan değildi o ifadesizlik. O güzelim siyah gözlerin derinine yerleşmiş; zehir acısı, simsiyah çukurların vardı. Öyle görünmez, delinmez, geçilemez siyahlıktaydılar ki; insan, orada olan biteni anlamaya cüret bile edemiyordu. Acılarını biliyordum, benim de vardı, herkesin vardı. Fakat sen bunca şeyi nasıl biriktirmiştin içinde. Öfken, hıncın, yüzüne gözüne yansıyordu, sevdiğin bir şeye bile donuk bakıyordun. Sanki gözlerinde buzdan bir tabaka vardı ve o tabaka parçalanıp her yanı keskin birer cama dönüşüyor, her bakışında karşındakine saplanıyor, kan revan içinde bırakıyordu onu.
İçinde; iyiye, olumluya yönelen tek bir duygu yoktu sanki. Yıkıyordun sağını solunu kendinle beraber. Beni sevdin, biliyorum. Yapabileceğinin en iyisi buydu, ancak bu kadar sevebilirdin, dahası yoktu sende. Sonra, ben senden gittiğimde; içine acı oldum, hınç oldum, ödetilmesi gereken hesap oldum. Biriktirdiğin öfkelerine, beni de ilave ettin, katmerledin.
Hadsiz bir duyarsızlıktı seninki. Ne kadar acıttığının farkında mıydın bilmiyorum. Zavallıcıklar, ararlardı seni benim yanımdayken. Nasıl sıkıldığını görürdüm, onları nasıl aşağıladığını… Hiç aramak istemedim seni sonra. Sıkıldığın olmak istemediğimden belki... Öyle işlemişti ki içime o sıkılmaların çünkü, öznesi olmak istemedim o durumlarının. Kızardın bana "niye aramıyorsun" diye; "rahatsız etmek istemiyorum" derdim. Yine kızardın "rahatsız et beni!!!" derdin. Aramazdım, rahatsız etmek istemezdim. Rahatsız edecek derecede naziktim belki de. Belki ve bununla beraber aslında... Seni, hiçbir zaman, "benim" yapmadım, yapamazdım ki... Bunu görüyordun, seni ne kadar sevdiğimi bilsen de, kabul edilemez bir durumdu bu senin için. Haklıydın bana öfkelenmekte.
Paralel aynalar arasında sonsuz çoğalırdı her şey. Sonsuz çoğalırdın sen bende işte o görüntüler gibi. Çok ama çeşitsiz... İyi bir şey miydi bu bilmiyordum. Sonuçta, senden çok taneydi gördüğüm ve ben, yalın bir teklikten ibarettim. Nasıl sığabilirdin ki bana! Korkardım bundan. Önceleri ama; önceleri korkardım. Çeşitsiz olduğunu sonradan kavradım. Ben o bir tane halimle, seni içime almıştım ama ben, sana sığamamıştım. Acı bu, olmamıştık.
Saatin çarkları vardır bilirsin; diş diş birbirlerine geçerler. Çalışırken, her adımda birbirlerini hareket ettirirler. İşlemek için muhtaçtırlar birbirlerine.Teğet olmaktan biraz daha ötedirler. İşte öyle bir zorunluluğumuz vardı, teğetten biraz daha öte olmalıydık. Olamadık... Ancak dokunduk birbirimize kısa bir zaman aralığında.
En teğetinden...
https://www.youtube.com/watch?v=XsziTBckHZ0
Sinemadaydık. Bana baktığını hissedince döndüm sana, buz gibi gözlerle bana bakıyordun. Karanlıktan, diye düşündüm; karanlıktan öyle ifadesiz gözleri. Şimdi biliyorum ki, karanlıktan değildi o ifadesizlik. O güzelim siyah gözlerin derinine yerleşmiş; zehir acısı, simsiyah çukurların vardı. Öyle görünmez, delinmez, geçilemez siyahlıktaydılar ki; insan, orada olan biteni anlamaya cüret bile edemiyordu. Acılarını biliyordum, benim de vardı, herkesin vardı. Fakat sen bunca şeyi nasıl biriktirmiştin içinde. Öfken, hıncın, yüzüne gözüne yansıyordu, sevdiğin bir şeye bile donuk bakıyordun. Sanki gözlerinde buzdan bir tabaka vardı ve o tabaka parçalanıp her yanı keskin birer cama dönüşüyor, her bakışında karşındakine saplanıyor, kan revan içinde bırakıyordu onu.
İçinde; iyiye, olumluya yönelen tek bir duygu yoktu sanki. Yıkıyordun sağını solunu kendinle beraber. Beni sevdin, biliyorum. Yapabileceğinin en iyisi buydu, ancak bu kadar sevebilirdin, dahası yoktu sende. Sonra, ben senden gittiğimde; içine acı oldum, hınç oldum, ödetilmesi gereken hesap oldum. Biriktirdiğin öfkelerine, beni de ilave ettin, katmerledin.
Hadsiz bir duyarsızlıktı seninki. Ne kadar acıttığının farkında mıydın bilmiyorum. Zavallıcıklar, ararlardı seni benim yanımdayken. Nasıl sıkıldığını görürdüm, onları nasıl aşağıladığını… Hiç aramak istemedim seni sonra. Sıkıldığın olmak istemediğimden belki... Öyle işlemişti ki içime o sıkılmaların çünkü, öznesi olmak istemedim o durumlarının. Kızardın bana "niye aramıyorsun" diye; "rahatsız etmek istemiyorum" derdim. Yine kızardın "rahatsız et beni!!!" derdin. Aramazdım, rahatsız etmek istemezdim. Rahatsız edecek derecede naziktim belki de. Belki ve bununla beraber aslında... Seni, hiçbir zaman, "benim" yapmadım, yapamazdım ki... Bunu görüyordun, seni ne kadar sevdiğimi bilsen de, kabul edilemez bir durumdu bu senin için. Haklıydın bana öfkelenmekte.
Paralel aynalar arasında sonsuz çoğalırdı her şey. Sonsuz çoğalırdın sen bende işte o görüntüler gibi. Çok ama çeşitsiz... İyi bir şey miydi bu bilmiyordum. Sonuçta, senden çok taneydi gördüğüm ve ben, yalın bir teklikten ibarettim. Nasıl sığabilirdin ki bana! Korkardım bundan. Önceleri ama; önceleri korkardım. Çeşitsiz olduğunu sonradan kavradım. Ben o bir tane halimle, seni içime almıştım ama ben, sana sığamamıştım. Acı bu, olmamıştık.
Saatin çarkları vardır bilirsin; diş diş birbirlerine geçerler. Çalışırken, her adımda birbirlerini hareket ettirirler. İşlemek için muhtaçtırlar birbirlerine.Teğet olmaktan biraz daha ötedirler. İşte öyle bir zorunluluğumuz vardı, teğetten biraz daha öte olmalıydık. Olamadık... Ancak dokunduk birbirimize kısa bir zaman aralığında.
En teğetinden...
https://www.youtube.com/watch?v=XsziTBckHZ0
YORUMLAR