Maktul
13 Ağustos 2018, 11.14 A- A+
Yola çıkmadan önce, olacakları bilebilse acaba ne yapardı? Her şeyi sineye çekip yaşamaya devam mı ederdi yoksa kendine bambaşka bir yol mu çizerdi. Tek bir şans… Sadece bir şansı olsaydı…
Problemli bir ailede büyüyen en büyük çocuktu. Henüz bebekken geçirdiği havale sonucu epilepsi hastalığına yakalanmış, türlü tedaviler denense de iyileşemeyen bir kızdı. Rahatsızlığından dolayı yalnızca ilkokulu okuyabilmiş, yaşıtlarından her zaman bir adım geride kalmıştı. Hastalığı yetmezmiş gibi sıklıkla aile içi şiddete ve kelimenin tam anlamıyla şiddete maruz kalırdı. Küçüklüğünden beri en çok istediği bu evden kaçıp kurtulmaktı! Devamlı bunu düşünürdü…
Ne zaman üzülüp sıkılsa geçirdiği nöbetler çoğalırdı. Aldığı ilaçlar her geçen gün onun zihnini daha da bulanıklaştırıyordu. Günün birinde bir delikanlıyla tanıştı. İlk defa yaşadığı duygular onda iyi gelişmelere vesile olmuştu. Artık daha az nöbet geçiriyordu. Daha fazla gülüp, daha fazla konuşuyordu. Bu mutluluğu, babası öğrenene kadar devam etti. Babası öğrendiğinde, çocuğun hakkında yaptığı ufak çaplı araştırma sonucunda kızana layık olmadığına karar verdi. Ondan sonra da her şey değişti. Kızın içinde fırtınalar kopuyordu. Ancak karşı gelmenin yakınından bile geçemezdi. Hayatı, geleceği ve mutluluğunu boş verip, babasının belirlediği hayatı yaşamaya boyun eğdi.
Babası yaşananların ardından, kızını istemeye gelen talipler arasından kısa zamanda, sözde kızının da fikrini önemsiyormuş gibi/ kriterlerine uygun damat adayı seçiminde bulundu. Kız buna sesini çıkarmadı. İstediği tek şey bu cehennem gibi gelen hayattan kurtulmaktı.
Aslında babasına kızmak istiyor ama kızamıyordu. Hayatın türlü zorluklarından geçmiş, türlü sıkıntı çekmiş bir adamdı O da. Dedesi savaşta esir düştüğü yıllarda henüz 4 yaşındaymış, anası 6 çocukla ortada kalmış. Yetiştirme yurtlarında büyümüş, hayatın acı gerçekleriyle çocuk yaşta tanışmış. Hırsla hayata tutunmuş bir adammış. Hayata dair kazandıklarının yanında, benliğinden bir çok duygu yitip gitmiş bir adam…
Annesi ise bu yaşananların etkisiz elemanıymış. Ataerkil anlayışın iliklerine kadar hissedildiği bu evde devamlı şiddet gören, hayatı çocuklarından ibaret bir kadın. Kocası ne derse onu yapan, hiç bir şey üzerine kafa yormayan boş vermiş bir kadın.
Karşısına çıkan evleneceği adam ise ilk başlarda düzenli bir işi olduğu zannedilen, aslında kelimenin tam anlamıyla işe yaramazın tekiymiş. Ama kız sevmiş bu adamı. Belki de umutsuzca sevmek zorunda kalmış. Ya da başka sığınacak dalı olmadığından sıkı sıkıya sarılmak istemiş.
Maddi yönden sıkıntı çekmemeleri için babası evlerinden birine kızıyla damadını oturtmuştu. Aslında böyle yaparak kendince kızının rahatsızlığının ilerleyen zamanlarda başlarına vurulmaması için bir kalkan görevi üstlenecekti.
Evlenir evlenmez hamile kalıp, kendi bulamadığı mutluluğu ve huzuru evladına verebileceğini düşündü. Evliliğinin ilk senesinde kocasının gerçek yüzüyle tanıştı. Aslında anlatılan hiç bir şey doğru değildi. Kumar bağımlılığı olan, sabit bir işe sahip olmayan biriydi. Kocasının bu bağımlılığı evine dair bütün sorumluluklarını etkiliyor, hiçbir fatura doğru düzgün ödenmediği için devamlı evin ihtiyaçları eksik ve kesik oluyordu. Dolabında bazen 1 bardak süt, 1 yumurta bile bulunmayan, bebeğiyle ısınmak için hurdacılardan topladığı tencere kapaklarını yakıp ısınmaya çalıştığı günler birbiri ardını kovalıyordu. Bebeğinin soğuktan moraran ellerini gördükçe her gün kahroluyordu. Bunca yoksunluğa rağmen bir gün olsun babasına durumundan bahsetmemişti. Her şeye rağmen bu yuvayı sabit kılmak istiyordu. Evine gelip durumlarını öğrenmemeleri için her sabah erkenden babasını evine giderdi. Annesi ne zaman ona gelmek istese bir bahane bulup reddederdi. Yada elektriğin suyun açılacağı günleri hesaplayıp anlaşılmaması için o günlerde kabul ederdi. Ustaca yaşadığı tüm zorlukları saklıyordu.
Artık yaşadığı sıkıntılardan ve içine attıklarından geçirdiği nöbetler sıklaşmıştı. Bazen parkta bazı zamanlar yolda, bazen de evde oturduğu koltuğunda… En çok korktuğu kucağında bebeğiyle nöbet geçirmekti. Yada sokakta çocuğuyla yalnızken. Kendinden çok çocuğuna bir şey olma ihtimalinden korkardı.
Bir şeylerden şüphelenip kendisini sorgulamaya başlayan annesine daha fazla yalan söylemek istemediği için artık babasının evinden çıkmak istediğini söyledi. Yeni ev bakmaya başlamıştı bile. Olabildiğince uzakta olmayı istiyordu. Eşinin ailesine yakınlarda bir ev bulup orayı taşınmayı planlıyordu.
Sonunda aradığı evi buldu. Çocuğunu annesinde bırakıp evi temizleyip, içine eşyaları yerleştirilebilir hale getirmeye çabalıyordu. O gün çok yoruldu. Evin neredeyse bütün temizliğini bitirmişti. Otobüs durağına doğru ilerledi. Durakta beklerken başlayacağı yeni düzende kendisini nelerin beklediğini düşünüyordu. Yine de her şeyin güzel olacağına dair umutluydu.
Ama olmadı… Olamadı!
O lanet nöbeti yine tutmuştu. Hem de tam yaklaşan otobüse binmek için ayağa kalktığı vakitte. Duraktaki yolcuları almak için her zamanki gibi durağa yaklaşan şoför tüm yaşanacaklardan habersiz tüm sıradanlığıyla durağa yanaşmıştı. Bilmediği tek şey orada o an bir canın hayattan kopup gitmesine neden olacağıydı…
Bu sıkıntılı hayata sadece 25 yılını sığdırabilmişti. Düşünmüş müydü acaba çocuğunun büyümesini izleyemeyeceğini, hiç yaşlanamayacağını, hayatının bu kadar kısa süreceğini. Nereden aklına gelebilirdi ki. Böyle bir şeyi kim düşünmek isterdi.
En güzel anneye itafen…
YORUMLAR