ÖZYAŞAM ÖYKÜM
06 Ekim 2018, 19.24 A- A+
Özyaşam Öyküm
1939 yılı kasım ayının on beşinde kutlu bir çarşamba günü (çarşambayı salladım; ama çok merak eden varsa araştırsın. 1939 kasımının on beşi çarşambaya geliyor mu; gelmiyor mu?) "kutlu" ya gelince; kutlu tabi; ben doğmuşum;boru mu?Şans mı? Şansızlık mı? Derseniz; bu dünyada şans diye bir kavram varsa; onunla tanışmak hiç nasip olmadı!Yine de dünya için küçük benim için büyük bir adım( Bu lafı Ay'a ilk ayak basan adamdan aşırdım) Bir zamanlar Bedri Koraman'ın çizdiği bir talihsiz adam karikatürü vardı: Tepesinde bir bulut; nereye gitse onu izler, sürekli yağmur yağdırırdı. Benim şanssızlığım da öyle bir şey...
Ben şanssızlığımla doğmuşum! Doğduğumda bakmışlar; kafa çatlak...Yani bıngıldak denen yumuşak kısım bir çizgi halinde, alından kafatasının arkasına kadar devam ediyor.Ne yapalım? Diye ebeye sormuşlar. "Lök yapıp, kafasına sarın" demiş. Lök, kireç, meşe külü,zeytinyağı, pamuk, yumurta akı karıştırılarak yapılan bir macundur. Büyük, çatlak su küplerinin onarımında kullanılır ki donduğu zaman betondan daha sert daha sağlam olur.Lök yapıp şeritler halinde bezlere sıvadıktan sonra kafama sarmışlar.Kimse de çıkıp " yeni doğmuş bebeğin kafasına bunu sarmak cinayet olur." dememiş. Lök donmuş! Kafamı mengene gibi sıkmaya başlamış. Benim ağlamaya bile mecalim yok...Öyle sersem sepelek yarı ölü duruyorum.( Ya! Tabi ki sonradan anlatılanlardan öğrendim. Yeni doğmuş bebek hatırlar mı? Çok zeki olabilirim; ama o kadar da değil yani) Ev halkını almış mı bir telaş? Almış! Eyvah! Kızan ölüyor!Sıcak su, sabun, yağ, merhen...
Zor zar kafa derisiyle birlikte lökü söküp almışlar.Çok ağlıyormuşum; bu kadar badireden sonra normal tabi. Bu ağlamalar devam edip ben uyku uyumayınca ( artık bir buçuk iki yaşlarındayım) rahmetli annemle babam bir battaniyenin içine yatırır biri bir taraftan diğeri diğer taraftan tutup sallarlarmış. Bu da para etmeyince babam ağzıma bir kaç damla rakı damlatırmış!Sarhoş mu olur muşum; yoksa sallanmaktan kendimden mi geçermişim? Bilemem. Böyle,böyle büyüdüm. Sessiz, içine kapanık bir çocuğum. Çok az konuşuyorum; bir şey sorulursa cevap veriyorum o kadar. Pek zeki sayılmıyorum. Dedemin kız kardeşi büyük halamın kocası bir Mehmet eniştemiz var; bana" kakavan Ali" diyor. Kakavan, aptal, geri zekalı gibi bir anlama geliyor.
Babam da bir tuhaf adam. Espri yapmayı, birileriyle alay etmeyi, insanların taklidini yapmayı pek sever.
Pek fazla bir arada kalmadık. Küçüğüm, karşıma geçer "ağlayamaz, ağlayamaz" demeye başlar. Sonunda beni ağlatır. Şunu anlayamaz; ben onun bana böyle yapmasına üzüldüğüm içerlediğim için ağlıyorum. Karağaç köyünden İstanbu'a gidiyoruz. Annem üçüncü çocuğuna hamile.Ben iki yaşında var yokum. Köyden İstanbul'a kadar tuvaletimi tutmuşum, sonunda yapmak zorunda kalmışım.Büyüdüm, okullar, biti öğretmen oldum, rahmetli bunu tekrarlamaktan ölünceye kadar vazgeçmedi. Ne zaman bir misafir, gelse,veya bir misafirliğe gitsek, hiç gereği yokken, başka konularda konuşulurken, bana döner,herkesin duyaca şekilde "üzülme, üzülme, İstanul'a gelirken sıçtığını kimseye anlatmayacağım." İnsanlar bu olayın, bir buçuk, iki yaşında gerçekleştiğini bilmez. Babam iki ailenin tek erkek evladıymış, el bebek gül bebek büyütmüşler. Bir dediği iki edilmemiş. Sofya'da yüksek okulda okumuş.vb. Bu sayfalar dolusu anlatılacak bir başka konudur. Yeniden çocukluğuma döneyim. ( Psikiyatr muayene yatağındaymış gibi oldu )
Henüz okula gitmiyorum. Evimizin arkasındaki komşumuzun oğlu Hüseyin'le arkadaşız. O benden iki yaş kadar büyük. Onların bahçesinde bir çocukla bilye oynuyorlar. Ben küçüğüm diye beni oynatmıyorlar. Ben çömelmiş vaziyette onları seyrediyorum. Onlar bana doğru geldikçe ben geriliyorum. Arkada da yeni kazılmış bir kuyu var. Henüz su çıkmamış. Ben geri geri giderken birden kendimi kuyunun dibinde buldum. Kuyunun dibinde yumuşak bir toprak öbeği var. Onun üzerine düştüm. Hiçbir yerime bir şey olmadı canım da acımadı.Evde çok yaşlı bir Osman dedemiz var; ninemin babası çocuklar koşup ona haber verdiler. Dede çok yaşlı,merdiven de bulamamış, komşularda da çocuklarla yaşlılardan başka kimse yok. Eli silah(!) tutan herkes bağda, bahçede, tarlada.Sonunda bir urgan bulup kuyuya salladılar. Belime zor zar bağlayabildim. Çocukların da yardımıyla dede beni kuyudan çıkardı.
Çirkindim, allahın bildiğini kuldan niye saklayayım...Ön üst dişlerim, üst dudağımın alt dudağımla buluşmasına izin vermediği için sürekli ağzım açık gezerdim! (yani gezmediğim zaman da öyleydi!) Ön üst iki kesici dişim bayaa iri üstelik biri diğeriğinin üzerine binikti.Dişlektim anlayacağınız! Görünümü gözünüzde canlandırdınız ; kapiş? Ama gözlerim güzelmiş! Ben de söyleyenlerin yalancısıyım. Yakın komşumuz bir nine vardı; bana "erik gözlü" derdi. Ben bunun iyi mi,yoksa kötü mü? Olduğunu önce kestiremedim. Fakat ninenin bunu başımı okşayarak söylemesinden iyi bir anlama geldiğini anladım. Çok sonra bunu gözlerimin renginden dolayı söylediği sonucuna vardım. Söylemesi ayıp değil; ışığın durumuna göre yeşile çalan ela renkli gözlerim vardı; hala var! Ninecik gözlerimin rengini olgunlaşmaya yüz tutmuş caneriği rengine benzettiği için öyle diyormuş.
Ne demişler " kaş göz gerisi söz " ben de de kaş göz yerinde. Altı yaşında okula başladım. Diğer çocuklar daha alfabeyi öğrenmeden ben okuma yazmayı söktüm.Zaten daha okula başlamadan rahmetli dedem bana Arap harflerini ve Kur'an okumayı öğretmişti. Bizim köyde okumaya, okuyana çok önem verilir. Adım unutuldu; artık benden "Çakır" diye söz ediliyor. Okulda olan biten anında köye yayılır. Köy kahvesinde konuşulmaya başlarlar " Bugün Çakır'ı dördüncü sınıf öğretmeni, derse ikinci sınıf öğretmeninden izin alıp sınıfına götürmüş. Tahtada yazılı bir problemi sınıftaki talebeler çözememiş. Çakır çözmüş. Doğruydu; tahtada basit dört işlem,problemleri vardı. Toplama, çıkarma, çarpma, bölme, kolayca çözdüm. Sınıf öğretmeni çok yanlış bir şey yaptı: " bunlara birer tokat at " dedi. Korktuğumdan değil ama böyle bir şeyin çok aşağılayı, onur kırıcı olduğunu düşündüğüm için yapmadım. Öğretmenim ben sınıfıma gidiyorum dedim ve çıktım. Kötü bir huyum vardı; hiç ders çalışmıyordum. İlk okulda bu sınıf birincisi, hatta okul birincisi olmama engel olmadı; ama ilkokuldan sonra; aynı şekilde devam edince vasat bir öğrenci durumuna düştüm. Bütünlemeye, ya da sınıfta kalmadım ama biraz çalışmayla sınıfın en parlak öğrencisi olabilecekken, olamadım. Ders çalışmadım ama çok kitap okudum. Varlık Yayınlarından Türk ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarının eserleri yayınlanıyor bir ve iki lira fiyatla satılıyordu. Harçlımdan ayırdığım parayla bunları alıyordum. Ayrıca okul kütüphanesinden de yararlanıyordum.
T.C. Ali Çakır, AliÇ, dramaturg
YORUMLAR
O yorumun da bizim tarafımızdan onaylanmaması gerekiyordu içeriğinden dolayı ancak reddet işlemi yapılacakken, onaya verilmiş ne yazık ki
Hata tamamen bize ait, o yüzden Gamyun adına, tüm okuyanlardan özür dileriz, yapmamamız gereken bir hata yapmışız. O yüzden, sonuna kadar bu konuda bizi dövebilirsiniz
Dramaturg, yazınız ve üslubunuz harika, keyifle okudum, özyaşamınızı