PALTO...
06 Kasım 2018, 19.12 A- A+
PALTO
"Hepimiz Gogol'un "Palto"sundan çıktık. Dostoyevski"
Gogol'un " Palto"suyla delikanlının "Palto"su bire bir örtüşmüyor. Benzerlikler var; ama az... İkisi de palto işte "Küçük Adam"ların paltoları. Belki delikanlının "Palto"sundan da çıkanlar olur. Kim bilir?
Adam, delikanlının paltosundan çıkanlar olmadığı gibi,bu paltonun altmış yıl sonra kendisine üzüntü ve sorunlar yarattığını düşündü.
Hep şunu söyler adam: Gerçekler sevdiklerinizi kıracak, incitecek, acıtacaksa; bırakın, sizde kalsın, söylemeyin. Adam bu kendi kuralına, kendisi de uymadı, uyamadı.
Ne olmuştu? Hatırlayalım. Bir palto,hem de kış günü Tahtakale'de otuz liraya bir delikanlı tarafından satılmıştı.Burada lafa bir düğüm atalım. Paltonun öyküsüne, daha doğrusu övgüsüne geçelim.
Kepir'de kışlar yaman olur! Gariban köy çocuklarının çoğunun paltosu yoktur. Alabilen incesinden, ucuzundan bir pardesü almıştır; alamayan okulun verdiği giysilerle dolaşır. Hani, adam, yazın esen serin rüzgara göğsünü açıp " Es yiğidin bağrına." diye efelenir, kışın poyraz vurup tir tir titretince "Buldun garip çingeneyi sen de vur bakalım" dermiş ya! O hesap... Bizim garibanlar da yazın serinler sevinir, kışın donar yerinir... ( Lafı biraz dolandırmazsak yazı bir, bilemedin iki paragrafta bitecek. Sayın ve de çok kıymetli okuyucumuz demez mi? "Be hey angut! Oldu olacak mesaj atsaydın." )
Kepir'de öğrencilere her yıl giysi verilir: Elbisesinden, ayakkabısına, gömleğine, atletine, fanilasına , çorabına, donuna kadar... Ha! Ayağı 36 numara olan çocuğa 40 numara ayakkabı verilmiş... Olur o kadar. Ayakkabının burnuna arkasına gazete kağıdı doldursun giysin. Hem seneye de giyer! Pantolonun bir paçası kısa, diğeri uzunmuş. Sorun yok; uzun olan paçayı kıvırsın . Olmadı makasla kessin. Ee! Ayakkabı küçük; çocuğun ayağına olmuyor. Açılır o açılır! Yürüdükçe açılır. Tabi bunlar latife espri...
Adam geçmiş onca yıldan sonra çocukluk, öğrencilik yıllarına daldı. Çocuklukla, delikanlılık arası... Sesi bir kalınlaşıyor, bir inceliyor; tam oturmamış...Henüz ne tam çocuk, ne tam delikanlı.
Okuldan mezun oldular;artık birer ilkokul öğretmeniydiler. Atama bekliyorlardı. Mezuniyetten önce hepsine birer palto verildi. Öyle ha deyince verilmedi tabi; o zamanlar henüz konfeksiyon diye bir şey bilinmiyor. İhale açıldı. Terziler geldi. En ucuz fiyatı veren işi kaptı. Ölçüler alındı; arada provalar yapıldı; sonunda paltolar geldi. Paltolar da paltoydu hani! Kalın kahverengi kumaştan... Koy odanın ortasına dimdik dursun! Delikanlının güzel bir paltosu olmuştu.Bu yaşamındaki ilk paltoydu.
Eğitim Enstitüsü sınavlarını kazanmış; bir kız arkadaşı bile olmuştu. Eğitim enstitüsü yılları delikanlı ve kız için güzel yıllardı. Eğitim Enstitüsü Öğrenci Derneği üyesiydiler. Delikanlı aynı sınıftan bir öğrenciyle çok iyi arkadaş olmuştu. Arkadaştan da öte kardeş gibiydiler. Bu arkadaşı derneğin başkanıydı.
Dernek üyeleri derneğin giderleri için küçük bir miktar aidat ödüyorlardı. Yeni dernek yönetimi için seçim zamanı gelmiş, hazırlıklar başlamıştı. Başkan bir gün delikanlıya " seçim yapılacak benim biraz açığım var. Evden istesem gelmesi zaman alır, yetişmez. Para bulmam lazım" dedi. Delikanlının parası yoktu. Alabileceği bir yer, bir kimse de yoktu. Ne yapabiliriz diye düşündüler. Arkadaşı " Senin paltoyu satalım..Para etse benim pardesüyü satarım ama hem çok eski, hem kumaşı çok kalitesiz. Kimse buna para vermez." " Parmağındaki yüzüğü sat; o para eder dedi delikanlı. ( Arkadaşının parmağında oldukça değerli bir şövalye yüzük vardı.) " Onu hiç satamam " dedi arkadaşı."Baba yadigarı, anısı var." Delikanlı "hayır" demeyi hiç bilmez, beceremezdi. Bir kaç direnmeden sonra yelkenleri suya indirirdi. Baba oldu, yaşlandı torun sahibi; dede oldu hala öğrenemedi.
Adam gülümseyerek, çok doğru der gibi başını salladı.
Delikanlı, palto kolunda Tahtakale'ye girdi. Av kokusu almış av köpekleri gibi bir takım adamların onu gözlediklerinden haberi yoktu. Sol omuzları, sağ omuzlarından on santim daha aşağıda bu adamların kendisine yaklaştığını fark ettiğinde, "Acaba beni dövecekler mi?" diye korktu. İlk gelen paltonun kumaşını baş ve işaret parmağıyla ovalayıp beğenmemiş gibi yüzünü ekşiterek " Ne istiyorsun buna?" diye sordu. Delikanlı "yüz lira" dedi. Adam bir kahkaha atıp başka bir şey söylemeden çekip gitti. Ondan sonra gelen adam da aynı tavırlarla " Yüz lira " cevabını duyunca, bir şey söylemeden gitti. Deli kanlı ondan sora gelenlere "yetmiş beş" demeye başladı. Gene olmadı. Elliye inince biri " otuz lira veririm."dedi Delikanlı satmadı. Ondan sonra gelenlerin hepsi sözleşmiş gibi hep "otuz lira" dediler. Otuz liraya sattı delikanlı paltoyu.
Adam çok düşündü sonra: İyiliği de dozunda bırakmalı. Yoksa adınız enayiye çıkar.
Yıllar sonra adam bu palto macerasını isim vermeden bir yazısında anlattı. Arkadaşı okumuş; darıldı. Altmış yıllık arkadaşlıkları sona erdi. Adam yalan yazmamıştı. Düş ürünü bir öykü de kurgulamamıştı. Salt gerçekleri dile geçirmişti.
Onun için diyor ki: Siz siz olun; sevdiklerinizi üzecek, yaralayacak, acıtacak, gerçekler sizde kalsın, söylemeyin, yazmayın
dramaturg
YORUMLAR