Yarım Paket Sigara, Naylon bir Tesbih ve 264 Lira 25 Kuruş
23 Ocak 2019, 12.43 A- A+
Telefonum çalıyor. Arayan babam. Açtım.
- Efendim baba.
Ses yok.
Yineledim.
- Efendim baba, konuşsana.
Hala ses yok ve ben ciddi şekilde endişelenmeye başlamışken, telefonun diğer ucundaki tanımadık bir ses;
- Kardeşim Polis. Telefonda ''Oğlum Tarık'' diye kayıtlı olduğun için seni aradık. Baban bir kaza geçirdi ve şuan Bağcılar Devlet Hastahanesinde. Gelsen iyi olur.
- Abi sen ne diyorsun, ne kazası, ne hastahanesi, babam nasıl söyle söyle.Diye bağırdım.
- Kardeşim hastahanede işte, gelsen iyi olur.
Nefesim sıklaştı, hem nefesim sıklaştı hem de havasızlıktan boğuluyorum… Yutkundum, hırıltılı bir sesle sordum.
- Abi yaşıyor mu Allah’ını seversen söyle, yaşıyor mu?
- Yaşıyor koçum haydi geç kalma daha fazla. Dedi ve kapattı babamın telefonunu, karşıdaki yabancı ses.
Gündüzleri sabahtan akşama dek bir esnaf lokantasında çalışan ve akşam olduğunda da ek iş olarak gece yarısına dek bir ticari takside şoförlük yapan bir adamın oğlu olarak ben onun kaza haberini aldığımda, Soğanlıda, yani babamın belki de yaşam mücadelesi verdiği hastahaneye 5-10 km uzaklıkta, evimin dibindeki Arnavut Dursun’un kahvesinde King oynuyordum. Kağıtlar elimde kalakaldı. Tüm gücüm bir anda gitti. Ne yapacağımı bilemedim. Hiç birşey düşünemez oldum. Karşımda çocukluk arkadaşım, ne arkadaşı kardeşim İbrahim vardı. Telefon konuşmasından olan biteni anlamıştı. Hemen kalktı yanıma geldi ve beni kolumdan tutup, yığılıp kaldığım sandalyeden kaldırdı.
- Haydi. Dedi.
- Hangi hastahanedeymiş?
Hırıltılı ve boğuk sesimle yavaşça,
- Bağcılar Devletteymiş. Diyebildim.
Beni çekiştirerek kapıya doğru sürüklerken,
- Arnavut çabuk bir su koştur, arabanın anahtarlarını da. Diye bağırdı.
İbrahim, bizi çok seven ve tüm konuşmalara şahit olan Dursun’un, panik halinde, hüzünlü ve nemli gözlerle getirdiği yarım litrelik suyu ve canı gibi baktığı, asla kıyıp da kimselere emaneten bile olsa veremediği 84 model mavi Kartal'ının anahtarlarını kaptığı gibi, kendini benimle birlikte kapıya attı. Araba kahvehanenin kapısının hemen önünde idi. Beni ön koltuğa yerleştirdikten sonra hızla gidip direksiyona geçti. İbrahim’in; Dursun’un her zaman lastikleri bile ışıl ışıl parlayan ve sanki her an bir mahalle düğününe gelin arabası olması için çağırılacakmış gibi tertemiz tuttuğu Kartal'ının kontağını çevirmesi ile gazına yüklenmesi bir oldu. Tertemiz ve pırıl pırıl olan yaşlı araç, bizi bir an önce bir bilinmezliğin kucağına atmak üzere, yaşına inat sanki yeni bir araçmış gibi lastiklerini gıcırdata gıcırdata ileriye atıldı.
Birkaç dakika sonra hastahanenin acil girişine ulaştık. Yolda İbrahim'in zorlaması ile suyu içmiş, biraz kendimi toparlamıştım. Araba acilin kapısına yanaşır yanaşmaz daha stop etmeden kapıyı açtım ve aşağı atladım. Acil önü ana baba günü gibi idi. Aksıran tıksıran ama hiçbiri acillik olmayan hastalar, gece yarısı yapacak daha iyi bir işleri olmadığı için hastahaneleri mesken tuttukları ayan beyan ortada olan kimsesiz yaşlılar arasından birkaçına omuz ata ata ilerledim. Söylenmeleri, belli belirsiz edilen küfürleri duymazlıktan geldim. Acil kapısından,
- Baba, baba, babaaaa. Diye bağırarak içeri girdim. Acil müdahale odasının kapısında iki polis vardı. Koşturarak yanıma geldiler ve yaşlıca olanı beni göğsümden tutup bana,
- Oğlum sen Tarık mısın?. Diye sordu.
- Abi benim, bırakın beni, babam, babam, babam nerede? Diye bağırdım. Polisin gözleri dolu dolu idi.
- Oğlum sakin ol. Müdahale ediyorlar, orada olmanın babana bir yararı olmaz. Dedi.
Tüm şefkatine, nezaketine ve gözlerinde biriken yağmur bulutlarına rağmen, beni içeriye bırakmadığı için Polise karşı büyük bir öfke duydum ve yumruğumu sıkıp suratına patlatmak için kolumu havaya kaldırdım, yumruğumu tam indirecekken İbrahim yetişti kolumu havada yakaladı.
- Dur Tarık, Polis abi doğru söylüyor, içeri girip de ne yapacaksın? Diye bana sertçe bağırdı. İbrahim'in sesi ile birden kendime geldim. Döndüm. Çaresizce yüzüne baktım. Haklılardı. İçeri girip de ne yapacaktım. İbrahim'e sarıldım.
- İbo babamdan haber yok İbooo. Diye bağırdım ve artık kendimi daha fazla tutamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. İbrahim polislerden özür diledi. Onlarda ‘’Olur, kusurluk bir şey yok’’ minvalinde başlarını eğip bizi selamladılar ve tekrar müdahale odasının kapısına geçtiler.
İbrahim ile hastahane bahçesine geçtik. Daha fazla ayakta kalamadım. Bahçede bir duvar dibine çöküverdim.
- Allah’ım ne olur babam yaşasın, ne olur, ne olur. Diye salya sümük ağlaya ağlaya dua etmeye başladım. O an; babamı aynı benim gibi çok seven İbrahim, duama eşlik ediyor ''Amin, Amiiin'' diyordu. Ve o da hemen yanı başımda ağlıyordu. Fakat benim aksime böyle durumlarda birinin güçlü durması gerektiğini bilen bir adam gibi, sessizce.
Aradan 1 saat kadar geçti. Beni içeri çağırdılar. İbrahim’le birlikte çöküp kaldığımız duvar köşesinden kalkıp acile doğru yürümeye başladık. Umut, korku, dehşet… Duygu namına ne varsa hepsini aynı anda yaşayarak kapıdan içeri girdim. Müdahale odasının kapısında bu kez kırklı yaşların sonlarında kır saçlı bir doktor ile genç ve iri yarı dört güvenlik görevlisi vardı. Onları görünce tüm dünyam karardı. Umuda dair içimde yeşeren her şey bir anda yitip gitti. Bana yaklaştılar. Kır saçlı doktor elini omuzuma koydu. Kaçınılmaz olan repliği duymak üzere olan ben, kahırdan ölmek üzere iken,
- Başın sağ olsun kardeşim, geldiğinde durumu çok ciddi idi. İç kanaması da vardı. Elimizden gelen her şeyi yaptık ama maalesef kurtarmaya muvaffak olamadık, metin ol. Dedi.
Bayılmışım. Gözlerimi müşahede odasında, bir yatakta, kolumda serum bağlı iken açtım.
İbrahim yanımda idi. Ona bakıp usulca,
- Babam…? Diyebildim sadece.
İbrahim; bu kez donuk ama hüzünlü bir sesle ve en az benim kadar yanan ve kanayan kalbinin acısını beceriksizce bastırmaya çalışarak ,
- Gasılhaneden çıkardık, morgda. Başımız sağolsun kardeşim. Allah taksiratını af eylesin. Şimdi metin olmak zamanı. Dedi.
Yutkundum, gözyaşlarım sel oldu, kemirdiğim dudaklarımdan sızan kan dilime değdi. Sarhoş gibi idim, boş boş odanın duvarlarına bakınırken içeriye elinde kağıtlar ve naylon bir poşetle, çocuk yaşta denilebilecek kadar genç bir polis girdi. Yanıma kadar geldi. Başını önüne eğdi. Bana hiç bakmadan,
- Başınız sağ olsun abi, ne desek boş, Allah size ömür versin. Dedi.
İbrahim başını kaldıramayan, polisten çok lise talebesine benzeyen çocuğun yanağına dokundu.
- Dostlar sağ olsun koçum, bir şey mi vardı? Diye sordu.
Polis, yaşından ve görünüşünden hiç de umulmayacak bir olgunluk ile,
- Abi belki hiç uygun bir zaman değil, gerçi bunun hiçbir şekilde uygun bir zamanı da olmaz ama amcanın zati eşyaları, imza karşılığı teslim etmeliyim. Dedi. Ve imzalamam için elinde tuttuğu tutanakla, naylon poşeti bana uzattı.
Daha önce bir kez ve onu da annemden dinlemiştim. Tüm hayatı boyunca asla dürüstlükten, doğruluktan ve çalışkanlıktan ayrılmayan babam, memleketindeki yoksulluktan bıkıp İstanbul'a kaçtıktan sonra, Soğanlı Meydanı'nda kendisini farkeden ve hikayesini dinledikten sonra kendisine acıyan Faki Baba'nın esnaf lokantasına bulaşıkçı olarak işe başladığında 13 yaşında imiş ve cebinde sadece, koca İstanbul’da iş arayarak geçirdiği 7 korkutucu günden sonra arta kalan 8 lirası ve 15 kuruşu varmış.
Şimdi annemden dinlediğim, o basit ama acı hikayenin kahramanı olan cefakar adam, adi bir sarhoşun aracına çarpması sonucu öldü. 51 yaşında idi. Polisin bana uzattığı naylon poşetin içinde ise; yarım paket sigara, naylon bir tesbih ve 264 lira 25 kuruş vardı.
Bunları gördüğümde tüm acımı içime gömdüm. 4 sınıfta olduğum üniversitenin üzerini bir kalemde sildim ve yemin ettim.
Düzene uymamaya ve cebimde 264 lira 25 kuruş ile ölmemeye….
YORUMLAR
Şimdiii gelelim çözümü hileli soruna...:DÇözüm, A,B,C,D,E seçeneklerinin alayını içeren F bence..:)A) Kıskandın. Aslında ''kıskandın'' demek sana haksızlık. Ben bunu ''beğendin'' olarak kabul ediyorum. Hatta çoşkunu göz önüne alacak olursak çok bile beğenmiş olabilirsin..:)B) Sihirli bir dokunuş olduğu muhakkak. Bunun aksi söz konusu ise ki; bence öyle, mevzu basit bir intihal. :)C) Kötü niyetlisin. Buna cevap bile vermem, bu zaten çok açık...:D :DD) Kesinlikle çocukluğuna inmek gerekiyor, hatta epey bir derine...;)E) Bkz. A. Çünkü, E şıkkı aşağı yukarı A şıkkı ile aynı minvalde.
Ben senin evvelki ''boşver'' ini dikkate alıp, kestirmeden halettim. Halledemeyen de görüldüğü üzere cezbe'leşip duruyor...:D :D :D
İmdiii bi çek git Tilki, seni çok pis sevmeye başladım...:D