gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Sıkıntılı Günler

04 Şubat 2019, 17.41
A- A+
Sıkıntılı Günler
 Seksenli yıllar...Sağcı gençlerle solcu gençer her gün birbirleriyle çatışma halindeler. Yaralananlar, ölenler oluyor. Yurdum insanı ikiye bölünmüş... Biz solcu biliniyoruz. Solculuğumuz haki yeşil parkalarımızdan ve sarkık bıyıklarımızdan anlaşılıyor. Benim de haki yeşil bir parkam ve sarkık bıyıklarım var. Zaman zaman her iki grubun önderleri seminer denen toplantılar yapıyor; kendi gruplarını sözüm ona bilgilendiriyor, aydınlatıyorlar. Aslında onların da sağcı, ya da solcu felsefe hakkında bi bk bildikleri yok. İşler bu halde iken 12 Eylül darbesi oldu. Faşist Kenan Evren denen cahil herif devlet başkanı oldu. Örfi idare ( sıkı yönetim ) ilan edildi. İlk geldiği yerlerden biri Erdek oldu. " Netekim; burası biz yönetimi ele almadan önce anarşi yuvasıydı. Şimdi herkes huzur içinde eğleniyor, denize giriyor."diyor. Oysa Erdek anarşinin, çatışmanın, kavganın girmediği nadir yerlerden biriydi. Çay bahçeleri, pilajlar, moteller,turistlerle doluydu. İhtilalden sonra, her yer ıpıssız hale gelmişti.
İnançlıyımdır ama öyle dindar biri de sayılmam. Çocukluğumdan beri,rahmetli dedemin yönlendirmesiyle cuma namazlarına giderdim.( Artık gidemiyorum. Ayağım sakat, tek başıma dışarı çıkamıyorum )Cuma namazlarına gidişim normal karşılanır kimsenin de dikkatini çekmezdi. Bir cuma gene namaza gittim. Haki yeşil parkam ve bıyıklarımla... Önce önümdeki birkaç kişi, sonra tüm cemaat arkaya dönüp dönüp bana bakmaya başladı. Bir gominist cuma namazına gelmişti!!! Oysa bu insanlar daha önceden tanıdık, bildik ya da benim öyle sandığım insanlardı. Ne ara bu denli yabancılaşmış, böyle uzaklaşmıştık. O yıllarda Erdek Lise'sinde çalışıyoruz. İkizlerimiz doğdu. Ben sabahçıyım eşim öğleci... Öğleye kadar çocuklara eşim bakıyor, dersten çıkar çıkmaz bi koşu eve gidiyor, nöbeti teslim alıyorum. Eşim aceleyle derse yetişiyor.
Sıkı yönetim ilanından sonra; daha önce şehir kulübünde oturup çay içtiğimiz, sohbet ettiğimiz, tavla oynadığımız, ailece görüştüğümüz, askerlik şube başkanı binbaşı, beni ve eşimi çağırdı. Biraz kem küm ettikten sonra; siyasi faaliyetlerde bulundğumuzun, duyumlarını aldığını, sol propaganda yaptığımızı, Karl Marks'ı övdüğümüzü söyleyip, daha bir sürü ipe sapa gelmez suçlamalarla bizim bu kasabada suyumuzun ısındığını ima etti. Bu arada eşime "subay sigarasını biz bulamıyoruz, siz nereden buluyorsunuz" dedi. Eşimin elinde, kenarlarında beyaz beyaz küçük yapraklar bulunan kırmızı bir mendil vardı. Eşim" O sigara değil mendil "cevabını verdi. Bunun üzerine binbaşı " Rengi de kıpkızılmış" dedi. "Tıpkı subay sigarasının rengi gibi" cevabını yapıştırdı eşim.
 Sıkı yönetimden sonra Van'a naklimiz çıktı. Van merkezden de Erciş'e gönderdiler. Milli eğitim müdürüne "merkezde bırakamaz mıydınız?" diye sordum. Müküs'e göndermediğime dua et demez mi? Müküs, sonradan adı Bahçesaray yapılan Van'ın en uzak ilçesi.
 Erciş lisesinde göreve başladık.
 Cuma günleri son iki saat lise son sınıflara dersim var. Birinci saatten sonra, güneş batmadan önce öğrencileri okulun önüne çıkarıp İstiklal Marşı'yla bayrağı göndere çekip derse devam ediyoruz. Dersten çıkıp eve giderken yanıma iki öğrenci yaklaştı. Biri sağıma biri soluma geçti. "Hocam bundan sonra sizi evinize biz götüreceğiz" dediler. "Gerek yok." dedimse de; orada kaldığımız sürece bana eşlik ettiler.
Bahçe içinde iki odalı bir evin bir odasını kiraladık. Evin önünde sundurması var. Sundurma kontraplakla ikiye bölünmüş. Diğer odayı da genç bir öğretmen kiralamış.En kısa zamanda danıştay kararıyla döneceğimizi düşündüğümüz için Erdek'teki evi boşaltmadık. Giysilerimizden başka eşya getirmemiştik. Ne yatak yorgan ne karyola hiçbir şey...Kasabanın dışında bir yatılı öğretmen okulu olduğunu öğrendik. Gittim müdüre durumu anlattım. İlk kez yardımcı olmaya çalışan biriyle karşılaşıyordum. Yorgan, döşek karyola verdi, vermekle de kalmadı okulun kamyonetiyle eve gönderdi.
 Günlük masraflar için ayırabildiğimiz para elli lira.
 Yemek işini de hallettik(!) Sabah kahvaltıları için sıçak süt satan bir yerden termosla süt alıyorum. Öğle ve akşam yemekleri için hamsi: O yıl hamsi çok bol. Bir kilo hamsi alıyoruz; yarısı öğle, yarısı akşam için. Akşamları ev sahibine televizyon izlemeye gidiyoruz. Zoraki konukluk. Rahmetli oğlum iki yaşında. Mekanı cennet olsun, nurlar içinde yatsın, Allah'ım kavuşmayı nasip etsin.
İkizler okula başladı. Anneleri tembih etmiş, dersten sonra zil çalınca el ele tutuşun, sağa sola bakmadan, oyalanmadan dosdoğru eve gelin diye. Okula gittikten bir saat kadar sonra el ele eve gelmişler. Anneleri " Ne oldu? Okul tatil mi oldu?" diye sorunca " Sen dersten sonra, zil çalınca el ele tutuşun gelin demedin mi? Dersten sonra, zil çaldı biz de geldik." demişler. Birbirlerine çok bağlı, birbirlerini gözetip kollayan çocuklardı. Bir arada değillerken, birisi yiyecek bi şey alsa, ya da birisi, birine bi şey verse, yarısını önlüğünün cebine koyar diğerine getirir.
 Erciş'ten sonra Sivas'a nakledildik. İstasyon Caddesi üzerinde bir daire kiraladık. Evin kuzeye bakan yönünde Sivas gibi kışları çok soğuk geçen bir yere hiç uygun olmayan geniş pencereleri vardı,aynı zamanda alt katı da boş bir dükkandı. Kaloriferli olmasına rağmen bir türlü ısınamadık. Beni Behrampaşa orta okuluna hanımı ticaret lisesine verdiler. Bir yıl Sivas'ta kaldık.Şebnem Sivas'ta liseye başladı.Ve yanılmıyorsam o yıl ayağı bacağı kırıldı. Epey bir süre alçıda kaldı. Allahtan kalıcı bir hasar oluşmadı. Sonunda uğraş, didin hanımın naklini Erdek Lisesi'ne yaptırabildik. O göreve başladıktan sonra ben eş durumundan naklimi istedim. Tuttular beni Dursunbey'e verdiler. "Ya! Ben eş durumından naklimi istedim." dedim. "Tamam işte eş durumundan naklini yaptık." dediler. " Böyle şey olur mu? Bu nasıl eş durumu?" diye sorunca da ikisi de balıkesir'in ilçesi." dediler. Kısacası dalga geçtiler.Dursunbey Balıkesir'e iki yüz kilometre... Tek ulaşım aracı tren... Her cuma dersten sonra trenle Balıkesir'e; oradan, otobüs ya da minibüsle Bandırma'ya...Bandırma'ya vardığımda akşam hatta gece olmuş olduğu için tüm Erdek minibüsleri gitmiş oluyor.Benim gibi gecikmiş birkaç kişiyle taksi tutup geç vakit eve varıyorum.Tayinler, nakiller, değişik yerlerde yaptığım görevler sonunda yirmi beş yılı doldurdum. Doldurunca da bir gün bile durmadan emekliliğimi istedim.
 Stres, bunalım, ruhsal travma, geçim derdi, geçimsizliği; geçimsizlikler evliliği kopma noktasına getirdi. Sonunda yirmi yılın sonunda ayrıldık. Aradan kaç yıl geçti şimdi tam olarak bir rakam veremiyorum ama yeni bir umut var içimde. Olabilir gibi sanki.
 Emeklilikten sonra Ankara'ya yerleştik. Ömrümün en uzun bölümü Ankara'da geçti. Kendimi Ankaralı hissediyorum ve Ankara'yı çok seviyorum. Emeklilikten sonra sanat yaşamım başladı.Dublaj, özellikle tiyatro, dizi ve film oyunculuğu...Yaşantımın bu bölümü de başlı başına başka bir yazı konusu... Belki bir gün yazarım.
 Hoşçakalın, sağlıcakla kalın, mutlu, huzurlu, neşeli,sağlıklı kalın. Kendinize iyi davranın. Selamlar sevgiler.
AliÇ.

YORUMLAR

05 Şubat 2019, 10.13
Sevgili Öğretmenim Dramaturg ;Yazınız beni çok etkiledi.Ruhunuzdaki sızı yı hâlâ ilk gün ki gibi yaşıyor ve yaşatıyorsunuz. Okuduğum zaman gözlerim doldu.

Yine tekrar etcem sözümü "mukaddes " bir hediye Rabbim den size .Bu  kadar güzel , içten , samimi olmanız size karşı olan " saygım " daha da arttı.

Ve şunu söylemeden gecemiçem bu blog platformunu düşünen kişi veya kişilerin " anasına / babasına rahmet " Çünkü sizin yazılarınızı okumama vesile oldular.

Rabbim size sağlıklı uzun ömür versin.

İyiki varsın iyiki sizin yazılarınızı Rabbim bana okumayı nasip etti.
Çok Teşekkür Ederim . Gönlü güzel insan....

05 Şubat 2019, 11.40
                                Sevgili!mıa çok teşekür ederim. Sizler okuyup beğendiğiniz için çok mutlu oluyorum. Sağolun, varolun. Sevgi ve selamlar. O sizin ruhunuzun gönlünüzün güzelliği.
05 Şubat 2019, 11.41
Yine yaz .. hep yaz ... Doyamıyoruz seni okumaya .. Sevgiler senden, minnetle saygı da bizden Ali 
dedem..
05 Şubat 2019, 11.51
                                Sevgili deT@y yazılarımı okuyup beğenmeniz bana sonsuz mutluluk ve sevinç veriyor. Çok teşekkür ederim. Yeter ki sizler okuyun. Ben gene yazarım, hep yazarım... Sevgi ve selamlarımla. Sağlıcakla kal, huzurlu mutlu sevgiyle kal...
05 Şubat 2019, 13.31
      o yıllar gerçekten zor yıllardı.lisemiz 15 gün arayla son derste iki defa basılmıştı.birinde edebiyat dersindeydik hocamız güvende olmammız için kapının arkasına sıraları yığdırmıştı. okuldan eve korkarak dönerdik bir defasında tam evin önüne yaklaşmışken köşede onyedi onsekiz yaşlarında bir genç karşılıklı ateş ediyordu bir kaza kurşununa denk gelmeden eve dönebildim .işte en basit liselerde bile durum buydu ülkenin hali böyleydi.ders aralarında kendi halinde bir öğrenci olmanıza ragmen size bir görüş aşılamak için bazı öğrenciler yanınıza yanaşırdı.her gün ölen öğrencilerin haberini verirdi televizyonlar gazeteler.ben üniversite okuyabildiysemde çoğu insanın sırf bu yüzden çocuğunu üniversiteye göndermediğini çok duydum.
              ( ama yeni bir umut var içimde. Olabilir gibi sanki. ) umudunuzun gerçekleşmesi dileğiyle sevgiler..

05 Şubat 2019, 23.50
Tüm umutlarımızın gerçekleşmesi dileklerimle sevgli sonuncu_ Yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen her şeyin yurdumuz ve milletimizin hayrına sonuçlanması en içten temennimdir. Selam ve sevgilerimle...
06 Şubat 2019, 01.49
Yurdum insanının; ikiye, üçe, beşe bölünmediği bir zaman dilimi yok sanıyorum Dramaturg. O gün sizin başınızdan geçenleri okurken, bugünden hiçbir farkı olmadığını, hatta daha da beter bir halde olduğumuzu düşündüm. Camide sizi rahatsız eden; düz, sığ ve kategori eden bakış açısı, fazlasıyla günümüzde de mevcut. Kimi, başörtülülere bakıyor nefretle; kimi, mini eteklilere...


Önceki yazınıza değinerek bir şeyler anlatmak istiyorum: Siz, estetik olarak beğenmediğiniz heykelleri ve o heykellerin varlığını, siyaseten bir tarafa yüklüyorsunuz ve suçluyorsunuz; başka tarafta olan da, sizdeki bu suçlama refleksinin neden geliştiğini kavrayamıyor. Camide başınıza gelenlere neden olan çarpık algıyla, önceki yazıda yazdıklarınıza neden olan algı arasında hiçbir fark göremiyorum ben. Fanatizim toptan reddeder, risk tam olarak bu ve birçoğumuz bu çıkmaza düşüyoruz.


Heykellerle ilgili habere ben de bakmıştım. Bir tanesi cidden "heykel" denemeyecek bir şeydi, daha çok çocuk bahçelerine yakışır bir alçı çalışması gibi geldi bana. Diğer ikisi de bana kalırsa çok çirkin değillerdi. Heykelin fotodan anlaşılması biraz zordur tek boyutlu görünebildikleri için. Sonuçta Nasreddin Hoca karikatürize bir karakterdir, Michelangelo da yapsa, büyük bir ciddiyet taşıması, şahsın karakteriyle örtüşmezdi diye düşünüyorum. Ayrıca bu eleştiriniz bana, hatırlarsınız bir büyüğümüzün "yıkın şu heykeli, bu ne biçim heykel!" demesini anımsattı. O zaman ne kadar irrite olduysam, yazıyı okuyunca da öyle irrite oldum. Heykeltraşlarını hiç bilmiyor olduğumu belirteyim, fakat tek bir heykele bakarak, heykeltraşları gömmek hoş değil. Üstelik de sanat dediğimiz şeyin görece olduğu düşünülünce...


Kusura bakmayın böyle uzun, o yazıdan bu yazıya atlayan ve biraz da muhalif bir yorum oldu. Ha ayrıca şuna da katılmıyorum :): O zamanlardaki sizler, felsefe dahil bir yığın b.ku bilmiyorduysanız; şimdikiler, hiçbir b.ku bilmiyorlar. Kendinizden, öğretmen kimliğinizden pay biçin. Bir kendinize bakın, bir de şimdiki öğretmenlere. Saygılar, sevgiler, hem de Ankara'dan :)
06 Şubat 2019, 09.25
Sevgili CeZbe; bugüne kadar beni böyle evire çevire benzeten biri hiç olmamıştı. Çok teşekkür ederim. Kendime getirdiniz.Böylesine mantıklı , bilgece, ve tarafsız bir yaklaşım gösterebilmenizi takdirle karşıladım ve utandım. Önyargı ve taraflı davranış bana hiç yakışmadı. Tekrar teşekkür ederim. Cehaletime verin. Sevgi ve saygılarımla...
06 Şubat 2019, 16.43
Estağfirullah Sevgili Dramaturg. "Evire çevire benzetmek" tabirini, esprili kişiliğiniz söyletmiştir size, buna eminim. Niyetimin bu olmadığını bildiğinize de eminim, ki bu derece olgun karşıladınız yazdıklarımı. İnsanların konuşa konuşa anlaştığı bir genelliğe inanmıyorum ben. Ancak akıl fikir sahibi insanlar konuşa konuşa anlaşabilirler. Olan da bu sanıyorum. Türkiye'nin 'sol'unun, hiçbir zaman başaramadığı bir şeydir bu. Küçük fikir ayrılıklarının bile kan davasına dönüştüğünü, birbirlerinin üzerine basarak kendilerini yok ettiklerini, siz benden çok daha iyi bilirsiniz. Bugünkü halimizin başlıca müsebbi de, Türk toplumumun "sol"culuk kavramından bu kadar uzak olmasının da nedeni bu sanırım. Ben hiç solcu olamadım bu yüzden ömür boyu. İnsanı onduracak bir sosyalizm varken; sosyalizmi, yine insanın erdemsizliğiyle imkansız hale getiren bir cinsiz ne yazık. Bu yüzden "umutsuz sosyalist" diye tanımlayabilirim kendimi. "Cehaletime verin" sözünüz için de kocaman bir estağfirullah! Aynı çıkmazlara düşüp; sizinle aynı tepkileri verirken, epey bir çabayla çıktım ben de o çukurdan. Bizi bu hale getiren, kutuplaşmanın ağababasını yaratanlar utanmalıdırlar eğer birileri utanacaksa, siz ya da ben değil... smile Resmi
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın