BENDE KALANLAR
25 Şubat 2019, 12.29 A- A+
Hayat insanın karşısına ne zaman ne çıkarır asla bilinmezmiş. Yapılan tüm planları bir anda yerle bir eder, bambaşka yerlere savurabilir, en umulmadık anda umulmadık sonlar ya da başlangıçlar yaratabilirmiş.
Yaman bir yaz akşamı çıktığı gezintide, hayatını derinden etkileyecek hatta şekillendirecek kadınla karşılaşacağını bilmiyordu. Karşılaşmaları tamamen tesadüf eseriydi. Sohbet ettikçe birbirlerindeki farklılığı hissediyor her sohbet beraberinde bir sonraki günlerin habercisi niteliğine bürünüyordu.
İkisi de gerçekten farklıydı. Bedenlerin içindeki ruhları-özleri görebilme yeteneğine sahiptiler. Her geçen gün bunu biraz daha anlıyorlardı.
Defne…
İnsanların ikiyüzlülüğünden sıkılmış, yıllar içinde kazandığı tecrübelerle kendine olabildiğine yalın, sakin hayat kurmuş ve yalnızca bu değere layık kişileri hayatına kabul eden, arkadaşları tarafından çok sevilen bir kadındı. Empati yeteneği oldukça yüksekti. Son derece yardımsever, insanlara ve fikirlere önem veren nadir insanlardandı. Dış görünüşüyse en az içinin saflığı kadar güzeldi. Ortalamanın üzerinde bir boyda, kumral ve yeşilin tüm tonlarını içinde barındıran fevkalade gözlere sahipti. Bakışları ve güzelliğiyle etkileyemeyeceği erkek yoktu. Bunun kendisi de farkındaydı. Bu yüzden erkeklere karşı daima mesafeli ve kendini belli etmeyen (hatta saklayan) bir duruş sergilerdi. İnsanların onun dış görünüşü için değil yalnızca ‘’O’’ olduğu için ona önem vermelerini istiyordu. Oysaki konuşkan, entelektüel kişiliği ve dişiliğiyle onun fark edilmemesi mümkün değildi. Girdiği her ortamda erkekleri ışıklı vitrinlere yapışan sinekler gibi üzerine çekiyordu.
Yaman…
Yaşamayı, kadınları ve eğlenceyi seven çocuk ruhlu bir adamdı. Neredeyse her kıtadan arkadaşları olan, tabuları olmadan herkesle her şeyi konuşabilecek yapıdaydı. Kabına sığmaz devamlı aynı ortamda olmayı beceremeyen değişiklik arayan ve mutlaka bu değişikliği bulan renkli bir simaydı. Aslında son derece hassas ve attığı her adımda karşısından gelebilecek adımları hesaplayabilen iyi bir analistti. Duygusal ilişkilerinde romantik, sevse bile mesafeli, daima aşılması gereken duvarları vardı. Anlaşılması güçtü. Sinirlendiğinde bunu bakışlarıyla bile anlatabilen sertlikteydi. Kitapları çok severdi. Okuma alışkanlığı sayesinde insanları da okumayı öğrenmişti. Aidiyetsizlik hissi barındırıyordu. Ait olduğu yeri bulana dek de böyle hissedecekti.
Tanıştıkları gün Defne duygusal açıdan hassas ve kırılgan bir yapıdaydı. Neredeyse kendini insanlara kapamış ve konuşmayı bile düşünmüyordu. Ta ki Yaman’la karşılaşana dek… Defne’nin en çok etkilendiği Yaman’ın onun dış görünüşüyle ya da dişiliğiyle değil yalnızca fikirleriyle ilgilenmiş olmasıydı. Saatler süren sohbetin ardından Defne kendinden beklenmeyen bir dürtüyle bu konuşmanın burada noktalanmasını istemediğini belirtti. Nitekim Yaman’da bitirmeyecekti.
Bazen en hassas olduğumuz zamanlarda biri çıkar ve ona sığınırız. Güvenli olup olmadığını düşünmeden, hatta hiçbir şey düşünmeden yalnızca sığınmak isteriz.
Arkadaşlıkları her geçen gün güçleniyordu. Defne Yaman’ın sığ görünüşünün altındaki kişiliğini tanıdıkça ona daha çok yakınlaşıyor, Yaman ise içinde yaşattığı aidiyetsizlikle ne kadar istese de kendini ona tam anlamıyla açamıyordu. İkisi de en çok birbirlerinde buldukları iletişimi seviyorlardı. Aslında Defne’nin de duvarları vardı. Görünmeyen arada sırada içeri girmeye çalışıldığında insanların tosladığı yapay duvarları. Yaman incelikleriyle bunları aşıyor. En kuytu köşelerine kadar sızabiliyordu. Aslında çok kırılgan ve bir o kadar hassastı Defne. Kendince inşa edilmiş surları aşıldıkça korkuya kapıldığı anlar oluyordu. Bu korku tahrik ediciydi. Anlaşılmak, ruhuna dokunulması, kadın olduğunun hissettirilmesi onda hissetmek istediği güven duygusunu arttırıyordu. Bedenlerin birbirine değmeden bunca hissi bir arada verebileceğini hiç düşünmemişti.
Defne güvenli bulduğu limanda nefes alırken farkında değildi ama Yaman da onunla birlikte nefes alıyordu.
Artık sohbetleri biraz daha kişiselleştirilmiş ve duygulara dokunur hale gelmişti. Yaman söylediklerinin Defne’nin üzerindeki etkisini bilmeden daha derinleştirmiş, kontrolünü bir süreliğine elden bırakmıştı. Erkekler ne kadar istese de kadınlar kadar donanımlı düşünemiyor, konuşurken onlar kadar hisleriyle hareket edemiyordu. Anlatılmak istenilenlerle kadınların algılayabilecekleri arasında uçurumlar var olabiliyordu. Bunu ilerleyen zamanlarda anlayacaktı.
İlk kez tartıştıklarında öfkeyle saçılıp dökülen cümlelerde hatalarını anlamıştı Yaman. Anlamıştı anlamasına ama sonucu değiştirmek o kadar kolay olmayacaktı. Aslında adamın gidecek potansiyeli olduğunu bile bile aşık olmuştu Defne… Bazen duygular gerçeklerin önüne geçebiliyordu. Yaman bunu fark ettiğinde en çok Defne’nin neler hissedebileceğini düşünmüştü. Onu üzüp, incitmeyi hiç istemiyordu. Ona o kadar çok değer veriyordu ki asla kırmak istememişti. Yapacak bir şeyi yoktu. Kafasında kendi hayalleri, planları, yol haritaları vardı. Şu durumda hayatına birini sokmak bütün planlarını altüst edebilir onu yavaşlatabilirdi. Hayat ertelenmeyecek kadar kısaydı ve bunu yaşadığı acı tecrübeleriyle Yaman çok iyi biliyordu. Bu nedenledir ki ilişkilerini her zaman stabil ve mesafeli tutmuştu.
Bir süreliğine uzaklaşmayı seçti. Kendini duyguların gelip geçiciliği olduğuna inandırıp, olası ani kararlarla daha sarsıcı sonuçları yok edebilmeyi planladı. Bunu zamana bırakmak en iyisiydi.
Sessizlik, bazen kulakları en yüksek çığlıklardan daha sağır edici sese sahip olabilir.
Yaman’ın yokluğunda Defne kendini çırılçıplak ve hayatta yapayalnız kalmış hissediyordu. Tanıştığı herkeste onu arıyor ve bulamayacağını anladığında daha büyük bir girdabın içinde sürükleniyordu. Zamanla onun yokluğuna alışmaya çalışmalıydı. Aslında en çok üzüldüğü her şeyden, aşktan bile önemlisi çekinmeden rahatlıkla konuştuğu, onu hiçbir zaman yargılamayan adamın gidişiydi. Ona yüklediği anlamlar çok büyüktü. Defalarca kendine kızdı. Neden ona bu kadar anlam yüklemişti? Bir yerlerde gidecek olduğunu bilmesine, hiçbir zaman sevgili olmamalarına rağmen onu nasıl bu kadar sevebilmişti. Kafasındaki soru işaretlerinden yorgun düşüyor ve artık düşünmeye de ara vermesi gerektiğini biliyordu.
Geçen zamanın ardından Yaman da Defne’yi unutamamış, onu ve dostluğunu çok özlüyordu. Dinlediği her hangi bir parçada aklına geliyor. Bazen denizin dalgalarının arasında onun gülümseyen yüzünü görebiliyordu. Bir insanın kelimelerini özlemek… Bu anlaşılır bir şey değildi. Belki de anlam yüklemeye çalışmamak en iyisiydi. Hiç değilse aklı karışmıyordu. Bildiği tek şey özlem ve onun nasıl olduğunu merak ettiğiydi. Daha fazla ertelemek istemedi ve tüm cesaretiyle Defne’nin karşına çıktı. Korktuğu başına gelmemişti. Uzun süredir görüşemeyen arkadaşlar gibi sarılıp özlem giderdiler. Sanki olumsuz hiçbir şey yaşanmamış gibi ikisi de eski anılarından tatsızlıkları silip atmışlardı. Bu nasıl bir şeydi? İnsan kırgın ayrılsa bile karşılaştığında eskiye dair olumsuz iz bırakmadan kaldığı yerden devam edebilmek. Onları farklı kılan özelliklerinden biride buydu. İkisi de bu olgunluğu sergileyebiliyordu.
Bu süreçte her ikisi de kendilerine dersler çıkarmıştı. Ne olursa olsun dostluk baki olmalıydı. Arkadaşlıkları hiç es vermemiş gibi devam ederken artık birbirlerini daha iyi anlamaya başlamışlardı. Sessizken bile birbirlerini anladıklarını biliyorlardı. Ona bakarken ruhunu görebiliyordu. Aslında ruhları birbirlerine yansımasıydı.
Sevince insan sonu ne olursa olsun, o her zaman iyi ve mutlu olsun ister. İyi dilekleri ve duaları onun içindir.
Artık Defne Yaman’ın gidişine kendini iyiden iyiye hazırlamıştı. İçinde kopan fırtınaların sesini dindirerek gülümsüyordu. İçi kan ağlarken gülen insanlar gibi. Peki ya Yaman? O hiç etkilenmiyor muydu? Ya da etkilenmemiş miydi? Gidecek olduğunu bilmesi sadece onu gerçeklerle daha net yüzleştirmişti. Nasılsa akacak kan damarda durmayacaktı. Bazı geceler gözlerinden akan yaşları anlamlandıramıyordu. İçine bastırdığı duygularını işte o geceler açığa çıkarıyordu. Ya da alkolün etkisiyle yuttuğu kelimeler bir volkan gibi dudaklarının arasından akıp gidiyordu. Bunları Defne hiçbir zaman bilmeyecekti. Kendisinin yerinin ne kadar doldurulmaz ve özel olduğunu asla tahmin edemeyecekti. Bilmesindi zaten! bilseydi onun gözlerinin içine bakarak nasıl gidebilirdi?
Vedalaşmalar hep hüzünlüdür. O yüzden sessiz sedasız gitmeli insan. Son bakışları görmemeli. O son bakış kurşun gibi yüreğe saplandığında bu yük taşınması çok daha güç olur.
Belki bir havaalanında, bir çay bahçesinde ya da deniz kenarında tekrar kenetlenmeli o bakışlar.
Devam edecek! Etmeli…
YORUMLAR