Şahmat ve Ben
27 Ağustos 2019, 02.26 A- A+ Kâğıt oyunlarını sevemedim hiç; kâğıtların rastgele dağıtıldığı, kazanmanın çok büyük oranda şansa bağlı olduğu oyunları... Veyâhut tavlayı; ne kadar strateji geliştirirseniz geliştirin sonuç olarak kaderinizin havada dönen iki adet zara bağlı olduğu oyunları... İnsan aklına bir ihânet gibi. Düşünen, irdeleyen, planlayıp strateji geliştiren bir canlıya hitâp edecek uğraşlar değil bunlar. Beni tatmin edecek olan daha bilgece bir şeylerdi, insan zekâsının şânına yaraşır bir şeyler. Nitekim aradığım şeyi çoktan îcât etmişti insanoğlu: Satranç - namıdiğer Şahmat.
Babamdan öğrenmiştim satranç oynamasını. Bir türlü yenemezdim kendisini. Boynuz kulağı geçer derler ya, geçmiyordu işte. Tabi ben kaybetmemin sebebini, babamın bir hamle yapmadan önce uzuuuun uzun düşünmesi ve bu şekilde beni sinir ederek üzerimde psikolojik baskı kurması olarak görüyordum. Okulda ufak tefek turnuvalara katıldığımı hatırlıyorum, ortalamanın üstünde bir performans sergiliyordum. Lâkin satranç ile olan ilişkim bundan ibâretti ve o târihlerden sonra uzunca bir süre hiç oynamadım. Tâ ki bir gün internette karşıma eğlenceli bir satranç videosu denk gelene kadar. O bitti öbürüne geçtim, öbürü bitince diğerine. Büyük ustaların muazzam oyunlarını izlemek büyülemişti. Sanki oyun oynamıyorlardı da bir sanat eseri sergiliyorlardı. Bu oyunla ilgilenen izleyici/tâkipçi kitlesine de kanım ısınmıştı. Seviyeli, kendini bilen, mizah anlayışı gelişmiş insanlar toplanmış ve çok güzel bir ortam yaratmışlar kendilerine. Bu komünitenin bir parçası olmak istedim.
Araştırıp öğrenmeye başladım, satrancı yalnızca bir oyun olarak değil, hayâta dâir dersler çıkarılabilecek bir eğitim tahtası olarak görmeye başladım. Aynı zamanda şunu da fark ettim ki büyük ustalar arasında çok fazla Rus isim vardı. Meğerse Kafkas coğrafyasında satranç -yâni onların deyimiyle şahmat- çok popüler bir oyunmuş. Kültürlerinin bir parçasıymış. Çocukluktan öğrenirmiş hemen hepsi. Bunu öğrenmek bende satranca karşı daha büyük bir bağ yarattı çünkü Rusya'ya yerleşmek ve o kültürün bir parçası olmak isteyen birisi olarak aslında bu bir nevî bir taşla iki kuş vurmaktı benim için.
Bâzen en iyi hamleyi soran satranç bulmacaları çözüyorum, bâzen büyük ustaların ya da eğlenceli satranç yayıncılarının oyunlarını/yayınlarını izliyorum. Bâzen kendim oynuyorum, bâzen de oyunculuğumu geliştirmek için taktikler/planlar öğreniyorum, işin felsefesine çalışıyorum. Satranç ile düzeyli bir ilişkim var ve bundan çok memnunum. Boş vakitlerimi boş uğraşlarla hebâ etmektense, böyle değerli uğraşlarla doldurmak hem vicdânım için hem de zihnim için daha sağlıklı oluyor.
''Satranç tahtası insan zihninin jimnastik salonudur'' demiş Blaise Pascal. Ne kadar doğru konuşmuş. Nasıl ki egzersiz yapmadığımızda kaslarımız uyuşuyor ve kendimizi bitkin/hâlsiz hissediyorsak, beynimiz için de egzersiz yapmazsak aynı uyuşukluğu yaşarız. Herkesin egzersiz yaptığı sağlıklı bir topluma evrilmemiz dileğimle, kendinize çok iyi bakın. Başka blog yazılarımda görüşmek üzere...
Haa unutmadan, kapak resmindeki baykuş ne alâka derseniz, Yunan mitolojisine göre baykuş bilgeliğin ve zekânın simgesidir derler. Seçebileceklerim arasında konu içeriğini en iyi özetleyen görsel buydu, n'apiyim? ^^
Son Dipnot: Artık babamı yenebiliyorum, yâni boynuz kulağı gerçekten geçiyormuş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir