Mucizeler hiç beklenmedik anda gelir... (2)
13 Eylül 2019, 18.10 A- A+Koltuğa bıraktı yorgun bedenini, dizlerini karnına çekip uykusuzluktan ağırlaşan gözlerini kapattı.. Bu halde olmasının tek nedeni kendisiydi. Biliyordu ve belki de bu yüzden cezalandırıyordu kendini..
Ta lise zamanında başlayıp üniversite yıllarında devam eden yarım kalmış bir aşkın gölgesinde geçmişti, sonraki tüm aşkları.
İç geçirirken; '' Bu Araf'ta kalmak gibi bir şey'' diye mırıldandı..
Ne geçmişi unutabiliyor ne de bugünü yaşayabiliyordu adam akıllı. Her yeni adayda geçmişin ayak izlerini arıyor, bulamayacağını anladığında da kestirip atıyordu. Yine her zamanki gibi en iyi bildiği işi yapıyor, çalışmaya dört elle sarılıyordu.
İş başarısını da tamamen buna borçlu değil miydi zaten? O yarım kalmışlık hissini unutmak için deliler gibi çalıştığında yapmıştı, kimilerinin yerinde olmak için can attığı kariyerini!.. Oysa hayatının hiç bir döneminde önem vermemişti etikete. Süslü kartvizitler yerine sıcak, samimi ve dürüst dostluklar aramıştı hep ve onu sevenler de sadece Demet olduğu için sevsinler istemişti.
Gözlerini açar açmaz sehpada duran sigarasını alıp yaktı. Sigarayı yakarken verandanın açık kapısından gelen esintinin içeri doldurduğu yasemin kokusunu hissetti bendinde. Yavaşça kapıya doğru yürürken tek istediği şey zihnindeki düşüncelerden kurtulmaktı. Derin bir nefes çekti içine. Ne kadar da çok seviyordu o kokuyu, kendi eliyle ekmiş ve hakim olan rüzgarı da hesaba katmıştı. Rüzgar estiğinde koku içeri kadar girsin diye, tıpkı o an gibi.
Anlık bile olsa düşüncelerinden kurtulmak iyi gelmişti. Verandadan görülen koy tüm günün inadına, derin bir sessizliğe gömülmüş, tıpkı yaramaz, haşarı bir çocuğun gece uykusuna teslim olan masum hali gibi tenhalaşmıştı. Gecenin dinginliğinde karşı kıyının ışıklarını izlerken içti sigarasını.
Tam içeri girmek üzereyken duydu balıkçı teknesinin pancar motorundan çıkan sesi... Terden yapışan saçlarını sağ omuzundan göğsüne doğru toplayıp yavaşça, yaslandığı kapının pervazından izledi, çarşaf gibi dingin denizde ağır ağır süzülerek yol alan balıkçı teknesinin gelişini ve onun bıraktığı dümen suyunda kırılan koyun ışıklarını. İyice yaklaştığında tanımıştı balıkçı teknesini, sıcacık bir gülümsemeyle ''erkencisin Arif kaptan rastgele'' dedi içinden ,sanki Arif Kaptan onu duyacakmış gibi..
Çok severdi Arif Kaptanı. Balıkçı kahvesinde anlattığı hikayeleri dinlerken çayını yudumlar ''Kaçan balık hep mi büyük olur Arif kaptanım'' diye takılırdı ona, ''küçük olsa kaçmaz ki meret'' dediğinde, hep birlikte patlatırlardı kahkahayı..
Deniz derya mavi gözleri hüzünlü bakardı hep. Bir gün kimseler olmadığında anlatmıştı hikayesini; Yağız bir delikanlıyken sevmiş ama hiç kavuşamamıştı Ayşe'sine. O gün bugündür denize sevdalıydı hep, bakmamıştı bile bir başkasına. Nasır tutmuş elleri, güneş karası teni vardı. İri cüssesinin altında yumuşacık yaralı bir kalp taşıyordu deniz kokan adam, tıpkı Demet gibi...
İçeri geçip koltuğa uzandığında, önceliği kapmanın telaşı içinde yine üşümüştü anıları. Sanki bir güç onu alıp zorla çekiyordu geçmişine, kaçmaya çalıştıkça girdabında yok oluyordu. Direnmek yerine teslim olmayı seçti. Sıkıca kapattı gözlerini ve gömdü başını yastığa, artık korktuğu karanlıkla baş başa idi. Ve yüzleşme vaktiydi yine geçmişiyle..
Halbuki çok sıradan bir gençlik aşkıydı. O yaşlarda, sıradan her gencin böyle bir hikayesi vardı. Kaç kişi ilk aşkıyla ömür boyu mutlu mesut yaşamıştı ki? O masallarda olurdu anca, bunu öğreneli çok uzun zaman olmuştu aslında..
Neden takılıp kalmış, unutamamıştı peki? Buna cevap bulabildiğinde geçmişiyle olan tüm hesaplarının kapanacağından emindi..
CD çaların bittiğini anlatan ritmik sesle kalkıp, biten Cd'yi çıkartırken yere bağdaş kurup oturdu. Plakları durduğu raftan indirip, teker teker göz gezdirdi, sonra bir daha ve bir daha. Ama bulamadı. Ve bulamamanın verdiği gerginlikle söylendi ''Lanet olsun! Nereye gittin? lütfen ama lütfen kaybolma'' diye. Gözlerini kısarak düşünemeye çalıştı en son ne zaman dinlemişti, birine vermiş olabilir miydi? Gereksiz olan onca şeyi hafızasına kazınmışken şu an en gerekli olanı nasıl hatırlamazdı... O an biri dokunsa ağlayabilirdi. Öyle ya zaten akmaya hazır göz yaşı bir bahane aramıyor muydu onun için?
Günlerdir kaybettiği enerjisini tüm hücrelerinde hissederek yerinden fırladı. Önce salondaki çekmecelere baktı. Sonra ikişer ikişer merdivenleri çıkıp, üst katta arada sırada çalışması odası olarak kullandığı odaya daldı.. Masanın çekmecesini açarken tüm kalbiyle orada olmasını umuyordu ama yoktu. Deliler gibi çekmeceleri defalarca açıp kapattı. Önündeki sandalyeye oturduğunda enerjisi tükenmiş, inancını kaybetmişti. Bir süre öylece oturdu. Hissettiği bu suçluluk duygusundan nefret ediyordu. Ayağa kalkacak mecali bulduğunda kapıya doğru yürüdü. Çıkmadan önce dönüp, son bir kez daha göz gezdirdi odaya. Yerde duran bilgisayar çantasını fark etti. Açık fermuarın arasından çıkan bir kaç evrak dosyasının en altındaki yeşil renk çarptı gözüne. ''Lütfen, lütfen orada ol' 'diye yalvardı resmen mırıldanarak. Evet, nadiren de olsa yalvarmaları ise yarıyordu, eğilip dosyaların arasında bulduğu an, onu bulmanın verdiği huzurla sıkıca bastırdı göğsüne, Başını kaldırıp ''Özür dilerim, çok özür dilerim bir an seni kaybettiğimi sandım, affet beni" derken boğulan sesine, sicim gibi süzülen yaşlar eşlik ediyordu..
Aşağı indiğinde salona geçmek yerine, mutfağa yöneldi. önce alt çekmeceye bakındı, mumlarını arıyordu. Her zamanki gibi yerinde yoktu. Bir türlü öğrenememişti düzenli olmayı Demet. Baktığı en son yerde bulduğunda ise kendi kendine ''hala umudum var bir gün sende düzenli olabilirsin'' dedi alaycı bir tavırla. Elinin tersiyle sildi inatla yanaklarından süzülen yaşlarını. Yan dolaba uzanıp bira bardağını alırken buzdolabını açtı, biranın kalmadığını gördüğünde keyfi kaçsa da ''demokraside çareler tükenmez Demet'cim bira yoksa şarap olur'' dedi yine alaycı bir tonuyla, az önce yaşadığı korkuyu bastırmak istercesine...
İçeri geçerken biraz olsun sakinleşmiş, rahatlamış gibiydi. Elindekileri dresuarın üzerine bırakıp dağınık saçlarını tepesinde topladı. Önünde duran kalemi saçlarının arasından geçirip şöyle bir süzdü kendini. iki gündür üzerinden çıkartmadığı şort ve tişörtüne birde terden yapışmış saçları eklenince bu haline acısın mı yoksa gülsün mü bilemedi. Umursamaz bir tavırla ''Yeni bir icon can doğuyor tatlım, sık dişini '' deyip, kadeh ve şarap şişesini alıp salon kapısının önünde durdu.
Gecenin o saatine rağmen hala hava çok sıcaktı. Kafasını geldiği günden beri çalışmayan klimaya çevirip ''Sıra sende, bu gecenin keyfini çıkart, yarın gidicisin benden söylemesi'' dedi. Bir an odadaki sessizliği bozan kendi cümlelerini duymanın rahatsızlığıyla '' Aferin Kızım, az önce kendinle, şimdi klimayla da konuştun helal sana, Bakırköy'lük olmana ramak kaldı'' derken pikabın önüne gelmiş ve dizlerinin üzerine oturmuştu...
Önce şarap mantarıyla boğuştu biraz . Oldu olası becerememişti tirbüşon kullanmayı. Sonra mumları yaktı ve elindeki plağın tozunu, dünyanın en nadide eseriymiş gibi dikkatlice alıp pikapa yerleştirdi, plak döndüğünde Kenny Rogers Lady çalıyordu. Olduğu yere uzanırken soğuk mermerin teninde yarattığı ürpertiyi hissetti. Yavaşça yerde duran plak kabını aldı, üzerindeki solmuş el yazısını okudu. ''Bir ömür boyu birlikte dinlememiz dileğiyle Murat'' Şarkının sözlerinde kaybolurken, bu defa sessizce sordu ''Peki sende duyuyor musun?"
Murat; Onun hayatının dönüm noktası ve mihenk taşı olan ilk aşkıydı, aynı zamanda bir türlü kapatamadığı yarım kalan hesabı..
Demet Ufak tefek, ele avuca sığmayan yaramaz bir çocuk olmuştu hep okul öncesi yıllarında. Okul yıllarında da bu durum değişmemiş hep aynı kalmıştı. Okuldaki tüm vukaatlara imza atan, sayısız kez müdürün odasına çağrılan ve adını mezuniyet yıllığına ''Müdürün hafızasına kazınan yegane öğrenci'' olarak yazdırmayı başaran bu deli kız, lisede ilk aşkıyla karşılaştığında az da olsa durulmuş, başta ailesinin ve sonra öğretmenlerinin, ilk yılda kazanmasını imkansız saydığı Üniversiteyi bile kazanmıştı. Ailesi kabul etmese de bu değişimi Murat'a borçluydu.
Doğrulup tekrar oturdu, yanında duran kadehi kokladı, şarabın ağzında bıraktığı buruk tadı aslında hiç sevmediğini hatırladı. Bazen mecbur kaldığında, iş yemeklerinde, kokteyllerde, sırf görüntü olsun diye alır tadına bile bakmadan bitirirdi geceyi. Sigarasından derin bir nefes alırken anılarına yolculuk etti. O, ilk tanıştıkları güne döndü.. Fark etmediği bir gülümseme oluşmuştu yüzünde..
O ilk gün, kavgayla başlamıştı tanışmaları. Demet'i dizginleyemeyen öğretmenleri, okulun Yaza Merhaba etkinliğinde görev vermişti. Belki biraz olsun haylazlığı bırakıp, sorumluluk alır umuduyla. İstemeye istemeye aldığı bu görevde görmüştü Murat'ı ''Hey sen! Sana diyorum. kalk oradan!! Başka yerde tıngırdat elindeki zımbırtıyı, masalar gelecek oraya'' diye küstahça seslendiğinde gelmişlerdi göz göze.. Tüm kimyası değişmiş sonradan adının aşk olduğunu anladığı o duygunun içinde bulmuştu kendini. Çok sevmiş ve de sevilmişti.
Murat ise Demet'in tam tersine daha ağırbaşlı, ayakları yere sağlam basan, tüm okul hayatı başarıyla geçmiş, müzik konusunda son derece yetenekli, ne istediğini bilen bir gençti. Aslında tamamen zıt kutuplar oluşuydu belki de onları bir birine çeken.
Üniversitenin ikinci yılına kadar rüya gibi geçen ilişkilerinde, hayat hiç bilmedikleri yerden soracak, yepyeni bir sayfa açacaktı karşılarına...
YORUMLAR