Şapka Şart!
19 Ekim 2019, 13.33 A- A+İyilikten maraz doğar mı?
O gün, bir beyaz eşya markasının yıllık reklam kampanyası için yaklaşık bir aydır süren toplantıların sonuncusunu yapmış, fiyatta anlaşmış detayları konuşmuş ve nihayet imzayı atmıştık.
Kolay değil bir ay boyunca, Efendim kaç sütun, kaç cm, yer garantisi, gün garantisi, sayfanın sağında çıksın, solunda çıksın derken al takke ver külah, adamların merkezine karargah kurmuş neredeyse adamlarla akraba olmuştum. İmzalar atılıp firma yetkilisi ve firmanın reklam ajansını yolcu ettikten sonra dizgicilerin olduğu bölümün kapısından içeri seslendim.
--Saadet hanım bana bir uğrasın sanırım tatlıyı hak ettik arkadaşlar!
İçerinden yükselen sesler bir tatlıyla bu işten kurtulamayacağımı söylerken herkesin keyfi yerindeydi. Biraz şakalaşıp odama döndüğümde, masanın üzerinde duran ilan orjinallerini, diaları ve eskizleri toparlayıp merkeze gitmek üzere hazırlandım önce Saadet hanımın yaptığı kahvemi, tatlı eşliğinde arkadaşlarla içtim sonra ofisten ayrıldım.
Henüz birinci köprü ayrımına gelmeden telefonum çaldı.
--Efendim
--İlan transferini yapamıyoruz sistem hata veriyor.
--Bilgi işlemi aradınız mı?
--Aradık uğraşıyoruz ama çözülecek gibi görünmüyor ne yapalım?
--Tamam dönüyorum.
Saate baktığımda ilan transferi için son iki saate girdiğimizi fark edip söylenerek, Altunizde'den çıkıp tekrar ofise geri döndüm. Ofise girdiğimde her kafadan ayrı bir ses yükseliyor. yirmi civarında reklam ajansı otuyor, dizgiciler bilgi işlemin verdiği talimatlarla sorunu çözmeye çalışıyor. O an transfer olmazsa ertesi gün olacaklar bir film senaryosu gibi kafamda canlanıyor. Bu öyle bir senaryo ki kabus gibi üzerime çöküyor. Bir saat önce ki neşemden eser kalmamış herkes gergin. Gazetenin baskıya girmesine yaklaşık dört kalmış deli bir telefon trafiği yaşanıyor derken yaklaşık iki saat sonra zor da olsa transferler başlıyor. Aksamalarla devam eden transferlerde son partiyi de yolladığımız da derin bir nefes alacağım derken içeri düşmekle koşmak arasında biri dalıyor.
Adama bakıyorum hatta bakıyoruz hep birlikte. Kısa boylu göbekli kan ter içinde kalmış yüzü kırmızıdan çok mora çalan adam bana elinde ki kağıdı uzatıyor. kağıdı alıyorum ama şaşkınlıktan kağıda bakamıyorum bile. Sanki adam son nefesini vermek üzere ve bunu da yapmak için onca yer varken bizim ofisi seçmiş gibi.
--Bu yarın ki gazetede çıkacak.
Adam konuştuğunda aklıma ilk gelen şey ''Çok şükür kalp krizi geçirmiyor'' oldu.
--Mümkün değil ilan almıyoruz. Sonraki gün için isterseniz biraz bekledikten sonra arkadaşlar alırlar.
--Yarın çıkması lazım.
Tam ağzımı açıp devam edecekken işgüzar bir reklam ajansı dalıyor konuşmaya,
--Nasıl almıyorsunuz? Benim ilanlarımın hepsi yarın yayınlanacak yanlışlık olmasın!
Ajansa nasıl baktıysam artık söylediğine bin pişman kafasını önüne eğiyor. Ama iş işten geçti bir kere. Bunu duyan adam durur mu? Israr üzerine ısrar illaki yarın çıkacak diyor başkada bir şey demiyor. Sanırsınız vefat ilanı verecek! Merhumun ertesi gün cenazesi kalkacak ve ilanın çıkması şart. İnat etmenin bir işe yaramadığını fark edince de taktik değiştirip yalvarma moduna geçiyor. O anlamsız diyalog sonlansın ve adam daha fazla yalvarmasın diye ilan ordinosunu adama uzatıyorum. (Bırak o diyalog uzasın, adam yalvarsın sende alma o ilanı. illaki iyilik yapmak zorunda mısın)
--ilanınızı buraya yazın ve altına imza atın.
Dizgicilere bakıyorum hepsi nefes bile almadan ilanları girmeye devam ediyor.
--Bekleyin arkadaşlar ellerindekileri bitirsin ilanınızı girerler.
Ama bu da beyfendi için tatmin edici bir yanıt olmuyor.
--Aracı yolda bıraktım parasını ödeyip gitsem? akşam akşam iş çıkmasın başıma.(çıksın arkadaş bana mı sordun yola bırakırken)
Derin bir nefes alıyorum. Yazdığı ilanı alıp boş terminallerden birinin başına geçip ilanı girerken aynı zaman da son transfer içinde merkezle konuşuyorum.
Sancılı geçen üç saatin sonunda, olması gerekenden bir buçuk saat daha geç gazetenin basım saatini de allak bullak ederek tüm ilanların yayınlanmasını garanti altına aldığımda arda kalan baş ağrısıyla ofisten çıkıyorum...
---------------------------------------------
Sabah, bir akşam önce yaşanmış gerginlikten eser yok. Keyifle çayımı içerken gazeteyi kontrol ediyorum. Çıkan çerçeveli ilanların notlarını alıp bir gün sonra yayına girecekleri hazırlarken, bir gün önce imzalanan sözleşmeyi de alıp çantama koyuyorum. (sanki az sonra yaşanacaklar içime doğmuş gibi) Bir kaç telefon konuşması bir iki uğranacak ajans programlaması yapıp saate bakıyorum saat on biri biraz geçiyor. Ceketimi alıp tam odamdan çıkmak üzereyken içeride kızılca kıyamet kopuyor. Bir bağırışma ki öyle böyle değil. Çantamı masaya bırakıp odadan çıkmama fırsat bile kalmadan destursuzca odamın kapısı açılıyor.
Kapıda, dün akşam son dakikada gelen adam. Bu defa suratı mor da değil bayağı kararmış üstelik. Şakaklarında ki damarlar alnına doğru neredeyse bir parmak kalınlığında fırlamış her an patlayacak hissi veriyor. Yine o an ilk aklıma şey ''Dün kalp krizi geçirmedi ama şimdi kesin geçiriyor''
Adamın hemen arkasında güvenlik, adamın koluna yapışmış dışarı doğru çekmeye çalışıyor. Bense konuya tamamen Fransız kalmış vaziyette olan biteni izliyorum.
güvenliğin arkasında dizgide çalışanlar, kapının ağzı tam bir pazar yeri! Hepsi bir ağızdan bağrışıyor ve hiç birinin ne dediği anlaşılmıyor. Bir ara adamın,
--Ben pez... miyim ulan? diye bağırdığını duyuyorum. Yok canım yanlış duymuş olmalıyım ne alakasıolabilir ilanın adamın ne iş yaptığıyla. Güvenliğe işaret ediyorum adamı bırakıyor. Masamın arkasına geçip oturuyorum. Şuan anlam veremediğim bir sakinlik hali var üzerimde.
--Lütfen, sakin olun bana durumu anlatırsanız yardımcı olabilirim. ama bağırdığınız için sizi anlamıyorum!
Adam masama yanaşıyor var gücüyle masaya vuruyor. masada duran çay bardağı devrilip kalan çay masanın üzerine yayılıyor (ya sözleşme masanın üzerinde olsaydı ben seni çiğ çiğ yemez miydim be adam) Bu defa bağırma sırası bana gelmiş gibi görünse de adamında susmaya niyeti yok. İkimiz birden bağırıyoruz. Güvenlik yine adamın ensesinde. Bir süre sonra bağırmaktan yorulmuş olsa gerek susuyor. Fırsat bu fırsattır deyip tekrar ediyorum.
--Şimdi sakince bana ne olduğunu anlatın sorunu çözmeye çalışalım.
--Siz beni pez... mi sandınız?
Yok yanlış duymamışım adam deminde aynı soruyu sormuş!
--Saçmalamayın nereden çıkartıyorsunuz bunu?
--Sabahtan beri telefonum bir saniye susmadı. söylemedikleri şey kalmadı! Mahkemeye vereceğim sizi!!
-- Kim arıyor? ne diyor? anlamıyorum, biraz açık konuşun, baştan anlatın lütfen.
--Bana soracağına aç dün girdiğin ilanı oku! (adam bağırmıyor, salyalarını saçarak kükrüyor resmen. bir gün önce, n'olur yarın çıksın diye yalvaran adam gitmiş yerini bir canavara bırakmış )
Düşünüyorum, evet adamın ilanını ben girdim ama ilan içeriğine hiç dikkat etmedim. Kafamda bir dünya şey vardı ve aynı anda telefonla konuşuyordum. Zihnimi zorlasam da hatırlamam mümkün değil. Gerçekten ilan içeriği ne olabilirdi? ve ben, ne yazıp yayınlamıştım acaba?
Gazeteyi açıp ilanı ararken adam, ilanı işaret ediyor. Bende, dizgicilere ilan ordinosunu getirmelerini söylüyorum.
Bu arada adamın telefonu yine çalıyor. Telefonu açıyor bir süre dinliyor, anlık bir sessizlik ve adam telefonda ki kişiye okkalı bir küfür patlatıyor. Kafa mı hiç kaldırmadan gazetede yazan ilan metnine bakıyorum.
''Karıma ortak arıyorum 053.....''
Yok artık! bu ilanı ben girmiş olamam? Tekrar tekrar okuyorum, hani Amabarlı'da daire yazacağıma ambalajında daire yazıp daireyi ambalajında bile satmışlığım vardı vakti zamanın da üstelik buna müşteriyle birlikte gülüp geçmiştik ama bu öyle bir şey değildi.
Kafamda söyleyeceklerimi toparlamaya çalışıyorum ama tutar dalı yok bunun! Bu sırada ilan ordinosu geliyor. İlan ordinosunda ki metnin bire bir aynı! Adama dönüp şaşkınlık içerinde
--Beyefendi sizin yazdığınızla birebir aynı. İlanı siz yazdınız. Sorun şu ki asıl ben, nasıl atlayıp böyle bir ilanı yayına aldım!
Adam daha hiddetleniyor.
--Sen ne diyorsun ben karımı mı pazarlıyorum? Hepinizi öldürürüm katil etmeyin beni!
Beynim durmuş hiç bir anlam veremiyorum.
--Beyefendi yazdığınız yazı burada işte ''Karıma ortak arıyorum yazmışınız''
--Topunuzun Allah belasını versin!! Karıma niye ortak arıyım. Pez.... miyim ben? Kârıma ortak arıyorum!!!!
Gülsem ben, mezara adam hapse girecek orası kesin. Ama gülmemek de imkansız. Gelen ordinoya bakıyorum, inceltme işareti yok ''kârıma değil karıma'' yazıyor ve ben telefon konuşması sırasında ilanı girerken metninin içeriğine hiç dikkat etmemişim.
Ciddiyetimi korumaya çalışarak.
--Beyefendi sizi anlıyorum trajikomik bir durum farkındayım ama sizde yazarken ''kârıma'' değil karıma yazmışsınız! Buyurun bakın.
--Senin işin ne? Sen düzelteceksin!
--Siz yazdığınızda sorun yok ama sizin, yazdığınızı ben yazınca sorun var yani öyle mi? (tabi cevap yok)
--Benim karımın vücut ölçülerini soruyorlar şerefsizler! Daha neler sordular! Beni pez.... yerine koymak neymiş göstereceğim sana!
(Yahu arkadaş bu milletin kafası nasıl çalışıyor. Sabahın köründe kalkıp hangi ara ilanlara bakıp adamı deli ettiniz)
--Durumu anlatıyorum ama anlamıyorsunuz. Tekzip mi yayınlama mı istiyorsunuz?
--Tekzip nedir? yerin dibine batsın. Seni süründüreceğim!!
Dediği anda benim teller birbirine değiyor, sigortalarım atıyor.
--Siz kim oluyorsunuz da beni süründüreceksiniz? Zaten o saatte almamam gereken bir ilanı sırf ısrarınız hatta yalvarmanız üzerine yayına almışım. Sizi geri yollamamışım, Üstelik siz ne yazdıysanız aynı metni yayınlamışım bunun suçlusu bensem eğer elinizden geleni ardınıza koymayın!
Ama beni dinleyen kim. O hakaretlerini ardı ardına sıralarken, tehditler savurup mahkemelerde süründüreceğim diye bağırmaya devam ediyor. Başa çıkmanın imkansızlığını fark ettiğimdeyse Güvenliğe işaret ediyorum.
--Siz bilirsiniz mahkemede görüşürüz o zaman deyip güvenliğe, adamı dışarı çıkartmasını söylüyorum..
Sonuç adam tabi ki beni mahkemeye verdi ama dava ilk duruşmada düştü ve arkadaşlar iyilikten ciddi ciddi maraz doğabilirmiş tecrübe ile sabit
YORUMLAR