Kadın-erkek ilişkisini kavrayabilmek için çok geniş düşünmek, analiz etmek gerekiyor. Kimi zaman coğrafyayı hesaba katmalı, kimi zaman ekonomiyi, kimi zaman kültürü, kimi zaman teknolojiyi v.s... Mesela antropoloji okumaları yaptığım yıllarda şöyle bir şeyin farkına varmıştım: eski dönemlerde erkeğin en büyük korkularından biri "bir kadının kendisine gülmesi". Şimdilerde "şehir palavraları"ndan biri olan ve erkeklerin yanlış anladığı "kadınlar, kendilerini güldüren erkeklere bayılırlar" kabulüyle tamamen zıt bir durum [Bana göre ise kadınlar, bayıldıkları erkeklerle 'beraber' gülmeyi seviyor. Yani salak salak espri yapmaya çalışarak "o kadar da kadınları güldürüyorum, niye bana bakmıyorlar" dememek lazım]. Geçmiş yaşantılarda hakim olan duruş "ciddiyet". Mizahın esamesi bile okunmuyor. Düşün ki genelde Shakespeare eserlerinin tamamında gördüğümüz ve aslında son derece zeki, ince laf sokarak krala öğütler veren "soytarı", bizim kültürümüzde ve kavram dünyamızda olumsuz şekilde yer etmiştir. Soytarının bizdeki nispeten karşılığı heccavlar yani hiciv yazarları. Hiciv yazıları yazan, şiirlerini okuyanlar öldürülmüş, zindana atılmış, sürgün edilmiş. En meşhurlarından biri Nef'i, idam edildi. Bana göre en muazzam heccav, Neyzen Tevfik'in hocası Şair Eşref. Hayatı sürgünlerde geçmiş. Şu muazzam beyite bak: "Bir soğan soyuluyor, yaşarıyor gözler / Bir devlet soyuluyor aldırmıyor öküzler". Ya da şu:
Devr-i istibdata söz söylemek memnu (yasak) idi
Ağlatırdı ağzını açan hükümet ananı
Devr-i hürriyetteyiz, sanma değişti kaide
Söyletirler evvela sonra öperler ananı
Yani genel anlamda mizah bizde hem devlet hem de toplum tarafından yasaklanmıştı. Ankara'yı tanımlayan çoğu kişi "gri, kasvetli şehir" derken, sadece iklim koşullarından bahsetmiyor. Onlarca yıl yaşadığım şehirde nerdeyse tüm insanların suratında "devlet ciddiyeti" vardı. Konuyu siyasete getirmek istemiyorum ama söylediklerimi doğrulamak adına yakın dönem siyasetçilerini göz önüne getirelim; birçoğu abus, tebessümden bihaber insanlardı. Hala çoğu öyle. Ecevit'in, Türkeş'in, Erbakan'ın falan suratında hep bir ciddi hava vardı. Turgut Özal'ın o yıllarda sevilme nedenlerinden birinin mütebessim bir çehre olduğuna inanıyorum. Çünkü artık anlayış değişiyor, insanlar teknolojinin de etkisiyle gelişiyor, dönüşüyor ve kabulleri değişiyor. Bak mesela seninle taa 2014 yılında Mansur Yavaş'ın adaylığını konuşmuştuk. Bir televizyon programına çıktığını ve söylediklerinin çok mantıklı olduğunu söylediğinde ben de "bu adam eskiden de böyleydi ama bir önceki seçimde MHP'den aday olduğu için bugün onu beğenenler oy vermemişti. O dönem büyük fırsat kaçtı, parti bazlı bakmadığımızda" demiştim. O Mansur Yavaş bugün çoğu insan tarafından övgüyle bahsediliyor ve "tam bir devlet adamı" diyerek Cumhurbaşkanlığı için aday olması isteniyor. Bir internet sitesinde Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş'ın Cumhurbaşkanlığına aday olma ihtimaline dair bir yorum yapmıştım, son kısmını buraya da ekleyeyim:
"Son tahlilde her iki siyasetçiyi bugüne kadar yaptıklarıyla, duruşuyla değerlendirirsek Mansur Yavaş, Cumhurbaşkanlığı makamına çok daha yakışır bir profil. Ama yaşadığımız coğrafya ve içinde bulunduğumuz dönem çok sıkıntılı. Almanya, 2. dünya savaşı sonrası bitmiş bir ülkeydi. Savaş kaybedilmiş, insanlar ölmüş, ekonomi berbat, hiperenflasyon yaşanıyor. Savaş sonrası başa geçen hükümet ilk olarak şunu söylüyor: "Evet şu anda her anlamda bitiğiz. fırına, kasaba, fabrikalara ihtiyacımız var. Ama önce halkın moralini düzeltmeliyiz". Bu düşünce ile sanata ağırlık veriliyor ve tiyatro, konser alanları, sinema şu bu gibi alanlara ağırlık veriliyor. Bizde de böylesi bir durum var. Halk her geçen gün fakirleşiyor ama asıl tehlike ülkenin çoğu mutsuz. Ve mutsuzluk bulaşıcıdır. Sokakta tebessüm eden insan görmek mümkün değil. Yukarda dediğim gibi Mansur Yavaş çok başarılı bir siyasetçi ve belli ki çok iyi bir insan. Ama belki fıtraten, belki yetişmiş olduğu gelenek onu donuk suratlı yapmış. Ekrem İmamoğlu ise tam tersi. Onun tebessümünün bulaşıcı olduğunu düşünüyorum. ["Madem öyle Cem Yılmaz, olmadı şuh kahkahalar atan Saba Tümer [sahi yaşıyor mu kendisi bilmiyorum] yönetsin ülkeyi" diye saçma düşüncelere girecek olanlara selamımı sunuyorum] yani normal bir ülke olsak adayım Mansur Yavaş olurdu, anormal ülke olduğumuz için tercihim "şu an için" Ekrem İmamoğlu. Tabii CHP yönetimi her fırsatta beni şaşırttığı için bu iki isimden başkasını aday gösterir mi, bilinmez..."
Dediğim gibi toplumlar değişiyor, dönüşüyor. Çocuk yaşlarda kahkahalar atarak izlediğimiz Hababam Sınıfı'ndaki esprileri bugün birine yapsan bırak kahkahayı tebessüm etmez. Hal böyle olunca kadın-erkek ilişkileri de aynı nispette değişiyor. Eskiden en büyük erkek korkusu olan "kendisine gülünmesi", artık artı bir değer.
Gene okuduğum makalelere göre kadınların ise eski dönemlerde en büyük korkusu "öldürülmek veya şiddet görmek". Bu konu biraz geniş. Bugün ölçülemeyen, anlaşılmayan kadın tutumları var. Kimi kadın kendisine en ufak sözlü saldırı olduğunda dahi pençelerini gösterirken, bir kısmı da dayaktan zevk alıyor gibi. Bir seri katile, uyuşturucu bağımlısına, psikopata güzelleme yapabiliyor, peşinden gidiyor. Ankara'da öldürülen bir kız vardı Aleyna Çakır mı ne, ona şiddet uygulayıp sosyal medyaya servis eden adamın peşinde yüzlerce kız varmış. Bunu nasıl açıklayacağız? "Female Hypergamy" yani "kadınların güce aşık olması" diye bir terim var. İstisnalar olmakla birlikte genel itibariyle kadınların aşırı ölçüde hypergamous varlıklar olduğunu çoğumuz kabul ediyordur. Kendinden daha zengin, daha güzel, daha zeki, daha bilgili, daha statülü, daha bla bla bla biriyle birlikte olma isteği. Bunun sebebi bana göre "üreme içgüdüsü" ve bunun süresinin kısıtlı olması. Tabii bunu da yaş grupları içinde değerlendirmek lazım. Doğurganlığı geçmiş bir kadından hypergamy müptelalığı beklenir mi, tartışılır.
Erkekler, güzel ve zeki kadınlardan korkarlar demişsin, bu çok doğru değil gibi. "Korkma" yerine "tercih etmiyor" daha doğru olur. Çünkü erkekler genel olarak stabil varlıklardır. Bir kadının ihtiyaçlarını, isteklerini, beklentilerini karşılamak onun için züldür. [Ha belki "tatmin edememe korkusu" olabilir, üzerinde düşünmeye değer.] "Sevgi emektir" lafı onun için bir film repliğinden maada bir şey değildir. Bunun için en iyi laboratuvar Karadeniz erkekleri. Karadeniz yaşantısında kadın olmasın, erkekler açlıktan ölürler. Çay toplayan kadın, fındık toplayan kadın, topladıklarını taşıyan kadın, çocuklara bakan kadın, yemek yapan kadın v.s.. Erkeğin yaptığı tek şey kahvede pineklemek ya da gene nispeten durağan bir iş olarak kabul edeceğimiz balıkçılıkla uğraşmak. Doğadaki aslan gibi. Hani aslanlar günde 18 saat falan uyur, dişi aslanın avlayıp getirdiği etin en güzel tarafını yer, dilediği dişiyle birlikte olur falan ya, hah işte nispeten karadeniz erkeği de öyle. Ama nasıl oluyorsa o uyuşuk diyeceğimiz insanlar kemençe veya tulum sesini duyar duymaz harekete geçip saatlerce ayak vurabiliyor, yorulmak nedir bilmiyorlar. Enerjisini ailesine harcamak gibi bir düşünce yok. Tabii artık bu durumlar da silinmeye yüz tutuyor. Kolay değil öyle Z kuşağından bir genç kızı alıp da çay toplatmak... Karadeniz erkeklerini örnek verdim, onlar bu konuda daha abartılı oldukları için ama genel olarak tüm dünyada erkek yaklaşımı budur. Güzel ve zeki kadın kısa süreli bir ilişki için ideal ama uzun sürede "ben bununla uğraşamam" denilip göz ardı edilecek biri. "Allah insana çirkin şansı versin" lafının arka planında yatan sebep de budur.
YORUMLAR
Hani cuk demiş oturmuş yazı, yeterli dozdan verilmiş her bir şey.
Değindiğin kadın profili üstünden söz söylersek; bu dominantlık değil,kendine güven değil, ukalılık değil, şımarıklık değil, zeka hiç değil, cidden bu başka bir felaket. Yeni bir doğal afet travması. Korkunçluğu gücünden değil iticiğilinden kaynaklanan bir afet. Umarım hiçbir ortamda böyle kadınlarla karşılaşmayız, amin.
Blue çık ortaya, söyle o sözü yine. Görmemek mi lazımdı :))
Döneceğim tekrar konuya:))
Gidip Cafo'ya falan da laf edeceğim, sonra başka yazılar da var okuyup değerlendirecek olduğum, gelirim ben Cezbem .