Aynadan Düşenler
13 Haziran 2021, 15.40 A- A+
Aynanın karşısında soyunuyordu, giysileri değildi sadece üzerinden çıkardığı. Tutunduğu ne varsa bir bir düşüyordu yere. Düştükçe kanıyordu her bir parça. Kanın rengi siyaha dönüyordu yere değdiğinde. Adamın ayakları kapanmıştı yere düşenlerle ve yükseliyordu durmadan yerdekiler. İçinde sakladıkları dışarı çıktığında daha bir zalim olmuştu. Son bir güçle baktı aynadaki yansımasına adam, gülümsüyordu karşısında duran adama. “Başka bir yolu olmalıydı, bir yolu olmalıydı.” derken çoktan indirmişti yumruğunu aynanın ortasına. Kırılan aynanın parçaları içindeki binlerce görüntüyle yere düşerken bir kapı aralanıyor ve bir ışık sızıyordu içeri. “Neden bu kadar geciktin?” diye sorarken sesi titriyordu adamın. ..........
Tarlanın ortasında bir çocuk gökyüzüne bakıyor, bulutların arasında süzülen uçakta yolculuk yapan adama el sallıyordu. Çıplak ayaklarına dikenler batarken o tüm gücüyle arkasına bakmadan koşuyordu. Umutlar besliyordu yarına dair ve haykırıyordu koşarken tüm umutlarını. Oysa eksilerek büyüyordu bazı çocuklar ve bilmiyorlardı kendilerini tam olarak ne zaman yitirdiklerini. Habersizdi düşlerinin olmazlığından ve yolun olmadık bir yerde son bulduğundan.
Hayatın yorduğu bir adam uçağın penceresinden boş gözlerle bakıyordu yeryüzüne. Seçemiyordu tarlanın ortasındaki çocuğu. Üşümediği halde büzülüyordu ceketinin içinde. Düşmesin diye korumaya çalışıyordu hayal kırıklarıyla dolu yüreğini. Bırakabilse çoktan bırakacaktı ağırlıklarını. Unutmak istiyordu ardında kalanları. Uçak sanki gittikçe küçülüyor bir kafese dönüşüyordu. O ise parmaklıkların ardında diz çökmüş, sessizce bekliyordu.
Kanayan yarasına aldırmadan arabasını sürüyordu diğer adam, bihaberdi tarladaki çocuktan ve uçaktaki adamdan oysa ondan başkası değildi giden ve el sallayan. Adamın ellerinden yanık kokusu geliyor ve eriyen parmakları arabanın zeminine damla damla düşüyordu.
Önünde kıvrılan yollar kar tanesine dönüşüp, yeryüzünden gökyüzüne doğru yükselirken, kar tanelerinin önüne çıkan kuşlar buz kesiyor ve sonra yere düşüyordu. Kırılıyordu kuşların kalbi kanatlarından önce. Oysa yol arkadaşı olmuşlardı onca vakit adama.
Bir mezardan koparıp cebine koyduğu çiçeklere dokunuyordu tarlanın içindeki çocuk. Elindeki defterin boş bir sayfasına gelincik tarlası resmediyordu uçaktaki adam. Arabadaki adam ise yan koltuktaki kuruyan güllere bakıyordu.
Yer durmaksızın sarsılıyordu, tarladaki çocuğu yola fırlatıyordu toprak. Arabasını süren adam bir çocuğu eziyor, havada yanan bir uçağın parçaları yoldaki bir arabanın üstüne düşüyordu. İnsan en çok da kendinin celladı oluyor ve bazen ölüm insanı haber vererek seçiyordu.
Çiçekler savruluyor yerlere. Her çiçekle beraber kabul olmamış dualar, özlemler, keşkeler, pişmanlıklar, tükenmiş umutlar savruluyordu.
İnsafsız bir nehir oluyordu zaman denilen şey ve can alıyordu. Yolun kenarındaki tepenin üstünde oturan şeytan ise tüm olan biteni sadece seyrediyordu. Gün geceye döndüğünde avutulmamış bir çocuk ağlaması kalıyordu orta yerde. “Ağlama.” diyordu olan merhametiyle şeytan karanlığın içindeki çocuğa. Her şey anlamını yitirdiğinde ağlamanın faydası olmadığını biliyordu.
...........O gün rüzgar çıkmasa bahçedeki ağacının dalı kırılmayacaktı, belki de umut kuşları yuvasız kalmayacak hiç göçmenlik olmayacaktı. Uçarken bir kuş adamın tepesine etmese adam banyoya girmeyecek, üstündekileri çıkarmayacaktı.
Hatırlatmasalar ona acılarını belki de unutacaktı. O ayna kırılmasa belki yol orada bitmeyecek, belki de kalbi yere düşmese ölmeyecekti.
Babette
Tarlanın ortasında bir çocuk gökyüzüne bakıyor, bulutların arasında süzülen uçakta yolculuk yapan adama el sallıyordu. Çıplak ayaklarına dikenler batarken o tüm gücüyle arkasına bakmadan koşuyordu. Umutlar besliyordu yarına dair ve haykırıyordu koşarken tüm umutlarını. Oysa eksilerek büyüyordu bazı çocuklar ve bilmiyorlardı kendilerini tam olarak ne zaman yitirdiklerini. Habersizdi düşlerinin olmazlığından ve yolun olmadık bir yerde son bulduğundan.
Hayatın yorduğu bir adam uçağın penceresinden boş gözlerle bakıyordu yeryüzüne. Seçemiyordu tarlanın ortasındaki çocuğu. Üşümediği halde büzülüyordu ceketinin içinde. Düşmesin diye korumaya çalışıyordu hayal kırıklarıyla dolu yüreğini. Bırakabilse çoktan bırakacaktı ağırlıklarını. Unutmak istiyordu ardında kalanları. Uçak sanki gittikçe küçülüyor bir kafese dönüşüyordu. O ise parmaklıkların ardında diz çökmüş, sessizce bekliyordu.
Kanayan yarasına aldırmadan arabasını sürüyordu diğer adam, bihaberdi tarladaki çocuktan ve uçaktaki adamdan oysa ondan başkası değildi giden ve el sallayan. Adamın ellerinden yanık kokusu geliyor ve eriyen parmakları arabanın zeminine damla damla düşüyordu.
Önünde kıvrılan yollar kar tanesine dönüşüp, yeryüzünden gökyüzüne doğru yükselirken, kar tanelerinin önüne çıkan kuşlar buz kesiyor ve sonra yere düşüyordu. Kırılıyordu kuşların kalbi kanatlarından önce. Oysa yol arkadaşı olmuşlardı onca vakit adama.
Bir mezardan koparıp cebine koyduğu çiçeklere dokunuyordu tarlanın içindeki çocuk. Elindeki defterin boş bir sayfasına gelincik tarlası resmediyordu uçaktaki adam. Arabadaki adam ise yan koltuktaki kuruyan güllere bakıyordu.
Yer durmaksızın sarsılıyordu, tarladaki çocuğu yola fırlatıyordu toprak. Arabasını süren adam bir çocuğu eziyor, havada yanan bir uçağın parçaları yoldaki bir arabanın üstüne düşüyordu. İnsan en çok da kendinin celladı oluyor ve bazen ölüm insanı haber vererek seçiyordu.
Çiçekler savruluyor yerlere. Her çiçekle beraber kabul olmamış dualar, özlemler, keşkeler, pişmanlıklar, tükenmiş umutlar savruluyordu.
İnsafsız bir nehir oluyordu zaman denilen şey ve can alıyordu. Yolun kenarındaki tepenin üstünde oturan şeytan ise tüm olan biteni sadece seyrediyordu. Gün geceye döndüğünde avutulmamış bir çocuk ağlaması kalıyordu orta yerde. “Ağlama.” diyordu olan merhametiyle şeytan karanlığın içindeki çocuğa. Her şey anlamını yitirdiğinde ağlamanın faydası olmadığını biliyordu.
...........O gün rüzgar çıkmasa bahçedeki ağacının dalı kırılmayacaktı, belki de umut kuşları yuvasız kalmayacak hiç göçmenlik olmayacaktı. Uçarken bir kuş adamın tepesine etmese adam banyoya girmeyecek, üstündekileri çıkarmayacaktı.
Hatırlatmasalar ona acılarını belki de unutacaktı. O ayna kırılmasa belki yol orada bitmeyecek, belki de kalbi yere düşmese ölmeyecekti.
Babette
YORUMLAR
Yolun kenarında oturan şeytana takıldım. Bana gerek yok diye mi oturuyor acaba:)
Ben celdum daaaa :))
Öncelikle hoş geldin Agrsif, seni burada görmek cidden güzel.
Yazının sende böyle bir hoş tat bırakması da ayrıca mutlu etti. Ama ben seni okumak istiyorum, net, kesin.. Senin yazdıklarına anlamlar yüklemek istiyorum. :)) Afazik Toplum isimli yazını okumuştum gerçi ancak devamı nedense gelmedi. Tembellik etme de yaz ve paylaş yazılarını. Çektirme illa saçından. :))
Cezbem, bebeeeemmm.. Yazıdan tat alman, yorumlaman, kafanın içindeki soruları aktarman bana keyif veriyor. Okuyucusuyla ayrı bir renge dönüşüyor her yazı malum. Beynimdekileri bi yola koyabilsem, sözleri bulabilsem aktaracak, bol bol yazacağım ama işte kafamın içinde bir anda olup bitiyor. Bu yazı da bana bir anın yansıması. Gel buraya sarılma şeysinden :)))
Grim Kırmızım, eklediğin şarkıyı dinlerken tuhaf bi şey hissettim. Müziğin etkisi midir nedir, unuttum, cidden bi anda, her bir şeyi unuttum. Süzüldüm bi denizin üstünde, zaman zaman denize daldım, sakin sakin yüzdüm. Sakin bir uçuşa geçtim akabinde....
Bana özel yorumunu bekliyorum. Gel buraya
Canlar, teşekkür ederim yorumlarınız için.. Rengimsiniz.