Yarım Kalanlar
30 Ağustos 2021, 04.04 A- A+
Yüzün gelmiyor düşlerime. Uzun, siyah saçlarını görüyorum; sesini duyuyorum ama yüzünü göremiyorum.
Elimde fırça, yalvarıyorum sana. İzin ver, izin ver ki göreyim yüzünü, izin ver resmedeyim . Ellerinle gözlerimi kapatıyorsun, bak diyorsun, gör beni.
Hep düşlediğimiz derenin kenarında duruyorsun. Beyaz elbiseni giymişsin, ayakların çıplak. İçinde bir coşku var, gözlerin gözyaşına kırgın değil henüz. Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorsun önümde. Uzak iklimlerden gelmiş gibi biraz yorgun, biraz da ürkek.
Elini uzatıyorsun, tutuyorum. Ellerin çöl toprağına dönen ruhuma çiçekler açtırıyor. Saatler dursun, zaman dursun istiyorum.
Sonra arkanı dönüp gidiyorsun, ben sana bakıyorum. Uzaklaşırken düşlerimden “Bu tablo hiç bitmesin.”diyorsun. Daha sen uzaklaşmadan hasretin bir kor gibi düşüyor içime. Düşümde kalmasın umudum, diye dualar ediyorum. Sen her adımınla gönlümü titretip, ıstırabımı çoğaltıp önümden, ömrümden geçiyorsun.
Çayı demledim, sigaranın paketi yarım . Kuşlar yuvalarına dönüyor, gün geceye…
..........................
Usuldan usula onu cezbeden çağrıyı duyuyor. Çağların ötesinden gelen bir ferman gibi hükmediyor her bir zerresine. Yüklemini kaybetmiş cümlelerle dolu hikayesini ardında bırakıp çıplak ayaklarıyla yürüyor onu bekleyen tören yerine
Ve başlıyor tören.
Göğsünü parçalıyor tırnaklarıyla, kaburgalarının arasından binlerce savaşçı saçılıyor etrafa. Büyük bir ordu oluşuyor etrafa saçılanlardan, o tahtına geçiyor. Önünde diz çöküyor her bir savaşçı. Oysa sadece zavallılardan oluşan bir güruhtu orta yerdeki. Onca zaman kaldıkları yerden çıkmaya cesaret edememiş, şimdi ise bir anda meydana bırakılmışlardı.
Savaş çığlıkları atıyor her parçası, o sadece susuyor tüm kelimeleriyle. Emir bekliyor önünde diz çökmüş savaşçılar. İkiye bölüyor ordusunu ve emri veriyor.
Savaşın!
Günlerce, gecelerce durmaksızın savaşıyor meydandakiler. Bedenlerden kopan uzuvlar dağılıyor etrafa, son nefeslerini duyuyor her birinin, ki zaten bu meydanda alınan her nefes ölüme giden bir adım. Ölüm kuşatıyor göğü ve yeri. Kapatmıyor bir an bile gözlerini, korkutmuyor hiçbir görüntü.
Uzaklardan rüzgarla birlikte bir ses geliyor:
- Yeter!
Yetmez, diyor.
-Yetmez!
Gökyüzünde şimşekler çakıyor, kasırgalar dünyanın tüm yağmurlarını bırakıyor adeta üstüne. Ağaçların kökleri toprağın altındakilerle beraber çıkıyor toprağın üstüne. Kusuyor toprak içinde sakladığı her şeyi.
Nihayet iki kişi kalıyor orta yerde yorgun düşmüş bedenleriyle birlikte. Durmayın diye emir veriyor.
Durmayın!
Gözlerine bakıyor bir tanesi “Emin misin ?“der gibi. Tam da o anda kabzasından kan sızan kılıcıyla ölümcül darbeyi vuruyor diğeri.
Şimdi sadece o var savaş meydanında, bir de son savaşçı. Kendini ilk defa böylesine güçlü hissediyor ve ilk defa böylesine mutlu. Kayıp bir zamanda sessizce ölen ruhunun aksine şimdi bedeninin çığlıklar içinde binlerce defa ölmesinin hazzını yaşıyor.
Kılıcını çekiyor kınından, emrini bekliyor meydandaki savaşçı. Gözlerine bakıyor gülümseyerek “ Şimdi!” diyor en gür sesiyle.
Aynı anda kalkıyor kılıçlar ve aynı anda ulaşıyorlar hedefe.
...................................
Gecenin sessizliğini sokak lambalarının ışığı bölüyor. Tüm şehir uyusun istiyorsun, sokak lambaları sadece ölüler için yansın ya da usulca sönsün.
(Ressamın elindeki fırça yere düşüyor. Bardağındaki çayı, tuvalindeki resmi, yüreğindeki duası yarım kalıyor. )
Suyun üstünde küçük adımlarla sessizce, sebepsizce yürüyor. Rüzgar yok, dalga yok, yağmur yok, güneş yok, gölge yok.
Babette
Elimde fırça, yalvarıyorum sana. İzin ver, izin ver ki göreyim yüzünü, izin ver resmedeyim . Ellerinle gözlerimi kapatıyorsun, bak diyorsun, gör beni.
Hep düşlediğimiz derenin kenarında duruyorsun. Beyaz elbiseni giymişsin, ayakların çıplak. İçinde bir coşku var, gözlerin gözyaşına kırgın değil henüz. Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorsun önümde. Uzak iklimlerden gelmiş gibi biraz yorgun, biraz da ürkek.
Elini uzatıyorsun, tutuyorum. Ellerin çöl toprağına dönen ruhuma çiçekler açtırıyor. Saatler dursun, zaman dursun istiyorum.
Sonra arkanı dönüp gidiyorsun, ben sana bakıyorum. Uzaklaşırken düşlerimden “Bu tablo hiç bitmesin.”diyorsun. Daha sen uzaklaşmadan hasretin bir kor gibi düşüyor içime. Düşümde kalmasın umudum, diye dualar ediyorum. Sen her adımınla gönlümü titretip, ıstırabımı çoğaltıp önümden, ömrümden geçiyorsun.
Çayı demledim, sigaranın paketi yarım . Kuşlar yuvalarına dönüyor, gün geceye…
..........................
Usuldan usula onu cezbeden çağrıyı duyuyor. Çağların ötesinden gelen bir ferman gibi hükmediyor her bir zerresine. Yüklemini kaybetmiş cümlelerle dolu hikayesini ardında bırakıp çıplak ayaklarıyla yürüyor onu bekleyen tören yerine
Ve başlıyor tören.
Göğsünü parçalıyor tırnaklarıyla, kaburgalarının arasından binlerce savaşçı saçılıyor etrafa. Büyük bir ordu oluşuyor etrafa saçılanlardan, o tahtına geçiyor. Önünde diz çöküyor her bir savaşçı. Oysa sadece zavallılardan oluşan bir güruhtu orta yerdeki. Onca zaman kaldıkları yerden çıkmaya cesaret edememiş, şimdi ise bir anda meydana bırakılmışlardı.
Savaş çığlıkları atıyor her parçası, o sadece susuyor tüm kelimeleriyle. Emir bekliyor önünde diz çökmüş savaşçılar. İkiye bölüyor ordusunu ve emri veriyor.
Savaşın!
Günlerce, gecelerce durmaksızın savaşıyor meydandakiler. Bedenlerden kopan uzuvlar dağılıyor etrafa, son nefeslerini duyuyor her birinin, ki zaten bu meydanda alınan her nefes ölüme giden bir adım. Ölüm kuşatıyor göğü ve yeri. Kapatmıyor bir an bile gözlerini, korkutmuyor hiçbir görüntü.
Uzaklardan rüzgarla birlikte bir ses geliyor:
- Yeter!
Yetmez, diyor.
-Yetmez!
Gökyüzünde şimşekler çakıyor, kasırgalar dünyanın tüm yağmurlarını bırakıyor adeta üstüne. Ağaçların kökleri toprağın altındakilerle beraber çıkıyor toprağın üstüne. Kusuyor toprak içinde sakladığı her şeyi.
Nihayet iki kişi kalıyor orta yerde yorgun düşmüş bedenleriyle birlikte. Durmayın diye emir veriyor.
Durmayın!
Gözlerine bakıyor bir tanesi “Emin misin ?“der gibi. Tam da o anda kabzasından kan sızan kılıcıyla ölümcül darbeyi vuruyor diğeri.
Şimdi sadece o var savaş meydanında, bir de son savaşçı. Kendini ilk defa böylesine güçlü hissediyor ve ilk defa böylesine mutlu. Kayıp bir zamanda sessizce ölen ruhunun aksine şimdi bedeninin çığlıklar içinde binlerce defa ölmesinin hazzını yaşıyor.
Kılıcını çekiyor kınından, emrini bekliyor meydandaki savaşçı. Gözlerine bakıyor gülümseyerek “ Şimdi!” diyor en gür sesiyle.
Aynı anda kalkıyor kılıçlar ve aynı anda ulaşıyorlar hedefe.
...................................
Gecenin sessizliğini sokak lambalarının ışığı bölüyor. Tüm şehir uyusun istiyorsun, sokak lambaları sadece ölüler için yansın ya da usulca sönsün.
(Ressamın elindeki fırça yere düşüyor. Bardağındaki çayı, tuvalindeki resmi, yüreğindeki duası yarım kalıyor. )
Suyun üstünde küçük adımlarla sessizce, sebepsizce yürüyor. Rüzgar yok, dalga yok, yağmur yok, güneş yok, gölge yok.
Babette
YORUMLAR
Ne olsun iş güç geçinip gidiyoruz, senden naber ? Ağustos böceklerinin şarkıları bitmemişken henüz eylül kapıya dayandı, kederliyim biraz. Teşekkürler macerası olmayan :)) ( galactickushushibuskulusmulus daha iyiydi)
Evin etrafında üç defa uç, çatısında üç defa öt tüm sorularının cevabını bulursun Bayguş :))
Son darbeden önce mesafeyi iyi ayarlarsan resmin tamamını görmen mümkün de olabilir kanımca.
Birimiz yazarken birimiz okurken de olsa demek aynı yerde bulunmuşuz. :))
Bi çay vereyim yorgunluk gider Afiyet olsun.
Güzel görüşünüz için çok teşekkür ederim Luebecker.
Bu aralar kendi kendime çalıp söylüyorum, bir ara vardı öyle heveslerim ancak zaman içinde o da yitip gitmeye doğru yol aldı. Ara ara burada paylaşıyorum yazılarımı, kendime saklıyorum daha çok. :))
Notunuz: İmlası, anlatımı düzgün birinin bu ortamda yazdığını görmek mutlu etti, yine yazın.