Yaşamın imecesi...
02 Aralık 2021, 19.12 A- A+
Bir garip hallerdeyiz dünya üzerinde.
Bir yağmur yağdığında mis gibi toprak kokan, karı kar, rüzgarı rüzgar olan, bahçesinde tavukların eşelendiği, ağaçlarında kuşların ötüştüğü köyündeki tarlasından, mahsulden umudunu kesen, ekip biçip tarla tokatla uğraşmak istemeyen, kasaba, şehir hayatına özenen gençler, bir bir doğduğu evi, köyünü, baba ocağını terk etti, bazen isteyerek bazen de mecburen kasabalara, şehirlere göç ettiler.
İki oda tutup, nohut oda bakla sofa bir eve soktu başını. Kendisi girdi bir fabrikaya asgari ücretle, eşi belki gelen parayla yetindi belki ev ekonomisine destek olmak için o da gayretlendi, kimisi bir fabrikada, belki bir işlerinde belki de bir evde yardımcı olarak çalışmaya başladı. Çoluk çocuğu muhtaç etmemek, dara düşmemek için. Yuvarlanıp gittiler, inişli çıkışlı yollarda yarı aç yarı tok...
Babası, anası köyünde tarla tokadın, üçbeş evlek toprağın başında kaldı. Nasırlı elleriyle çalışmak için yine gün aymadan kalktılar sıcak yataklarından, aldılar sabanı, çabayı ellerine, ekip biçtiler kendi güçlerine göre. Bir kuru ekmeği böldüler ortadan, iki domates bir biberi katık ettiler, doyurdular aç karınlarını tarlanın ortasinda.
Bazen hayıflandılar, bazen umutlandılar, bazen sevindiler, bazen üzüldüler toprağın verdiği ürüne bakarak.
Kaç çocuğu varsa bölüştürüp pay edecekti anaları hasat sonunda mahsulü. Geldiklerinde sıkıştıracaktı o torbaları çocukların sağına soluna. Soğanı, nohutu, mercimeği, zeytini, bulguru.
Öyle ya sehirde yaşamak zordu, çocuklara destek olmak lazımdı!
Baba kendi güçleri yetmediği zamanda gündelik işçiler buldu, eksinler, çapalasınlar, mahsulü toplasınlar diye.
Taaa uzaklardan, memleketini, köyünü, baba evini, ana babasını, hatta belki çocuk çocuğunu oralarda bırakıp ekmek parası için buralara gelen göçmen işçilerdi onlar. Bazısı Afgan, bazisi Suriyeli, bazisi da ülkenin başka başka yerlerinden emek işçisi gençler, belki de çocuklar...
Amaçları üç kuruş ekmek parası kazanmaktı hepsinin, karın doyurmak, günü kurtarıp yarına varmaktı.
Çalışıp, didinip, kazanıp memleketine, çocuklarına, ana babasına katkı olsun diye üç kuruş para yollamaktı.
Öyle ya, köyde yaşamak zordu, mahrumiyet demek, yokluk demekti köy.
Kim neredeydi, kim nerede ne yapıyordu, kim kimin işine yardımcıydı, sarıp gitmişti hayat herkesi birbirine, tam imece yaşanıyordu aslında hayatın içinde, ekmek parasına, karın tokluğuna...
Hayatı kotarmaya çalışıyordu her biri zar zor. Şehirdeki şehirde, köydeki köyde dardaydı aslında. Gülen yüzünü göstermeye pek niyetli değildi hayat.
Tuhaf bir çarkın arasında, çarkın dişlilerine ezilmeden savrulup duruyorlardı. Uzak diyarlarda devinip duran hayal emekçileriydi onlar. Gün gelecek şöyle olacak, böyle olacak diye hayal kurarlardı besbelli, hayal olmadan yaşanmazdı zira.
Ama gün geldi, artık ne hayalleri kaldı ne umutları. Sadece emekleri var her yerde. Tırnaklarının, bileklerinin, bellerinin, ellerinin, kollarının emekleri, sırtlarından, alınlarından akan terleri var.
Ekmek aslanın ağzında değil artık, taaa midesine inmiş durumda.
Elini sokup bir parça ekmek koparmaya çalışmak zorunda herkes, o bir parçayı bölüşmek, karın doyurmak için.
Güneş açıyor, yağmur yağıyor, aylar mevsimler dönüyor, hayat devam ediyor karın tokluğuna...
YORUMLAR