Tartışma içine girmek için yazmıyorum ama Pazar Konseri de övülmez ya hu. Burada "bütün sinekler yanılıyor olamaz, bok faydalıdır" gibi bir bakışla "millet aşağılayıp ismini değiştirerek 'pazar kanseri' demiş ve eldeki verilere göre pazar konseri yayınlandığında saatte Türkiye'de elektrik harcaması minimum seviyelere inmiş" diyerek çoğunluğun hareketini referans olarak da almayacağım. Pazar Konseri, klasik müzik eserlerine yer veren bir programdı. Elbette bilimsel bir şart değil ama tatil gününün ilk saatlerinde o eserler dinlenmez. Schiller, Goethe'ye yazdığı bir mektupta Aristoteles'in eserlerini ilk defa okuduğunu belirtip şöyle devam ediyor: "“O’nu daha önce okumamış olmaktan dolayı çok mutluyum, kendimi, şimdi bana sağladığı büyük bir zevkten ve bütün faydalarından mahrum bırakmış olurdum. Eğer O’ndan yararlanacak bir biçimde okunacaksa, öncelikle temel kavramlar oturtulmuş olmalı; ele aldığı konu, yeterli düzeyde bilinmiyorsa, O’ndan akıl almak tehlikeli olacaktır.”
Schiller bu satırları kaleme aldığında 47 yaşındaydı. Dünya kadar eser vermiş, Goethe’yle birlikte klasik Alman edebiyatının zirvesinde yerini almıştı o yaşında. İlk defa okumuş Aristoteles’i. Aslında Schiller'in söylediği ile az çok karşılaştık. Daha çocuk yaşlarda, lise çağlarında Dostoyevski, Nietzsche, Schopenhauer, Sartre gibi heriflerin eserlerini okumak ne büyük bir belaya bulaşmak aslında! Atatürkçülüğün ne olduğunu anlamadan militan Kemalist olmak gibi, Tanrı’yı kavramadan din olgusu bir şablon gibi kabullenmek gibi, bu iki örneğe benzer nitelikte bir beyin yıkamasına uğruyor körpe zihinler, o zaman hazmedemeyecekleri gıdaları sindirmelerini nasıl bekleriz? İbranilere Mektup’ta şu enfes ifade geçer:
“Katı yiyecek, yetişkinler için, yani duyuları iyi ile kötüyü ayırt etmek üzere alıştırmayla terbiye edilmiş olanlar içindir.” (5
. ayet)
Klasik müzik eserleri de hem form hem de yayınlandığı saat itibariyle böyle bir etki yaratır. Sadece klasik batı müziği de değil, günün o saatinde klasik türk müziği de dinlenmez. Tabii ki isteyen dinler, burada bir beis yok ama bu tarz direkt olarak insanın ruhuna temas ettiği için terbiye edilmiş bir vücutta etkisini gösterir. Bir günün de en terbiye edilmiş saati takdir edersiniz ki günün ortası değildir.
Bir başka problem, batı ne kadar "göz" medeniyeti ise, doğu da bir o kadar "söz" medeniyetidir. Bizde hakim olan "söz"dür. O sözün de tek bir ağızdan çıkması değerlidir. Mesela klasik batı müziği çok seslidir, klasik türk müziği tek seslidir. Türü ne olursa olsun "koro" bile uygun değildir bu topraklarda yaşayan insanlara. Batı'da "sanat, sanat içindir" felsefesi yoğundur ama bizde "sanat toplum hatta birey içindir". Arabesk külütürünü ele alalım; Arabesk "Arap'a ait olan" [Gereksiz bir bilgi: Arapçada iki tane "arab" kelimesi vardır. Biri "elif" harfiyle yazılır diğeri de "ğayn" harfi ile. "ğayn" harfi ile başlayan arap kavmini belirtirken elif harfiyle başlayan "arab" ise "ihtiyaç" manasındadır. Buradan da "arap sabunu" dediğimiz şeyin araplarla bir alakası olmadığını, "her türlü ihtiyaç için kullanılan sabun" olduğunu anlayabiliriz] demektir. Arap tarzı kültür ve sanat. Emeviler'den beri süren Binbirgece Masalları'yla insanların kafasında imgelenmiş, girift, sanat tarzıdır. Bizde Mısır şarkılarının etkisiyle başlayan süreçte kullanılan müzik tarzı, Mısır'dan iktibas olduğu icin "arabesk" denmiş. Halbuki bu arabesk degildir. Arabesk, bir kalite belgesidir. Halk müziği olarak Mısır'da icra edilenine ve bunun Türkiye'deki versiyonuna arabesk demek biraz manasız oluyor. Arabesk diye yanlış bir kullanımla isimlendirilen müzigin dinleyici kitlesinin yaşam tarzı ve sosyo-kültürel tercihlerine de ikinci bir galatla arabesk denmiş. Halbuki "lümpen kültürü" denmesi daha doğru bir ifade olur. Lümpenliğin ve kültürünün pazarlanması genel seviyeyi düşürücü etki yapar. Mesela tiyatronun ilk gösteriminin sebebi olarak, İngiliz hanedanının yaşam tarzının sahnelenip insanların bu yüksek kültür ve görgü etrafında biraz daha düzeyli olmasını sağlamak amaçlı olduğu söylenir. Oysa halkın tercihlerini genelde lümpen zevkler oluşturuyor. Lümpenlik (oto)kontrolsüz, derli-toplu olmayan bir özellik taşıyor ama yüksek kültür ürünleri biraz daha düzenli/kontrollü... Kontrollü/derli-toplu iş hayatından bunalan insanlar eğlence sektörüne girdiklerinde orada da derli-topluluk ve kontrollülük istemiyorlar. Adı üstünde eğlenmek, düzenli olmanın stresini atmak istiyorlar. Tam da bu psikolojiye lümpen kültür ürünleri cevap veriyor. Sadece eğlenmek de değil, hüzün de aynı damardan besleniyor. İşte pamuk tarlalarında köle olarak çalışan siyah tenli işçilerin söyledikleri türküler yani blues. Benzer şekilde gene o kölelerden araklanan caz, rock and roll, reggae... Bunların hepsi esasında lümpen kültürdür. Son tahlilde müziği: hüzün, aşk, ve eğlenme olarak algılayan toplumlara klasik müziğini sevdirmek biraz zor. Hele ki dayatma ile... Şundan eminim: eğer geceye yakın saatlerde Pazar Konseri yayınlanmış olsaydı hatta bunu Pazar günü de değil, Cuma gecesi yapsalardı, haftanın yorgunluğunu atmak adına o müzikler çok daha ilgi çekici ve kabul edilebilir olurdu.
Gelelim Gamyun Blog'un ahvaline. Dünya çok değişti, hele ülkedeki bir şeylerin değişim hızına akıl sır erdirilemiyor. Şu yoruma başladığımda dolar 12.53 idi, şu an 12.64. Kim bilir yorum bittiğinde kaç olacak. Yani sadece şu kısacık dilimde bile kimler ne kadar para kazandı ya da ne kadar fakirleştik. Ekonomiye biraz sonra gireceğim ama değişimi spordan örnekleyeyim: çocukluğumuzda sabırsızlıkla beklediğimiz 100 metre yarışlarının kahramanları Ben Johnson, Carl Lewis gibi atletler, dünya rekoru kırdıkları derecelerle bugün 100 metre yarışlarındaki finallere giremiyorlar. Öyle manyakça bir "hız" gelişimi var. Sadece bedensel değil ki, ilk internet dönemini düşünün hani 145'lerden 146'lardan bağlanılan, bir siteye girmek için 10 dakika beklenilen zamanı.. Şimdi herhangi bir site 5 saniye içinde açılmazsa telefonda ya da bilgisayarda sorun olduğunu düşünüyoruz. Hemen her alanda beklemeye tahammülü kalmayan insanlar olarak hayatımıza devam ediyoruz. Yaptığımız bir bok da yok bu arada, ama kendimizi önemli hissetmek, önemli şeyler yapıyormuş zannına kapılmak caka katıyor. İnsanların tüm meramını 280 karakterle [twitter'da en son böyleydi şu an kaç bilmiyorum] anlattığı zaman diliminde gamyun bloga gelip de paragraflarca yazmak deli işi. Arada Ekşi Sözlük'te yazıyorum, ki gündeme dair de pek kalem oynatmıyorum, bazı mesajlar geliyor: "iyi, hoş yazıyorsun da keşke biraz daha kısa yazsan" diyorlar. Genelde etimolojik çözümlemelerimi yazıyorum ve bu da maksimum iki paragraf sürüyor oysa ki :) Kimsenin uzun yazı okuyası yok, haliyle ekonomideki kötü para, iyi parayı kovar gibi, uzun yazı yazası da yok. Arada buraya bakıyorum, son mohikan "unadventurous'u takdir ediyorum. Beğenilir ya da beğenilmez hala gelip uzun uzun gündemden koparak bir şeyler yazmaya çalışıyor. Dünyanın değişimine Türkiye'deki yaşananları da ekleyince, gündem dışı ne yazarsa yazsın 2-3 paragraf bir şeyler karalayan her insana büyük saygı duyuyorum. Nitelikli olsun ya da olmasın.
Al işte bugün açıklanan rapor:
Kütahya'daki Zafer Havaalanı'na bu sene için
Garanti edilen yolcu sayısı: 1.207.921
Gerçekleşen yolcu sayısı: 9.966
Garanti ödemesi: 6.300.000 euro
Hata payı:%99
Yani şu ülkedeki en gerizekalıyı bulsan böyle bir karşılığı olan havaalanının yapılmasına izin vermez. Böyle bir ortamda insanlardan çok fazla bir şey beklmemeli diye düşünüyorum. Burnumuza kadar bokun içine batmışız, estetik neyimize!
YORUMLAR
''Yutttaşının ruhunu nasıl incelteceğini düşündü bir şeyler yaptı'' cümlesi ile sisteme yaranma tutkusu ruhuna işlemiş diyebiliriz.
Yazıma güzel bir örnek olduğun için teşekkürler unad...
Neden mi?
''Şimdi rolantiye al kendini motorunu rahatlat.''