Deli Ziya
03 Nisan 2022, 21.01 A- A+
Deli Ziya
İki metreye yakın uzun boylu, zayıf, avurtları çökük esmer bir adamdı Ziya... Saka ydı. Benim çocukluğumda henüz evlere su bağlana bileceği düşüncesi bile çok komik karşılanırdı! Evlere içme suyu sakalar tarafından sağlanırdı. Her evde büyük bir toprak küp bulunur, bir haftalık on günlük içme suyu bu küplerde muhafaza edilirdi.
Mahallelerde çeşmeler vardı. Bu çeşmelerden evlere içme suyu sağlanırdı. Taa! Osmanlı Devleti zamanında yapılmış su kemerleri ile uzak yerlerden su getirilirdi. Yere Batan Sarnıcı gibi sarnıçlarda toplanan su bu sarnıçlardan çeşmelere ulaştırılır dı. İşin tekniğini bilmediğim için bu konuda fazla bilgi veremeyeceğim. Yalnız "Taksim"in su taksim edilen bir yer olduğunu bu yüzden de bu adı aldığını biliyorum.
Söze Deli Ziya'dan başladık konuyu dağıtmayalım. Bundan önceki yazımda Kadri Özkil Abi'nin yanında çalışmaya başladığımı yazmıştım. Bizim dükkanın sağ ilerisinde bir yol kavşağı var. Aynı kavşakta yola paralel bir dere bulunuyor: Bülbül Deresi... İki yolun birleştiği yerde bir çeşme...( Balta nerde? Suya düştü...) gibi mi oldu? İşte bu çeşmeden Ziya her zaman gaz tenekelerine su doldurup su ağacının iki yanına asıp ( siz de ne gaz tenekesini bilirsiniz, ne su ağacını... birader! şimdi onları anlatsam...hadi madem, anlatayım! Önce gaz tenekesi: Benim çocukluğumda, gençliğimde; evlerde aydınlatma aracı olarak gaz lambaları kullanılırdı. (Burada "gaz"sözcüğü ile petrolden üretilen, gaz lambalarında, gaz ocaklarında kullanılan sıvı bir yanıcı madde anlatılmaktadır.) Bu madde on, on iki kiloluk dik dörtgen prizma şeklinde tenekelerle servis edilir; gaz yağı bitip teneke boşalınca üst kısmı açılır çeşmelerden su taşımakta kullanılırdı. Su ağacına gelince buda kavi bir ağaç dalının yontulup sırta oturacak şekilde eğri bir şekil verildikten sonra iki tarafına kancalı tel yada zincir takılarak kova ya da gaz tenekelerinin taşınmasına yarayan bir gereç. Ne anlattığımı da şaşırdım yaa! Yılların öğretmeniyim ( Emekli ) öğrencilere anlatmakta bu kadar zorlanmadım.
Kadri Özkil Abi'nin yanında çalıştığım günlerdi. Dükkana gelen giden yok. Günlük rutin işleri yaptım. Vitrindeki malların tozlarını aldım. Tezgahı sildim parlattım! Toz bezini vitrinde bırakmadım!
Hava güzel; güneşli, kayısı kompostosu gibi! Dükkanın önüne çıktım. Kapının yanında duvara yaslandım. Etrafı seyrediyorum. Bitişikte bir esnaf lokantası var. Ziya elinde bir tabak balıkla çıktı; gitti karşıdaki çöp variline döktü geldi. İçeride esnaftan münasebetsizin biri yeme zehirlenirsin demiş. Ona çıkışanlar, "Gariban adamın yemeğini dökmesinden çok mu eğlendin" diyenler oldu.
Aslında Ziya'dan çok onu kışkırtan o münasebetsiz esnaf yüzünden çok büyük bir tehlike atlattım.
Ziya'nın su doldurduğu tam iki yolun birleştiği yerdeki çeşmeden söz etmiştim. O çeşmelerin muslukları bazen sıkışabiliyor.
Ziya tenekelerini doldurmak için çeşmeye geldi. Ben gene karşıda duvara yaslanmış hem güneşleniyor hem olan biteni seyrediyorum. Musluk sıkışmış... Ziya esnaftan kiloluk bir dirhem ( anlatmayacağım; öğrenin.) aldı. Vurarak musluğu gevşetmeye çalışıyor. Bir yandan da söyleniyor. O biraz evvel sözünü ettiğim esnaf da dükkanının önünde seyrediyor. "Ziya ulan kim yaptı bunu? Kim yaptıysa... falan deyince o esnaf: "Şu yaptı. " diye beni gösterdi. Ziya bir saniye bile düşünmeden elindeki kiloluk demir dirhemi bana doğru fırlattı. Şimdi olayı ağır çekim anlatalım! Kiloluk demir dirhem Ziya'nın elinden çıkıp, bir kavis çizerek bana doğru geliyor, bir metre kala, ben sola doğru eğiliyorum, dirhem vınlayarak sağ kulağımın yanından geçip duvara çarpıyor. Duvardan büyükçe bir parça kopup, dirhemle birlikte yere düşüyor.
Bu dirhem tam alnımın ortasına gelseydi ben "gık" bile deye me den ölecek, şimdi "şeker bile yiyemeyen" ölü bir çocuk olacaktım!
Bugünlük bu kadar yeter. Çok anlatırsak, yarına, öbür güne ne kalacak. Sağlıcakla kalın...
YORUMLAR