Tek Kulaklı Kara Tavşan
02 Aralık 2023, 14.50 A- A+
Kavuşmuştu doğalın güzelliğine, dört duvar arasında sıkıştığı evinden çıkacak gücü sonunda bulabilmiş, denizin kıyısındaki kızılçam ağaçlarıyla kaplı bu piknik alanına atabilmişti kendini. Hamakta kitabını okuduğu, yeşille maviye doyduğu, çırçır böceklerinin sesinin örtüsüyle kaplı bu yer, onun için huzurun ilk adreslerinden biriydi. Gürültü kokulu şehrin havasıyla paslanan kulakları sonunda bir parça dalga sesi, bir parça çam kokusunu getiren rüzgârın uğultusuyla şenlenecekti. Gözleri parıldadı düşününce, maviye bakıp biraz maviyi, yeşile bakıp biraz yeşili aldı gözlerine… Etrafı birbir kolaçan etti, en güzel ve en sessiz yeri belirledi aklında.
İnsan sesine tahammül edemediği zamanlardı artık. Müziği bile sözsüz tercih ediyordu. En doğalından böyle olagelmişti, Yaşanmışlığın metamorfozuydu belki, yaşayarak doyulmuş, hazzıyla yoğrulmuş ve farklı bir tada dönüşmüştü onun için artık hayat. Önemli olan sevdiği şeyleri yapması değil miydi nihayetinde? Bu yıllarında bunları seviyordu ne de olmasa! İhanet değildi kendine, özenti hiç değil, bir gelişme süreciydi…
Mi acaba dedi içinden, çocukluğunu anımsadı sonra, herhangi bir misyon yüklenmediği yedi yaşına kadar olan süreci anımsadı. Karınca yuvalarını hayretle gözlemlediği, kurbağaları eline alıp sevdiği, ağaçların en üst dallarına tırmandığı, krater gölünün etrafında keşif turu attığı, ilk okumayı öğrendiği altı yaşında eline her geçen yazıyı okuyuşunu, her bir hikâye kitabını tuttururcasına isteyişini, dergilere üyeliğini… Ee o zaman gelişim bunun neresindeydi? Bir geçmişe dönüş, bir özlemdi hissettiği. Çocukluğunu yeniden bulmuş ve doğumuyla gelen bilgilere tekrar kavuşmuştu. Evden ayrılışının en yakın şahidi değimliydi zaten çocukluğu? Tam da eve dönmek gibi dedi içinden…
Güneşe baktı saat 9:30 olmalıydı, yarımay şeklindeki rotasını çizdi zihninde, nereden doğduğunu ve battığını, gökyüzündeki konumunu zaten ezbere biliyordu. Saati oldum olası sevememişti, ince narin bileklerinde hep bir yüktü. Taşımak istemediği fazladan bir ağırlık. O yüzden de gökyüzü saatini öğrenmişti.
Hamağının bir ucundaki ipi ağaca atmaya yeltendiği sırada fark etti ki gövdesinin dibinde siyah bir şey kıpırdanıyor. Aman Tanrım! Minicik bir tavşan! Ama neden tek kulaklı, titriyor sanki hasta mıydı yaralanmış mıydı bu minik. Varlığının şokuyla, onun varlığına da aynı şoku gösteren bu canlı ve her ikisi için de birbirlerine alışması için geçen süre boyunca öylece bakıştılar. Bir gözü tavşanda, hamağını iki büyük ağacın arasına kurdu.
Bu arada o ise, teki kafasının üzerine düşmüş teki olması gerektiği gibi dik duran kulaklarını inceliyordu. Yaralanmıştı belli ki, ama nasıl? İçinden sadece tek bir senaryo geçiyordu kesin bir hayvan kovalamış, yakalanmış fakat elinden kurtulmayı başarmıştı, bu iz de bu boğuşmadan kalmıştı kesin!. Hala dışarıda bu hayvanın serbestçe dolaşması tedirgin etti birden, neyse ki yanında şu an için güvendeydi ama sonra? Yine tek başına kalacağı akşam olunca ıssızlığın çöktüğü bu yerde saklanabilecek miydi? O bunları düşünürken tavşancık sığındığı o büyük ağacın gövdesine minik hoplamalarla giderek ilk gördüğü zamanki mekânına çoktan yerleşmişti.
Birden gözleri masanın üzerinde duran ped şişedeki suya ilişti, dibinde azıcık kalmıştı, ped şişeyi bir bıçakla kesip bir kaba dönüştürerek yine tavşanın yakınına ulaşabileceği bir yere koydu. Her yeni konan şeye koklaya koklaya giden tavşan sonunda kaba da ulaşmış ve susuzluğunu tamamen gidermişti. Görevinin bitmesinin verdiği huzurla hamağına dönecekken koyduğu kabın yakınında bir şey fark etti.
-Aptal primatlar sizi, ortalıkta serbestçe dolaşarak insanları tedirgin ediyorsunuz!
Dersem yerinde olacaktır.
İnsan sesine tahammül edemediği zamanlardı artık. Müziği bile sözsüz tercih ediyordu. En doğalından böyle olagelmişti, Yaşanmışlığın metamorfozuydu belki, yaşayarak doyulmuş, hazzıyla yoğrulmuş ve farklı bir tada dönüşmüştü onun için artık hayat. Önemli olan sevdiği şeyleri yapması değil miydi nihayetinde? Bu yıllarında bunları seviyordu ne de olmasa! İhanet değildi kendine, özenti hiç değil, bir gelişme süreciydi…
Mi acaba dedi içinden, çocukluğunu anımsadı sonra, herhangi bir misyon yüklenmediği yedi yaşına kadar olan süreci anımsadı. Karınca yuvalarını hayretle gözlemlediği, kurbağaları eline alıp sevdiği, ağaçların en üst dallarına tırmandığı, krater gölünün etrafında keşif turu attığı, ilk okumayı öğrendiği altı yaşında eline her geçen yazıyı okuyuşunu, her bir hikâye kitabını tuttururcasına isteyişini, dergilere üyeliğini… Ee o zaman gelişim bunun neresindeydi? Bir geçmişe dönüş, bir özlemdi hissettiği. Çocukluğunu yeniden bulmuş ve doğumuyla gelen bilgilere tekrar kavuşmuştu. Evden ayrılışının en yakın şahidi değimliydi zaten çocukluğu? Tam da eve dönmek gibi dedi içinden…
Güneşe baktı saat 9:30 olmalıydı, yarımay şeklindeki rotasını çizdi zihninde, nereden doğduğunu ve battığını, gökyüzündeki konumunu zaten ezbere biliyordu. Saati oldum olası sevememişti, ince narin bileklerinde hep bir yüktü. Taşımak istemediği fazladan bir ağırlık. O yüzden de gökyüzü saatini öğrenmişti.
Akşama kadar duracağı bu yerde, her daim gölge olan yeri belirlemeliydi. Ağustosun sıcağında bir parça güneş bile beyaz tenini yakmaya yetiyordu. Ayrıca zaten iki kere aynı işi yapamazdı. Aynı kelimesi başlı başına canını sıkan bir kelimeydi. Rutinin sıkıcı hülyasında döngüleri tekrar etmek hiç ona göre değildi. Belki de üşengeçliğiydi onu öğrenmeye iten.
Gözüne kestirdiği heybetli ağaçların önünde durdu. Tekrar gökyüzüne baktı, güneşin rotasını tekrar çizdi -hayır burası 14:00 gibi iki ağacın arasında kalan boşluktan güneşi alacaktı, başka bir yere gitti rotasını yeniledi, evet güneş batana kadar tamamen gölgedeydi artık.
Şimdi artık ilgilenebilirdi bu minikle, önce doyurmalıydı karnını, gerçi karnı yeterince şiş duruyordu, acaba hasta mıydı? Her halükarda bu sıcaklarda sulu bir şey iyi gider diye düşündü. Farklı şeyleri sevdiğinden acur almıştı yanına, bir parçasını koparıp yakınındaki bir yere koydu. Onu ürkütmek istemiyordu. İşte kıpırdanmıştı, minik burnuyla koklayarak ilerleyip ulaşmıştı yemeğine, ufak ufak lokmalarla döndüre döndüre yerken daha önündeki parçayı yarılamadan doyuvermişti işte. Kalanı hemen de karıncaların besini oluvermişti. Bu nasıl güzel bir mutluluktu, bir tebessüm kapladı yüzünü. Her zaman tuzludan sonra tatlı yediği için bir küçük parça da muz koparıp koydu önüne, tavşancık koklayarak dört döndü etrafında, sonunda fark edip ondan da yemeye başladı.
Birden gözleri masanın üzerinde duran ped şişedeki suya ilişti, dibinde azıcık kalmıştı, ped şişeyi bir bıçakla kesip bir kaba dönüştürerek yine tavşanın yakınına ulaşabileceği bir yere koydu. Her yeni konan şeye koklaya koklaya giden tavşan sonunda kaba da ulaşmış ve susuzluğunu tamamen gidermişti. Görevinin bitmesinin verdiği huzurla hamağına dönecekken koyduğu kabın yakınında bir şey fark etti.
Vay be dedi, gözleri farkındalıkla parıldayarak- demek buymuş, vay be demek bu yüzdenmiş. Vahşi doğada vahşileşen düşünceleri, nedenlerin medeniyetle olan ilişkisini fark etmesini engellemişti belli ki. Keyfine düşkün insanoğlunun öncesinde tatlı tatlı çay içtiği ince belli kırık bir cam bardak öylece yerde sere serpe duruyordu. Dip kısmı sağlam fakat uçlarına doğru keskin geometrik üçgen şekiller oluşturan bu bardak belki de işte bu tavşanın küçücük kulağını kesmeye yetmişti. Hoplarken fark etmemiş camın üzerine sert düşmüş, tam da keskin kısmı kulağının en hassas yerine denk gelmiş olabilirdi, olamaz mıydı? Belki de diğer gördüğü tavşanlara göre minicik hoplayışları da bu öğrenilmiş çaresizliğindendi.
Faydası kalmayan her şey gibi terk edilmiş, artık iş göremediği için önemsenmeyen bir şeyi yerden almak için bile efor harcanmamıştı. Öylece işte, bırakılıp gidilmişti. Bırakılan tüm diğer çöp yığınları gibi. Ardına bakmadan, ardını düşünmeden… Senden sonrakine ne olacağını umursamadan. Doğal olan doğada çözünürken, doğa kendi kendini temizlerken insanın doğadan şekillendirdiği yapay olgular, yapay oldukları için doğal yollarla çözünemiyordu ve uzun yıllar sonra sadece birazcık törpüleniyordu ama bu keskin bardağın üzerinden çok da uzun bir zaman geçmiş gibi görünmüyordu.
İnsanları diğer canlılardan ayıran tek şey farkındalıkken sadece kendi konforunun farkında olan bu ırk için bir hayvandan üstündür diyebilir miyim ki? Bu dünya; içinde yaşayan tüm canlıların eviyken, kendi evini kirleten bu türün, bir gün bıraktığı pislikleri ayağına bulaşınca, niye benim başıma bunlar geliyor diye serzenişte bulunması çok saçma değil mi?
İster iyi niyetle, ister kötü niyetle olsun yaptıklarımızın, ardımızda bıraktığımız izlerin sorumluluğu bizde, zaman geçmişi geçmişte bırakan geleceğe umutla bakan doğrusal bir düzlemde değil. Geçmişimiz ve yarınlarımız bu günümüzde. Şu anda tam da burada… Bırakılmış kırık bir bardak; Bir tavşanın kulağında bir kesik, Gelecekteki dünyamız; Bir tavşanın kulağına çizilmiş bir işaret.
Kendi çıkarları söz konusu olduğunda her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünebilen fakat bir başkası çıkarına olduğunda düşünememiştim diyen bu kendini geri zekâlı yerine koymakta sakınca görmeyenler için ben de bir sınıflama yaparak;
Dersem yerinde olacaktır.
YORUMLAR