Güneş Bulutlu Işık Pusu...
16 Ocak 2024, 13.50 A- A+
Yol boyunca akıp giden manzaranın keyfi, en güzel araba yolculuğunda çıkar. Dilediğin yerde durur, dilediğin yerde fotoğraf çeker, çayını kahveni içersin. Hiç görmediğin ayrıntılara denk gelirsin, kimini sever, kimine hayret edersin. Böyle bir yolculuk işte. Ankara’dan Mardin’e gidiyoruz. Dönüşte Urfa ve Hatay’da da kalacağız.
Yol uzun, çok da kayda değer bir şey yok yollarda. Karakollar ilgimi çekiyor. Daha doğrusu; hiç öyle karakol görmediğimden, önünde çuvallardan barikat yapılmış boydan boya demir parmaklıklı tuhaf yapıların karakol olduğunu idrak edince, ilgim onlardan ziyade kucağımdaki ellerime yöneliyor. Aslında ne de güle oynaya gidiyorduk yollarda. Burası benim vatanım, ülkemin karakolunun önündeki güvenlik tertibatı ise başka bir ülkede olduğumu ve o ülkede savaş hali olduğunu söylüyor sanki. İçimdeki cız eden yer acıyor, yanıyor ve sanki cidden ses çıkarıyor. Biliyorum elbette, haberleri dinlerken, izlerken görüyorum. Ama yanı başından geçerken bir başkaymış. Askerlerimizi görüyorum, şükür yaşıyorlar şimdilik, diyorum içimden. Çok canım yanıyor çok! Geçeyim bu bahsi.
Daha önce hiç gitmemiştim o taraflara, neyle karşılaşacağımı az çok bilsem de birazdan hiçbir şey bilmediğimi düşündürecek Mardin bana. Bu nasıl bir şehirdir, bu nasıl bir gün batışıdır! Ben kilitlendim. Dünyada böyle bir manzara görmedim, bildiğiniz ufuk çizgisi göremiyorsunuz. O denli uzun ve düz topraklar uzanıyor karşımda. İnsana deniz gibi geliyor ama deniz desem deniz değil, kara desem kara değil. Sanki güneşten bulutlar inmiş şehrin üzerine ve ışıktan bir pus yaratmış, sonu görünmeyen büyük bir boşluk gibi. Bilemiyorum, belki anlatamıyorum, daha önce görmediğim bir şey bu ifadelerim eksik kalıyor farkındayım. Masal gibi bir şey, bu görüntü, bu diyar dünyaya ait değil sanki.
İçimde o acıyan yerin duygusuyla beraber ve esasında biraz da tedirgin güne uyandım. İlk kez gerçek Mardin halkına karışıp kenti gezeceğiz. Süryanilerin de memleketi Mardin, anayurtları. Müthiş kozmopolit bir kültür var, hayran olunası manastırlar, camiler… İki gün ayırmıştık Mardin’e ama asla yetmeyecek. Taksiyle geziyoruz, sağolsun bizi rehber gibi gezdiriyor taksi şoförü. Mor Gabriel Manastırı’nda arabadan inerken gözlüğüm düştü, manevra yapınca da ezildi gözlük. Şoförün içine dert oldu, biz manastırı gezerken, benim eciş bücüş gözlüğü düzeltmiş, bizi başka bir yerde beklerken de tamir ettirecekmiş arkadaşına. Ne dediysem olmadı, illa tamir ettirecek! Sapasağlam yeni bir gözlügüm oldu sayesinde Allah razı olsun. Mardin’in insanını tanıdıkça, içimi acıtan hissim kocaman gülümsemeye dönüşüyor. Şallar, gümüşler aldım çarşıdan, esnafla bol bol muhabbet ettim. Sabuncu Mehmet Dede’den sabunlar bile aldım, hala sipariş veririm sabunu ordan. Mardin’in kadim esnafı. Güzel insanlar, ne diyeyim. Bizim bizle sıkıntımız olmaz, diyorum her zaman.
Gün sonu, otele döneceğiz. Amman garanti olsun, başımıza iş gelmesin diye malum büyük oteli tercih ettik kalmak için. Ama o kadar keyifliydi gördüğüm yerler ve gördüğüm insanların samimiyeti ki, hiç de gidip o yapmacık parayla satın alınan kibarlık ve konforda kalmak istemedim. Yemeği de otelde yemek istememiştik. Bizim taksicinin önerisiyle Cercis Konağı’na gideceğiz. Onu aradık gelip bizi aldı götürdü. O tarafta olursa dönüşte de otele getirecek. Konak başlıbaşına sanat eseri ayrı bir alem, anlattığım gün batımı görüntüsü ise önünde tek bir şey olmaksızın gözlerimizin önüne serilmiş. Güneş bulutlu ışık pusu eşliğinde öyle harika lezzetler tattım ki, neye hayran olacağımı, nereye bakacağımı, hangi lezzeti tadacağımı cidden bilemedim. Ben ömrümde ne böyle bir manzara gördüm, ne böyle değişik yemekler yedim. Masal şehri evet, böyle bir yer var benim canım vatanımda.
O gece rüyamda Süryani Manastırını gördüm. Aziz mezarlarında geziyordum. Ölüler canlanıp benimle konuşuyorlar ama onlardan hiç korkmuyorum. Hatta yerin altında tek bir noktadan ışık alan mahzene bile iniyorum. Halbuki duramayıp hemen çıkmıştım, çok ürkütücü gelmişti bana orası. Ama rüyamda, tek bir ışık huzmesi her yeri aydınlatıp gökkuşağıyla dolduruyor o izbeliği. Ehh masal şehirde de böyle rüya görülür elbet.
Söz ettiğim manastır harika bir yer. Yüksekçe bir yerde, ormanın içinde ve yine yükselerek boy alıyor. Epey bir merdiven tırmanıyorsunuz gezmek için. Ziyaretçileri 6-7 kişilik gruplar halinde alıyorlar, rehber eşliğinde gezdiriyor ve bilgilendiriyorlar. Girişte beklerken vakit geçirip çay kahve içebileceğiniz yemyeşil bir bahçe var. Her yer tertemiz ve düzenli. Darısı bizim başımıza, kızıyorum biraz gezdiğimiz bizim tarihi eserlerimizin bakımsızlığını hatırlayınca. Gerçi diyanete geçti sanırım tüm eserleri Süryani’lerin (ne alakası varsa!) ama bakımlarını hala kendileri yapıyorlar diye biliyorum. Neyse, oraları geçelim. Can sıkıcı konu, kırık bir halk Süryaniler, gitmeden okumuştum bir miktar.
2 gün aktı geçti böyle, hiç doyamadım hiç. Dilerim yine gitme fırsatım olur, dilerim sizin de olur. Ben burda keseyim yazıyı, çok uzadı, yine arada devam ederim sayın okurcularım .p Daha Urfa ve Hatay’a gideceğiz.
Yol uzun, çok da kayda değer bir şey yok yollarda. Karakollar ilgimi çekiyor. Daha doğrusu; hiç öyle karakol görmediğimden, önünde çuvallardan barikat yapılmış boydan boya demir parmaklıklı tuhaf yapıların karakol olduğunu idrak edince, ilgim onlardan ziyade kucağımdaki ellerime yöneliyor. Aslında ne de güle oynaya gidiyorduk yollarda. Burası benim vatanım, ülkemin karakolunun önündeki güvenlik tertibatı ise başka bir ülkede olduğumu ve o ülkede savaş hali olduğunu söylüyor sanki. İçimdeki cız eden yer acıyor, yanıyor ve sanki cidden ses çıkarıyor. Biliyorum elbette, haberleri dinlerken, izlerken görüyorum. Ama yanı başından geçerken bir başkaymış. Askerlerimizi görüyorum, şükür yaşıyorlar şimdilik, diyorum içimden. Çok canım yanıyor çok! Geçeyim bu bahsi.
Daha önce hiç gitmemiştim o taraflara, neyle karşılaşacağımı az çok bilsem de birazdan hiçbir şey bilmediğimi düşündürecek Mardin bana. Bu nasıl bir şehirdir, bu nasıl bir gün batışıdır! Ben kilitlendim. Dünyada böyle bir manzara görmedim, bildiğiniz ufuk çizgisi göremiyorsunuz. O denli uzun ve düz topraklar uzanıyor karşımda. İnsana deniz gibi geliyor ama deniz desem deniz değil, kara desem kara değil. Sanki güneşten bulutlar inmiş şehrin üzerine ve ışıktan bir pus yaratmış, sonu görünmeyen büyük bir boşluk gibi. Bilemiyorum, belki anlatamıyorum, daha önce görmediğim bir şey bu ifadelerim eksik kalıyor farkındayım. Masal gibi bir şey, bu görüntü, bu diyar dünyaya ait değil sanki.
İçimde o acıyan yerin duygusuyla beraber ve esasında biraz da tedirgin güne uyandım. İlk kez gerçek Mardin halkına karışıp kenti gezeceğiz. Süryanilerin de memleketi Mardin, anayurtları. Müthiş kozmopolit bir kültür var, hayran olunası manastırlar, camiler… İki gün ayırmıştık Mardin’e ama asla yetmeyecek. Taksiyle geziyoruz, sağolsun bizi rehber gibi gezdiriyor taksi şoförü. Mor Gabriel Manastırı’nda arabadan inerken gözlüğüm düştü, manevra yapınca da ezildi gözlük. Şoförün içine dert oldu, biz manastırı gezerken, benim eciş bücüş gözlüğü düzeltmiş, bizi başka bir yerde beklerken de tamir ettirecekmiş arkadaşına. Ne dediysem olmadı, illa tamir ettirecek! Sapasağlam yeni bir gözlügüm oldu sayesinde Allah razı olsun. Mardin’in insanını tanıdıkça, içimi acıtan hissim kocaman gülümsemeye dönüşüyor. Şallar, gümüşler aldım çarşıdan, esnafla bol bol muhabbet ettim. Sabuncu Mehmet Dede’den sabunlar bile aldım, hala sipariş veririm sabunu ordan. Mardin’in kadim esnafı. Güzel insanlar, ne diyeyim. Bizim bizle sıkıntımız olmaz, diyorum her zaman.
Gün sonu, otele döneceğiz. Amman garanti olsun, başımıza iş gelmesin diye malum büyük oteli tercih ettik kalmak için. Ama o kadar keyifliydi gördüğüm yerler ve gördüğüm insanların samimiyeti ki, hiç de gidip o yapmacık parayla satın alınan kibarlık ve konforda kalmak istemedim. Yemeği de otelde yemek istememiştik. Bizim taksicinin önerisiyle Cercis Konağı’na gideceğiz. Onu aradık gelip bizi aldı götürdü. O tarafta olursa dönüşte de otele getirecek. Konak başlıbaşına sanat eseri ayrı bir alem, anlattığım gün batımı görüntüsü ise önünde tek bir şey olmaksızın gözlerimizin önüne serilmiş. Güneş bulutlu ışık pusu eşliğinde öyle harika lezzetler tattım ki, neye hayran olacağımı, nereye bakacağımı, hangi lezzeti tadacağımı cidden bilemedim. Ben ömrümde ne böyle bir manzara gördüm, ne böyle değişik yemekler yedim. Masal şehri evet, böyle bir yer var benim canım vatanımda.
2 gün aktı geçti böyle, hiç doyamadım hiç. Dilerim yine gitme fırsatım olur, dilerim sizin de olur. Ben burda keseyim yazıyı, çok uzadı, yine arada devam ederim sayın okurcularım .p Daha Urfa ve Hatay’a gideceğiz.
YORUMLAR