gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Oburluk

28 Mart 2024, 07.01
A- A+


Hala kesik kesik soluyordu.

Şaşkın, güvensiz duygularla sendeleyerek kapıdan içeri adımını attı…

Odayı gözünün ucuyla süzdü. Tam ortasında donatılmış bir sofra, çiçeklerle bezenmiş masa örtüsü, iki köşesinde cennetten yeni çıkmış ilk utançlarıyla incir yapraklarına sarınmış, duvarın çamur rengine boyanmış çıplak vücutları ile  dem ve Havva,  ilk bakışta birbirine uzanmış elleri ve vücutlarının duvarda aldığı şekillerle bir ağacı anımsatıyordu…

Tavanda yanıp sönen lamba cızırtılar çıkarıyor, odayı bir aydınlatıyor bir karartıyordu. Uçuşan küçük sinekler, lambanın pervanesine her çarpışlarında hayattaki son seslerini çıkararak dans eden bir balerinin parmak uçlarında kendi etrafında dönüşü gibi dönerek masanın üzerine düşüyorlardı.

Duvarların çatlakları içinden akan kanın taze kokusu bir tütsü dumanı gibi her köşeyi sarıyor, süzülen kan, kanaldan geçerek masanın ortasındaki  fıçıda toplanıyor,  fıskiye şeklini alarak küçük bir şadırvanı andırıyordu. Etrafında toplanan serçeler her bir yudumda en güzel sesleriyle cıvıldaşıyorlar, senfonik kalp atışlarının müziği odanın içinde bir duvardan öbürüne çarparak yankılanıyor,  gücü ve kuvvetiyle ritmik heyecanını duyuruyor, yaşamı duyumsatıyor ve bu ilizyon açlığını  daha da uyandırıyordu.

Acılarının eşiğindeki açlığı, sofraya şükranlarını sunarken, bir taraftan da hakikate olan güvensizliği sabrını dirilterek, usulca bir adım, bir adım daha yemeğine yaklaştırıyordu…

Temkinliydi!.

“ Yaşamı yöneten dile gelmez yasaların farkındaydı. İyinin de kötünün de yaşamın orta yerinde olup bittiği anlarda, endişelerinden kurtulmuştu fakat her an yaşanacak yeni bir şeyleri önüne, her defasında en önemli şeyleri karşısına çıkaracaktı!
O zaman her yeni eskide tümüyle sürdürecekti yaşamını, ancak öncekinden bir başka türlü ve pek çok bakımdan zenginleşmiş halde…” Rilke -Çünkü zordur sevgi

İşte bu dönüşüm, ilk arzuyu tetikleyerek, yaşam içindeki sevgiyi ölümün yanı başında açığa çıkaracak… Tutkusu; ölü mü, diri mi olduğu bilinmeyen Schrödinger’in kedisi gibi o karar anındaki gerçekliğin belirsizliğinde canlıydı sadece, her türlü olasılıktı onu canlı tutan… Her türlü şeyin olma olasılığı…………….

Sofranın baş köşesindeki sandalyeye gözü ilişti. Som altından parlak renginin içine yakutlar sıkıştırılmış, bir kralın tahtına benzeyen aslan figürleriyle işlenmişti. O bunları düşünürken  dem ve Havva duvardan ayrılarak yürümeye başladı,  sol ucundaki başlığın topuzunu Havva, sağ ucundakini  dem tutarak sandalyeyi hafifçe geri çekerek şölene buyur ettiler.

Oturduğunda fark etti ki masada sunulan her nimet canlıydı. Duvarlarda yankılanan o sesler; sunaktakilerin kalp atışlarıydı. Hepsi bu şölene rızalarıyla eşlik ettikleri için,  sıçrayışları ile ünlü o tavşan bile bir tabağın içinde kıpırdamadan zamanını bekleyebiliyordu…

O ise daha fazla iştahını bekletemedi… Bir eline çatalı, bir eline bıçağı alarak bir cerrah gibi tavşanın derisine tam da kalbinin attığı bölgeden 3 cm lik bir çizik attı.

Şimdi gözünün önünde atan bu kalp, kıvançla avına atılan aç bir hayvan gibi  kanını hareketlendiriyordu. Ön ve arka bacaklarından tutup gererek ağzına doğru götürdü. Yanakları dolan kanla şişerken,  tavşanın kalbi hala hızlı hızlı atarken, bir dişini tam orta yerine batırdığı anda…!

- Güneşin ısıttığı otların tadını aldı,  üzerindeki çiğ tanelerinin ferahlığını hissetti. Her bir yutkunuşta en uzak sıçrayışını yapan bu küçük hayvanın rüzgârın hızına karşı gelen arka bacaklarının gücünün vücuduna dağıldığını duyumsadı. Burnunun ucundaki dokunma hücreleriyle  binbir çeşit otun kokusunu, uzun kulaklarıyla dünyanın alışılagelmiş hareketliliğindeki her bir sesi işitti. Gündüzleri saklandı geceleri gezindi. Ürktü ve büyük gözlerini açtı …………

Şimdi tavşanın tüm tecrübesiyle iç içeydi… Bağlıydı… Canlı, başka bir canlıya yaşamını vererek, yaşamı sunmuştu… Yaşayan bir varlığa hiç bu kadar yakın olmamıştı…

Büyük nasıl büyükse küçük de öylesine küçüktü. Kendini büyük gören insanoğlu bir hayvandan ne değerliydi ne de değersiz. Çünkü bir hayvanın değerinin ederi sonsuzca büyüktü. Tüm canlılara bahşedilmişti var olma yetisi ancak bir varlıkta son bulurken diğerinde başkalaştığı anlarda anlamını bulurdu.

Var olmak için bu döngü saygıyla kutsanmalıydı.  Fakat oburluk, çok olmak için karnını şişirerek her şeye üstünlük taslamak, fazlasını hoyratça vücuduna almaktı ve bu fazlası için dünyadan her gün bir şeyler eksilirken, korkunç olana insanoğlunu daha da yaklaştırıyordu.

“Güzel ve korkunç arasında gizli ilişkiler vardı. Gülen yaşam ve her gün karşılaşılabilecek ölüm gibi… Belli bir noktada bütünler … Birbirlerini…” Rilke -Çünkü zordur sevgi

Aldıklarını vücudunda depolayan bu tür, bir gün her aldığının - verdikleriyle bütünleneceğini fark edemiyordu.  Çünkü insanoğlu ölü doğmuştu…
Rune



NOT: TOOL- 46 & 2 Sözlerinden
Gölgem, Değişim gölgemin içine doğru geliyor. Gölgem derimi soyuyor bir elbiseyi çıkarır gibi. Yara kabuklarımı yine kaldırıyorum.Değişimin beni yuttuğunu-özümsediğini hissetmek istiyorum. Dışarısının içime kıvrıldığını hissetmek. Metamorfozu hissetmek istiyorum. Katlandığım şeyden arınmak istiyorum.
Gölgem, Değişim geliyor şimdi tam zamanı, Kas hafızamı dinle, üstüme yapışanları bu giysiyi düşünüyorum kaç zamandır ve işte 46 ve 2 tam karşımda duruyor!.
Yaşamayı seçtim. Büyümeyi alıp vermeyi, ilerlemeyi öğrenip sevmeyi, ağlamayı öldürmeyi ve ölmeyi, Paranoyak olmayı ve yalan söylemeyi, nefreti ve korkuyu ilerlememi sağlayacak ne varsa yaptım. Yaşamayı seçtim!


YORUMLAR


Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir

Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın