'Ex Machina' Filmi Üzerinden Ataerki ve Hegemonik Erkeklik Eleştirisi
01 Nisan 2024, 03.01 A- A+Sinemanın bende yeri çok başkadır. Özellikle bilimkurgu filmlerin ve dizilerin...Ve yine sinema benim için senaryodan ibaret olmadığından spoiler uyarısı eklemeyi gerekli görmedim. Ha sizin için öyleyse ve bu yazıyı da ille okumak istiyorsanız önce filmi izlemenizi tavsiye ederim.
Filmde yapay zeka bir robot olan Ava (bizdeki adıyla Havva) filmin başında tanrı göndermesi yapılan çok zengin bir adam tarafından korunaklı bir merkezde geliştiriliyor. Kum torbasını yumruklarken tanışıyoruz Nathan'la, kaslı sporcu kişiliği, özgüveni, cool hareketleri ve ukalalığıyla modern erkekliğin timsali adeta (Hoop! hanımlar kapatalım google görselleri, ayıb oluuyor amaa...) İşte bu modern ve toksik toprak ağası geliştirdiği yapay zeka robotun Turing testini geçmesi için, düzenlediği bir sınavla bir adamı işe alıyor. Aslında Nathan'ın amacı çok başkadır. Caleb adında bir genç adam bu sınavı kazandığını öğreniyor ve bu merkeze geliyor. Caleb'in gelmesiyle ve Ava'ya aşık olmasıyla işler biraz değişiyor. Tolstoy'a ve pek çok başka yazara da atfedilen aslında Gardner'ın olan o meşhur ifadedeki gibi:
"Konu olarak, ya bir seyahati ya da bir yabancının gelişini kullanın (düzenin biraz bozulması – olağan roman başlangıcı).”
Ne dedin, anlamadım? 'Diğer şekli daha havalı' mı dedin? Doğruların havalı olmak gibi bir iddiası yoktur yavrucuğum. Hatta pek çoğu için epey sıkıcıdırlar. Pekala pekala onu da yazayım:
“Tüm Muhteşem Hikâyeler İki Şekilde Başlar: Ya Bir İnsan Bir Yolculuğa Çıkar, Ya Da Şehre Bir Yabancı Gelir.”
Netteki halini aynen kopyaladım.
Bu konuda bağışıklık geliştirdim galiba. Şüphelendiğim bir sözü yahut bilgiyi teyit, malumatfuruş gibi sitelerde doğrulamaya çalıştığımda büyük oranda yanlış çıkıyor:)
Nerde kalmıştık. Burda ikisini de görüyoruz. Finalde, yeni bir 'düzenin bozulması' Ava'nın geliştirildiği merkezi terketmesi ve insanların arasına karışmasıyla bildiriliyor. 'Deus ex machina' düğümleri çözmek, düzeni tesis etmek için değil miydi?:)
Modern kurumlar, modern devletler, modern bilim, teknoloji de dahil her ne varsa erkek eliyle kurulmuştur. Modernizm kadın cinsiyetini kabul etmekle beraber onu akıl dışı, geleneksel, ilkel, duygusal, dengesiz, mantıksız, eksik yani erkeğin zıttı olarak kurgulayarak, sürekli tahakküm altında tutmaya çalışır. Tanıdık geldi mi? Emperyalistlerin sömürgelerini kontrol etmek için kullandığı yöntem.
Kadınlar savaşa giden erkeklerin yerine fabrikalara ucuz iş gücü olarak yollanır. Erkekler savaştan döndüğünde 'hadi siz evinize', nüfus azalır 'çocuk doğur', nüfus artar 'dur artık doğurma' denir. Sürekli bir kontrol.
Bir arkadaşım şöyle bir soru sorup cevabını da kendi vermişti. Neden yapay zeka robotları genellikle kadın olarak tasarlıyorlar? Filmde bunun cevabı 'cinsiyet eğlencelidir', 'istersen onu şey edersin' minvalinde olurken, arkadaşıma göre 'bir erkek gücü başka bir erkekle paylaşmak istemiyor'du. Burda, kadın üzerinde tahakküm kurmanın daha kolay olduğu düşünülerek yapay zeka konusundaki endişeye dikkat çekiliyor.
'Bir kadın çizeceksin onun gibi bırakıp gitmeyecek':)
Yani bir nevi Pgmymalion, Hephaestus gibi gibi... Nasıl ki modernizm kadını erkeğin zıttı ve onun arzuladığı gibi kurguladıysa Nathan da Ava'yı tıpkı böyle tasarlıyor. İnce bir beden, iri gözler tıpkı Caleb'in beğendiği porno yıldızı gibi. Filmin sonunda bu tersine dönüyor, özgür olan Ava kendi bedenini ve tarzını kendi yaratıyor artık.
Avrupa ve Abd'de Sanayileşme ile birlikte kadınlar ücretli çalışma hayatına girip pek çok konuda söz sahibi olduklarında feministlerle birlikte bu tahakküme dur dediler. Modernleşmenin etkisiyle yurdumuzda da bir hareketlilik görüldü. Cumhuriyet döneminde kadın hakları üst düzey siyasi otoriteler tarafından dağıtılırken ve onlar kadınları siyasete ve kamusal alana davet ederken, bu kadınlar değişmeyen toplumsal değerlere ve hegemonik erkekliğe çarpa çarpa yara bere içinde kaldılar. Onların yaralarını saracak onları güçlendirecek feminist örgütlenme yasaklandığından çaresizce otoriteye boyun eğdiler. Boyun eğmeyenler yalnızlaştırıldılar bazıları psikolojik tedavi gördü. Feminizm ancak 1980'lerden sonra etnik hareketler, başörtüsü eylemleriyle birlikte siyasi arenada tekrardan yerini aldı.Türkiyede 1980'ler kente göçün artması ve kadınların kısmen ücretli işgücüne katılması demekti.
Dünyadaki menkullerin ve paranın büyük kısmı erkeklerin elinde, yüksek rütbelerin güvencesi 'cam tavanlar' zaten. 'Kadın yoksulluğu' denen bir olgu var. İyi bir eğitim almamış bir kadının -hatta iyi bir eğitim alsa dahi- mülk edinebilmesinin en garanti yolu ya babadan miras yoluyla oluyor yahut evlenerek kocası yoluyla. Sürekli önüne engeller koyan bir dünyada kadın başka ne yapmalıydı acaba? Nasıl hayatta kalmalıydı? Daha önceki dönemlerde de kadınlar işe girip çalışma imkanı elde edemediklerinden aileleri tarafından statüsü yüksek erkeklerle evlendirilmek isteniyordu fakat 'gold digger' sözü ilk kez Virginia Broks'un bir romanında geçiyor. Bu tür evliliklerin yükselişi de 1900 başlarına yani büyük buhran dönemine denk düşer. Bunlar bir çeşit sözleşmedir aslında. Bir taraf parasını diğer taraf gençliğini ve güzelliğini ortaya koyar. İki tarafta da aşk, emek vs söz konusu değildir. Sözleşmenin kadın tarafı yaftalanıp aşağılanırken, yarı yaşındaki kadınları seks objesi olarak, satın alınabilir bir mal olarak gören taze et manyağı yaşlı adamlara asla dokunulmaz. Hatta onlar genellikle kurban olarak resmedilir. Halbuki servet avcısı kadınlardan kaçınmak zengin erkekler için çok kolayken kadın için bunu yapmak bazen mecburiyettir. Rahatsız edici bir nokta da paranın erkekten kadına doğru akması. Gerçi büyük buhran döneminde bu kadınlar kapitalizmi eleştirenlerce zenginden alıp fakire veren robin hood gibi kahramanlaştırılmışlar. Baskılar sonucu bu da değişti. 'Kültür Endüstrisi' sağolsun isteyene istediğini veriyor maşallah!
'Gold digger' yani 'servet avcısı', anlam olarak cinsiyetçi bir ifade olmasa da zaman içinde sadece kadını hedef alan bir anlama bürünmüştür. Bu ifade kadını itibarsızlaştıran, aşağılayan mizojin bir yaftadır. Bir kadın zengin koca avcısı olsa bile bu yaftanın ciddi ciddi bir kadını eleştirmek için ulu orta kullanılması kadın düşmanlığıdır. Çoğu insan bunun farkında değil. Önceki blogumda da söylediğim gibi farkındalık yoksa kadın düşmanlığı yoktur. Önce farkındalık kazanmak gerekiyor.
'gold diger'ı yaratan koşullar neymiş ve aslında neyi eleştirmeliymişiz anladınız mı? Anlamadınız mı? Videolu anlatım=>
https://youtube.com/shorts/A7Kw40nbElc?feature=shared
Mesela artık kadınlar zengin koca bulmak için değil influencer ve reklam yüzü olmak için estetik operasyon yaptırıyor. Bir araştırmaya göre iyi görünen kadın ve erkeklerin iş yaşamında daha fazla gelir elde ettiğine ulaşılmış. Gelmiş geçmiş en embesil gazetecilerden olan Ertuğrul Özkök eleman alımında nitelikli kadındansa güzel olanı tercih ederim, demiştir mesela. Bu kafalardan çok var. Çoğunun salak diye dalga geçtiği bu kadınlar bu şekilde paraya ve güce sahip oluyorlar. Hem de bir adamın boyunduruğuna girmekten kurtularak. Hefner başka kadınların popolarını sergileyerek milyonlar kazanırken Kardaşian kendi poposuyla yapıyor bunu. Ticari zeka diyorlar buna. Hefner'e imrenerek bakan erkek kütlesi Kardaşian'a hakaret edip küçük düşürmeye çalışıyor. Bu kadınlar sandığınızdan çok daha zeki. Sistemin onlara dayattığı güzellik standartlarını hayatlarını devam ettirebilmenin bir aracı olarak kullanıyorlar. Mine Tugay gibi eğitimli iyi bir oyuncu estetik operasyon yaptırana kadar iş alamadığını söylemişti. Bizim eleştirmemiz gereken kadın ve hatta erkek bedenini standartlaştıran, metalaştıran kapitalizm ve eşitsiz kimlikler kurgulayan ataerkil sistemken biz yine bu kadınları topun ağzına koyuyoruz. Çünkü kadın düşmanıyız.
Kadının hayatta kalabilmek adına geliştirdiği manipülatif yeteğini -bu yetenek erkekte de mevcut olduğu halde- şeytani bir şeymiş gibi göstererek onu dizginlemeye çalışıyoruz. Kuralları yıkmaya çalıştığında, ahlaki olandan ve düzenden saptığında ise aşağılıyoruz. Bir erkek böyle bir şeye meylederse asi ve karizmatik olurken erkeğin tekinsizliği onaylanırken kadınınki sapma olarak değerlendiriliyor. Ahlak güçlü ve ezen için değil ezilen içindir zaten diğğ mi?
Evet kabul ediyorum kadınlar da bazen seviyormuş rolü yapıyorlar, bazen erkeklere acı çektiriyorlar, kullanıp bir kenara atabiliyorlar tıpkı Ava gibi. Manipülasyon kimsenin tekelinde değil efendi! Yasalar önündeki kadın-erkek eşitliği bir çeşit illüzyondur mesela. Kaldı ki 1974 yılına kadar ABD'de kadınlar kendi başlarına kredi dahi çekemiyorlardı bankadan. Yasadan sonra bankalar 'ay hemen kadınlara kredi verelim' demediler heralde. Kim bilir nasıl kılıfına uydurdular. Şimdi de 10 yıl içinde kadınların miras yoluyla sahip olacağı gelirin hesabını tutuyorlar.=> 'McKinsey & Company'nin 2020'de yaptığı araştırmaya göre kadınlar artık ABD'deki toplam hane halkı finansal varlıklarının üçte birini, yani 10 trilyon dolardan fazla kontrol ediyor. Bu on yılın sonunda, baby boomer kuşağının erkekleri ölüp servetlerini daha genç ve daha uzun yaşayan eşlerine aktardıkça bu rakamın 30 trilyon dolara çıkacağı tahmin ediliyor.'
Türkiye'de geçen yıl 403 kadın öldürüldü. Siddete ve tacize maruz kalanların haddi hesabı yok. Şunu unutmayın ki bir kadın da gerektiğinde tıpkı bir erkek gibi gözünü kırpmadan karşısındakine kıyabilir. Bu kıyım ille de öldürme anlamına gelmez, hedefe ulaşmak için erkeĝi araçsallaştırabilir. Çok üstüne giderseniz 'seviyordum ondan yaptım' der. Nathan Caleb'e Ava'yı gözetleyebileceği bir alan tasarlıyor Ava bir erkek tarafından röntgenlenen erotik bir nesneye dönüşüyor. Bu alan aynı zamanda Nathan'ın hem Ava'yı hem Caleb'i kontrol edebilmek için oluşturduğu panoptik bir mekan. Burada onların rollerini kurguluyor. Fakat Caleb'e bahşedilen sınırlı özgürlük alanı Nathan'ın sonu oluyor. Dikkat ettiyseniz Ava Nathan'ı hiç acımadan öldürürken -çünkü aynısını Nathan da ona yapabilirdi- Caleb'e dokunmuyor. Çünkü Caleb her erkek gibi röntgenci de olsa yapay zeka bir robota dahi zarar veremeyecek kadar vicdan sahibi bir adam. Burda itaatkar bir robot olarak tasarlanan Kyoko'nun Ava'ya yardım ettiğini, güç dinamiğinin jinoidler(erkekler tarafından inşa edilen feminen robot) lehine değiştiğini görüyoruz. Yine de itaatkar Kyoko ve eril Nathan ölürken kurtarıcı Caleb hayatta kalıyor. Ayrıca Ava'nın çoğu bilim-kurgu filmde olduğu gibi femme-fatale klişesi ile kurgulandığını görüyoruz.
Bir erkek hegemonik rolü gereği güçlü görünmek adına acı çektiğinde psikolojik yardım almıyor, intihar ederken bile çoğu kadın gibi ilaç kullanmak yerine erkekliğini ispat edercesine patlayıcı silah kullandığından kurtarılma şansı da olmuyor. Esas erkek düşmanları savaşa tümden karşı çıkmak yerine 'önce kadın ve çocuk' gibi muhafazakar bir söylemi benimseyenlerdir. Hayatının baharında öldürmek ve ölmek zorunda kalan genç adamların hayatı daha mı değersiz? Bazıları vicdani ret hakkı için mahkemelerde sürünüyor, aşağılanıyor. Yani durum onlar için de vahim.
Erkek reddedilmenin acısını çoğunlukla kadını taciz ederek ona şiddet uygulayarak dindirmeye çalışıyor. Çünkü hegemonik erkeklik rolü gereği buna hakkı olduğunu düşünüyor. Hızlı toplumsal değişim ile kadına şiddet arasında ilişki vardır. Bunun nedeni kadının deĝişen, erkeğin sabit kalan toplumsal cinsiyet kimliğidir. Temel sorun şiddet değil, kadın tahakküme baş kaldırmadığı itaat ettiği yani değişmediği sürece şiddet ortaya çıkmıyor zaten. Temel mesele tahakküm eden ve tahakküm edilen ilişkisi. Yani eşitsizlik. Teknoloji ve internetle birlikte bu değişimin hızı maksimum boyuta ulaştı. Batıdan doğuya bütün toplumlarda gözlenebilen bir olgudur bu. Bu nedenle eşitsizliğin iki tarafında da daha fazla kıyım ve acı yaşansın istemiyorsak erkin erkeğe bahşettiği tahakküm eden, şiddet uygulayan, otoriter, öğreten, akıl ve bilgi dağıtan, tanımlayan, eleştiren, her koşulda güçlü görünmeye çalışan rollerinden bazılarını hukuki kurumlarca sınırlayıp, bazılarını eğitim kurumları ile dönüştürüp eşit ve dengeli roller kurgulamak zorundayız. Toplumsal cinsiyet eşitliği hem kadını hem erkeği hem de non-binary ve queer kimlikleri kurtarır. Bireysel olarak ne yapabiliriz? Bu, ağır bedeller ödeyebileceğimiz bir alan. Kaybetmeyi göze alabiliyorsanız mücadele edin derim. Neleri kaybedebilirsiniz? İşinizi, ailenizi, sevdiğiniz insanları, itibarınızı. Ne kazanırsınız? Doğduğumdan beri örtük olarak, son 15 yıldır açık ve bireysel olarak mücadele ediyorum, üçün birinden başka hiçbir şey kazanamadım galiba. Bildiğiniz iyi bir dış güçler fonu varsa haber edin. Tüm kriterleri karşılayacak donanıma sahibim. MEB onaylı fitne-fücur sertifikam da var:)
'Biraz da erkekler mücadele etsin biraz da onlar kaybetsin' diyoruz, hoop konfor alanlarından akıl ve eleştiri dağıtmaya kalkıyorlar. J.Stuart Mill, Ahmet Mithat Efendi vs gibi kadınlar adına hak arayan, akıl ve bilgi dağıtan erkekler o dönem için gereklilik arzetse de artık buna ihtiyaç yok. Feminizme ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dair gerekli eleştirileri ve yeni meşaleler yakmayı kadınlar, lgbt fazlasıyla yapıyorlar zaten. Erkek olarak bir durup bir düşünsünler bakalım nerde hata yapıyorlar. Erkek özeleştiri yaparak hatalarıyla yüzleşmeli, böylece 'kırılgan erkek egosu'nu yok ederek hemcinslerine rol model olabilir. Bunu yapamadan bu konuda konuşan erkekler komik duruma düşürüyorlar kendilerini. Yanlış da olsa kadınlar konuşacak, eksik de olsa lgbt eleştirecek. Egemenin kimliğine ve ayrıcalığına sahip biri tahakküm edilen kimliğe ve feministlere yönelik hangi eleştiriyi yaparsa yapsın batırır zaten. Bu şey gibi, üretim araçlarını elinde tutan patronların bazı sendikaları 'her söylem işçi düşmanlığına çıkıyor' diyerek eleştirmesi gibi bir şey. Her patron işçi düşmanıdır. İşçiden nefret etmek yok etmeyi istemek anlamında değil. Velinimetini niye yok etsin? Ayrıcalıklarından vazgeçmek istememesi ve işçiyi sömürmesi anlamında. Ataerki ve hegemonik erkeklik de kadını baskı altında tutup sömürüyor.
Kimi seveceğimizi seçemeyiz belki fakat kimlerle yola devam edebileceğimize karar verebiliriz. Yaptığımız en büyük hata 'sevgi' ve 'iletişim biçimini' aynı şey sanmak. Kadın düşmanı birini de sevebilirsiniz. Bu konuda kimsenin ahkam kesmeye hakkı yoktur. Bazen çok sevmediğimiz insanlarla da iyi anlaşabiliriz. "Kadınlar iyi erkekleri bırakıp piç erkeklere aşık olduğu için bunlar başlarına geliyor.'' Bu tamamen faili odaktan uzaklaştırıp mağduru suçlamak. Babaları, abileri vs ne yapacağız? Bu alan, erkekleri iyi- kötü olarak kategorize edebileceğimiz bir alan değil. Sorun aşk, sevgi gibi kontrol edemeyeceğimiz duygular da değil. Kontrol edebileceğimiz değiştirebileceğimiz iletişim biçimleridir. Kadınlara bir tavsiye vermem gerekirse şunu söylerim. Nathan gibi bir adamı sevseniz bile -ki bu nedenle asla kendinizi suçlamayın- bu toksik ilişkiyi dönüştüremiyorsanız uzaklaşın derim. Aşkın, sevginin en büyük işlevi iki kişinin birbirine tesir ederek değişimi başlatabilmesidir. Karşı taraf olumlu anlamda değişmeye direniyorsa zamanla sizi de zehirler. Bir gün bir bakmışmışsınız elinizde antidepresanlarla 'ben kimim, ne yapıyorum' diyerek kendinizi sorguluyorsunuz, tabi hala yaşıyorsanız! Hayatınıza vicdanlı, sınırlarını bilen, destekleyici, sizi eşiti olarak gören birileriyle devam edin. Bu sadece romantik aşk için değil arkadaşlık için de geçerli. Ailemizi seçemiyoruz belki ama arkadaşlarımızı seçebiliriz. Bu ülkede bunun çok zor olduğunu biliyorum, hatta Batı'da durum bizdeki kadar vahim olmasa da orda da problemli. Kaliteli bir yalnızlık da seçenekler dahilinde.
Bu filmde Caleb karakterini maviş gözlü sarışın, Nathan'ı da esmer bir oyuncunun oynaması tesadüfi sanıyorsanız şaşarım. Batı-merkezci örtük bir ırkçılık var burda. Yani maviş göz, uzun zarif bir beden kuzey ve batının özgürlükçü modern erkeğini, esmer kısa ve yapılı vücut ise doğunun ve güneyin ataerkil yapısını simgeliyor. Peki o halde Trump gibi bir kadin düşmanının siyasal bir aktör olması ve seçilmesine ne diyelim? Cumhuriyetçiler, feministlere, göçmenlere, siyahilere, lgbtye gününü göstermeye ant içmiş batılı beyaz erkeğin 'erkeklik krizi'ne yatırım yapmasaydı o seçimi alamazlardı. Seçim sonucunda analiz edilen seçmen davranışı da bunun bariz kanıtıdır. Göçmen karşıtlığı yüzünden ABD'li beyaz kadınlar da bu herife destek verdi maalesef. Bugün Batı'da özellikle ABD'de feministlerin kazanımları bir bir geri alınmaya çalışılıyor. Heard ve Deep davası bunun en bariz örneğidir. Davada doğruluğu kanıtlanan şeyler söylediği için Amber Heard ABD'de yargılandı ve Deep'e 10 milyon dolar ödemeye mahkum edildi. Bunlar yaşanırken sosyal medya'da olanlar bazılarımız için hayret uyandırıcıydı. Heard'n morarmış yüzünün fotoğraflarının üzerine eklenen metinde "Seni öldürebilirdi, buna her şekil hakkı vardı." yazıyordu ve bu gönderi 222.200'den fazla beğeni aldı. Deep aynı şekilde başka bir gazetedeki yazıya Birleşik Krallık'ta açtığı davayı ise kaybetti. İki yargılama sisteminin farkı neydi? Jüri mi? Yoksa siyasal aktörlerin de koz olarak kullandığı 'erkeklik krizi'ni '#metoo'ya bir darbe indirerek yatıştırmanın yollarından biri mi? Herkesin gözü önünde kurgulanan filmin finalinde diyorlar ki bundan sonra bir kadın, şiddeti ve tacizi ifşa ettiğinde 10 milyon dolar ödemeyi yahut itibar kaybetmeyi göze almalı. Bazı eyaletlerde bırakın kürtajı, doğum kontrol hapları bile yasaklanıyor. Ataerkillik sandığımız gibi doğuya ve güneye özgü bir zihniyet değil. Avrupa siyaseti bile kriz dönemlerinde 'yaşlı baba figür'ü arayışına giriyor. Lenin döneminde SSCB'de lgbt ve etnisiteye tanınan haklar Stalin döneminde geri alındı, kadınlar komünist sisteme çocuk doğuran ve onları iyi birer komünist olarak yetiştirmekle görevli annelik statüsüne mahkum edildi. Nazi propaganda afişlerinde kadın ne idiyse Stalinist propaganda afişlerinde aynı şeye dönüştü. Ateisti, dindarı, solcusu, sağcısı ve 'hiçbiri olmayanı'(şimdi oldu galiba) zihniyet bağlamında hemen hemen birbirine benzer. Çünkü 'ataerki' zihniyet katmanındadır. Orda önyargılarımız, kalıpyargılarımız, aile, din gibi toplumsal kurumlar, değerler falan filan var. Hep söylediğim gibi, bunları sorgulayıp dönüştürmedikçe gerektiğinde yıkmadıkca eşitlikçi ve özgürlükçü fikirler bu topraklarda asla kök salıp gelişemez.
Bu yazı sevgili Cezbe'nin blogunda ve benim blogumda yaptığımız tartışmalarımızı ve sevgili Sylphide(Ladin06) in hatırlatmasıyla tekrar izlediğim Ex Machina filmini, burdan olmayan başka bir arkadaşımın ileri sürdüğü bir fikir ile yorumlamam neticesinde yazıldı.
(Cümleye bak be! Kesin anlatım bozukluğu var ve bu sonradan dank edecek. Uzun cümleler kurma bilge!)
Ciddili Not: Bu blog yazısı çok önemli ve çok ciddidir. Bu nedenle istediğiniz her şeyi yazabilir her geyiği çevirebilirsiniz. Öyle ki, onaydan geçirebilirseniz "aynısı kaynımda da var..." şeklinde bir yorum dahi ekleyebilirsiniz. Blog yazısını yazan benim, platform gamyunun. Nizam muhafızlarının yönlendirmelerine itibar etmeyiniz. Saygılarımla kamuoyuna arz ederim.
YORUMLAR
Öncelikli harika bir yazı olmuş, özümsenmiş bilginize düşüncelerinize farkındalığınızı katarak bize sunmuşsunuz, zevkle okudum Siyasal bilimler veya sosyoloji okuduğunuzu düşünüyorum. Ayrıca filmi hatırlatan ve fikir verenlere de teşekkür, benim de gözümden kaçan bir film olmuş bu, nasıl olmuş onu da bilemedim :) bilimkurgu-felsefe en sevdiğim tarz
Filme farklı bir pencereden bakmaya çalışacağım öncelikli beni etkileyen baştaki şey robota yaşını sorduğunda ben 1 im diyor, adam 1 gün mü? 1 yıl mı diye soruyor. kadın 1 diye cevap veriyor, burada doğu felsefesinin işlendiğini görüyoruz yani 1 in felsefesi, her şeyle bir bütün olma, aydınlanma da zaten bu demek. Tanrıyla bütünleşme, tasavvufta zaten böyle birşey.
Aslında Adama görüntüde yüklenen Tanrı rolü, aynı zamanda Kadına da yüklenmiş, he buradaki paradox şu ki eğer tam bir doğu felsefesi işlenmiş olsaydı kadın adamın kafasını sorularıyla karıştırarak oradan çıkardı :) Çünkü öldürmek bu felsefenin özünde yok, uygulamada işte tüm dinlerdeki gibi bir deformasyon var.
İkinci konu, resmin karşısına geçip durdukları sahne, diyor ki yapacağın resmi tüm ayrıntılarına kadar düşünüp o resmi yapmaya kalksaydın kalem bile kıpırdatamazdın, sanatı geçtim en basitinden şurada yazdığımız yazıları bile düşünerek detaylarını yazmaya kalktığımızda nasıl zaman harcıyoruz, kendimizi bıraktığımızda ise yazı kendi kendine akıyor. Bu arada ben sanatçı ruhlu biriyim resimde de önce aklınıza bir fikir gelir sonra o fikri bırakırsınız resim kendi kendini yapar, aslında burada bir download durumu var tüm sanatlarda ilham denilen şey aslında Tanrıya bir connection-download tur. Hatta bir tık üste çıkarsam düşüncelerin bile kaybolmadığını daha önce yaşayan birinin düşüncesiyle bağlantı kurulup bir download söz konusu olabileceği fikrinin olduğunu söyleyebilirim. Uygulamada yaptığını ve yaşadığını söyleyen kişiler mevcut. Ben daha tam böyle bir deneyim yaşamadığım için bilemiyorum :) kafanızı bulandırmayayım, kafımı da bulandırmayayım :) daha hazır değilim.
Üçüncü konu bu sahne çok etkileyici olsada bir mantık hatası var, Adam artık o düzeyde karşısındaki zekadan etkileniyor ki kendinden şüphe noktasna gelip, yahu acaba lanet olsun ben de bir robot olabilirmiyim diyor :) ve aklına gelen tek ispat kanının olup olmadığını test etmek ve kolunu yarıyor. İlk başta bu sahne çok etkilese de yahu senin hiç mi normal hayatın olmadı oraya gelene kadar, hiç bir yerin kanamadı mı da şimdi bundan şüphe ettin denilebilir çünkü örnek robotların hiçbirine herhangi bir yaşanmış deneyim yüklenmemiş.
Başka bir sahne kızın bir yalan makinası gibi adamın yalan söyleyip söylemediğini sorguladığı sahne, Paul Ekman, ne düşündüğünü biliyorum kitabını okumuştum, burada adamın yüz mimiklerine bakarak aslında yalan söyleyip söylemediğini anlatıyor, aklımda kalan mesela dudak gülerken bile simetrik bir şekil şekil alıyorsa, sağ ve sol kısımda bu içten bir gülümsemedir. ama bir tarafa kayıp asimetrik bir görüntüsü varsa o zaman yalan söylüyordur, kaşlarla ilgili alınla ilgili de durumlar var, bu da ayrı bir ayrıntı.
Başka bir sahnede şunu görüyoruz ve irite oluyoruz, Turing testi yapmak için gelen seçilmiş kişi Eril özellikler taşıyan patronuna karşı dişil bir durum sergilerken, ilk karşılaşmada robota karşı aynı patronunun ona sergilediği eril tavrı sergiliyor ve ukalalık taslıyor, burada da aslında film her insanın içinde olan erkeksi-kadınsı özelliklere atfedilen duyguların olduğunu duruma göre dışa vurduğunu gösteriyor. tabi ki bir önyargı durumu da var, güç gösterisi de var. Kadının da ses tonu yumuş yumuş :)
Filmle ilgili aslında sizin de değindiğiniz konuya sonunda geleceğim.
Öncelikle bir kadın olarak toplumda kadına biçilen rollere ve kalıplara sığamamış ve sığdıralamamış biri olarak her kadın gibi birçok şeyi bu hayatta bizzat deneyimledim. Yine herkes gibi hem aile içi hem sosyal ortamlarda bireysel mücadelemi verdim, naif ve dişil özelliklere sahip doğmuş beynim on yaşımdan sonra beni eril olmaya itti :) Kaldı ki toplumun aydın dediğimiz, çok kitap okuyan bir ailesinde dünyaya geldim, kadın erkek eşitliğine inanan bir aile ve her kadının çalışması gerektiğini savunan bir aile, çünkü paranın bu düzende insana sağladığı özgürlüğü çok net biliyorlardı.
insan çok sevdiği kitaplardan nefret eder mi, ama bir otorite olursa eder :) o kitap okuma saati voltrana denk gelirse eder :) yani bilginin bile otoritesi sakıncalıymış! Her neyse şimdi hayatımdaki maceralarımı anlatmayacağım :)
Bu otorite niye vardı? Gelenek ve göreneklerimizden kadına ve erkeğe bindirilen rollerden, toplumca benimsenmiş kalıplardan.
Aslında bilim diyor ki her insan dişil veya eril bir beyinle doğar, bir erkek kadın özellikleri baskın dişil, bir kadın da eril özellikleri baskın dişil bir beyinle doğar, bu hem cocuk anne karnındayken salgılanan hormonlarla da ilgilidir, en temel cinsiyet belirleyen testesteron ve ostrojen hormonları. şimdi misal kadın hamilelikte çok stresliyle testesteron salınımı artar ve bu da fetüsün dişi bile olsa erkek beyniyle doğmasına neden olur, bu yüzden rahat bir hamilelik geçirmek çok çok çok önemlidir. Doğu felsefesinde aslında aydınlanma dediğimiz şey de bu sağ ve sol beyin özelliklerini dengelemek. Sağ beyin duyuların merkezi, Sol beyin mantığın merkezidir. Önemli olan da zaten duyguyla-mantığı senkronize etmek.
Bilgegunes şimdi niye feminist bir derneğe üye olmadığımı ya da bu konuda niye toplumsal bir mücadeleye girmediğimi size de merak ettiğim ve işin içinden çıkamadığım bir soru sorarak açıklamaya çalışacağım, ben zaten oldum olası toplu olan hiçbir şeyi beğenemedim gitti :) Bu hem biraz sanatsal ruhumdan kaynaklanıyor hem de gereğinden fazla düşündüğümden kafam karışıyor ve aynı o tablo gibi belki de hiçbirşey yapamıyorum bu anlamda.
Ataerkil bir toplumu Anaerkil yaparak dengeleyebiliriz, bu çok mantıklı duruyor, ya peki aynı o Tanrıyı öldürerek çıkan kadın gibi bir toplum yaratırsak ? Her şeyin en üstünü ve en altını düşünmek durumundayım. Hoşgörü, nezaket, vicdanı baskın dişil bir beyine sahip erkekler de var bu dünyada ve onları da bir kalıba sokmaya çalışılarak törpüleniyor, çok naif şair ruhlu erkek sanatçıları biz her gün öldürüyoruz! Zaten yönetici pozisyonda bir yere gelenler, kadın olsun erkek olsun hep bu erkeklik duyguları hakim kesim asıl olan bizim eğitimle ilk okullara mantık dersi vermemiz gerekliliğidir. Ben böyle düşünüyorum, he bunu uygulayan bir otorite bütün bunları bilmesine rağmen var mı ? benim bildiğim yok.
Beni gamyuna mıhlayan yazılarınıza ve sorgulamamı sağlayan düşüncelerinize, kaleminize, yüreğinize, elinize sağlık , uzun cümleler hep kurun Bilgegunes, hepsi akıcı uzun cümleler ben de uzun bir yazı yazdım, konuyu dağıttıysam affola. İnto the wild -filmi izlemeyenlere duyrulur, çakıldığım yerden kalkıp bir doğaya dönüş yapmam lazım :) Onun da sonu bir paradox da ne yapayım insan organik bir canlı yapay olgular beni bozuyor.
Sevgilerimle,