ÇALAKALEM
19 Nisan 2024, 23.50 A- A+Sevdiğim bir söz vardır;
-Rivayetler odur ki, kimilerine göre İsmet Özel’in sözü kimilerine göre de Maya Atasözü-
“Parmak ayı gösterdiğinde, parmağa değil aya bakmalı”
(Tabi bu sözün edebi olmayanı da mevcut, lakin ben onu söylemeyi de yazmayı da, ne okuyana ne de
kendime yakıştırırım. Zira edebiyatsa amaç-makam, kelimenin-edebiyatın kökü –edep- tir.)
Gelin az yanaşın lütfen…
Diyelim ki (farzımuhal), birinin parmağı o ayı göstermiş olsun.
Gösterime muhattap olanlardan 1. kişi;
-Aldığı aşırı doz İdeolocyanın da etkisiyle-
“Neden sol elini kullanıyorsun, solak mısın yoksa bize bir ideolojik mesaj mı veriyorsun,
hayırdır amacın nedir?”
Sesin geldiği yöne vücudunu çevirerek cevaba yeltenen parmak sahibi, daha cümlesinin büyük harfini
ağızından çıkaramadan başka bir yönden 2. Kişi;
-Mitlere ve mitolojilere olan aşırı ilgisi, muhakeme sistemini felç etmiş bir eda ve ses tonuyla-
“Neden işaret parmağı? Etrüskler’e göre gök cisimlerini gösterirken işaret parmağını
kullanmak, tanrıları çok kızdırır, onları neden kızdırmak isteyelim ki?
“Bu da kim ola ki?” merakıyla ışık hızıyla dönen parmak sahibi, dönüş yörüngesini tamamlayamadan
3. Kişi;
-Her daim mevzu kovalayan mahalle abisi duruşuyla-
“Yaağğv bir durun hele ne idooolojisi ne estrüksürü, adam-kadın bir şey anlatmaya çalışıyor,
bi dinleyelim anlayalım daaa. Sonrasına bakar, ne gerekirse yaparız.”
4. Kişi;
……..
5. Kişi;
……..
Arada da 1. Kişi 3. Kişiye, 4. Kişi 2. Kişiye 5. Kişi hepsine vs…….
Konuşulanları hayretle ve onların adına mahcubiyetle dinleyen ama varsa da bir sözü bunu
söylemekten çekinen imtina eden birden fazla Kişi(ler);
İç Sesleri;
“Haydaaa… Ne oldu ki şimdi? Ne kadar anlamsız… Konu nerden nereye geldi… Bıldırki hurmalar bile derin donduruculardan çıktı. Çekmecelerde saklanan ne varsa orta yere dökülüp
çekmece boşları sağa sola hatta kafalara fırlatılır oldu. Çocuk da değil ki bunlar, koca koca
okumuş insanlar."
…………………………….
Netice?
Kalan?
Sahibinin bile “Bu benim sözümdü” diyerek, eğilip yerden almaya utanacağı sözler, telafisine fennin,
tıbbın, maneviyatın bile derman olmakta zorlanabileceğİ hırpalanmışlıklar.
Ya parmak?
Ya ay?
Parmak utanıp girer cebe olur heder, ay da saklanır buluta, yüzende keder… (İşte tam burada içinde
ay geçen bir Azeri şiirinin dizelerini esinlenmiş-araklamış olabilirim.)
Değmez….
Onca hengameye, hırpalanmışlığa, kırılmışlığa değmez.
Hadi değdi diyelim, bu edayla-tavırla ettiğin söz, diğerinin kulağından girip dimağına değmez.
Eski zaman bir muay thai hocamız vardı, ezerdi bizi, sırf biz mermi gibi olalım diye. Adı Zeki idi
Aramızda O’na Zeki Çen derdik. Bilirdi lakap taktığımızı ama belli etmezdi. Bizler aramızda
fısıldaşırken, O’nun bize, yan yan omuz üzerinden kısık gözleriyle bakmasından anlardık.
Beceriksizliklerimizle O’nu çok kızdırdığımız zamanlar derdi ki; “Bakın kalbinizi kırmak istemiyorum,
çünkü bir tane kalbiniz var. Ama kemiklerinizi kırarım çünkü onlardan çok var.”
Anlardık ki, ezerdi ama severdi de bizi.
Kırmayalım…Birbirimizin kemiklerini kırsak da kalplerimizi kırmayalım…
Birbirimizin kalbini de kırmayalım, küsüp kendi kalemimizi de kırmayalım. Tartışalım, lakin kişi(lere)ye
çatarak kişilik edinmeyelim, edinmeye çalışmayalım.
Bazen hazmedemeğimiz şeyleri bile hatır için, saygı için, sevgi için hazmedelim.
Yine eski zaman, bir seyahatim vardı.
Ankara’dan Trabzon'a bir proje için şahsi araçla gidişim. Tabi Trabzon’a ilk gidişim. Heyecan da var,
merak da, bir yandan da yeni bir şehir, hayatın yeni bir perdesi…Geze geze gidilir cinsinden…
Menemeni çok sevdiğimi bilen şoför mesai arkadaşlarım özellikle tembih ettiler. “Şefim sen
menemeni çok seversin, Çakallı’da muhakkak dur, bilmem kimin yerine gir, öyle güzel böyle güzel
parmaklarını yersin vs. Tabi ben bu telkinlerin tembihlerin verdiği gazla ve düşündükçe yoğunlaşan
ağız suyuyla, kendimi ihanet etmiş sayarım diye hiçbir şey yemeden Çakallı’ya vardım. Bilmem kimin
yerine girdim. Dakikalar sonra, masaya önce su sonra ekmek ve en son orta boy bakır tava, tabi
içinde de menemen. Bir parça ekmeği tavanın tam böğrüne saplayıp menemeni deşince bir de ne
göreyim, menemende soğan yok…O an donduğumu hatta taş kesildiğimi gören garson
“Bir sorun mu var beyefendi?”
diye sorunca kendime geldim. Kafamı tavadan kaldırıp O’na doğru çevirerek,
“Ee bunda soğan yok” deyince.
“Menemende soğan olmaz ki” diyerek, üstüme toprak attı.
Melemen mi menemen mi? Soğanlı mı, soğansız mı? Meseleleri –ki memleket meselelerindendir-
benimle beraber o toprağın altında kaldı.
Sonrasında açlık (nef’s), yorulmuşluk, “Vardır bunda da bir hikmet” telkini ilk lokmayı aldırdı.
Devamında da hazmetmek her lokmada daha da kolaylaştı.
Kalkıp gidebilirdim.
“Soğansız menemen mi olur kardeşim, hem ben müşteriyim soğanlı istemek
hakkımdır” diyebilirdim.
Hatta açlığın ve yorgunluğun verdiği dengesizlikle tartışma bile çıkartabilirdim. Ama olmazdı.
Bana yakışmazdı, nimete saygısızlık mekana saygısızlık olurdu.
Hem ne dersem diyeyim, menemenin oradaki soğansız hakimiyetini değiştiremezdim de.
Velhasıl, biberini özel seçtiğim, hatta domatesini öncesinde közlediğim, soğanını sevinç gözyaşlarıyla
doğradığım menemeni hayal edip, önümde duran bakır tavadaki zahirini yemekle yetindim.
Hazmetmek o an en doğru olanıydı.
……………………………….
Fikrimce; Kim ne istiyorsa yazsın.
Sevdası olan sevdasını yazsın, kuşa çiçeğe methiyeler dizecekse bırakırım dizsin. Görüşünü,
inancını, endişesini, korkusunu, izlediği bir filmi, dinlediği bir melodiyi hatta yemek tarifi bile yazsın.
Canı istiyorsa her gün yazsın.
Alıntılasın, esinlensin, hatta olduğu gibi noktasına virgülüne dokunmadan yapıştırsın. Empoze,
enjekte ve sair zorbalıklar ve saygısızlık olmadıktan sonra benim için mahsuru elbette yok.
Nasılsa buranın bir sahibi var, O’nun memur ettiği (görevlendirdiği) mevzuat uygulayıcıları kural
koyucuları var. O iş onlarda…
Bize düşen, bize yakışanı yapmak. Elimde kumpasla elekle gezemem.
Okurum, gerektiğini düşünürsem, haddimi terazi yapıp yorum-eleştiri yaparım. Beğenirsem de bir
sonraki yazısına beni okuyucu olarak kazanmış olur.
Kırmayalım.
Gerekirse Hazmedelim.
Kendimizi kaybedersek sevdiğimizi de kaybederiz. Kendimizi yine bir şekilde buluruz da,
sevdiğimizi tekrar bulamayız.
Anladığınızdan eminim de umarım acizane ben anlatabilmişimdir.
Çalakalemle oldu, abartılmışlıklar da olabilir.
Bu durumda nokta virgül imla vs teferruat ama varsa da affola…
Yazıyı okurken aç bir halde canı menemen çeken de hakkını helal etsin.
Saygılarımla.
YORUMLAR