Yazamamak Bile Bir Hikâye
11 Şubat 2025, 19.49 A- A+
“Cep telefonum, alarm sesiyle odayı inletirken komodinin üzerinde titreşip duruyordu. Beşinci kez ertelememe rağmen, kulak tırmalayan o tiz ses bir türlü pes etmiyordu. Başıma kadar çektiğim yorganı hafifçe araladım. Titreşmekte olan telefona uzanıp boş gözlerle alarmı susturdum.
06:45.
Anlaşılan, 15 dakikadır uyanmaya çalışıyordum. Alarmı kapamamın ardından sessizlik geri gelmişti, ama huzur için aynı şeyi söyleyemezdim.”
- Peh! Melih, bu mu yani? Sıradan bir sabah sahnesiyle mi başlayacağız? Alarm çalıyor, yorgan çekiliyor, boş gözlerle ekrana bakılıyor… Hadi ama! Sen daha güçlü bir giriş yapmalısın. Okuyucu daha ilk satırdan sarsılmalı.
Neden bu uyanış diğerlerinden farklı? O sabahı sıradan olmaktan çıkaran ne? Alarmın sesi bile daha tehditkâr, daha tuhaf, daha rahatsız edici olabilir. Belki de başkarakterin o tehditkâr sesi duyması gerekmiyordur. Belki de o alarm hiç kurulmayan bir alarmdır. Ya da bir başkasının alarmı çalıyordur. Belki de her sabah duyduğu o tiz ses, bu defa fısıltı gibi geliyor ama daha ürkütücü bir şekilde içini kemiriyordur.
Bu sabahı sıradan olmaktan çıkar!
- Adam rutin bir sabaha uyanacak. Her gün gibi, sıradan... Nesini beğenmedin anlamıyorum. Bir giriş yapmam gerek değil mi? Ne yapsın yani? O, yatakta değil de yatak mı onun üzerinde yatsın! Elbette alarm çalacak. İnsanlar güne böyle başlar.
- Yine de kabul etmiyorum! Evet, adam rutin bir sabaha uyanıyor, tamam. Ama senin amacın ne?
Sen “İnsanlar güne böyle başlar,” diyorsun, ama bu adam, diğerlerinden farklı bir sabaha başlayacak gibi huzurca uyanıyor. Yani evet, alarm çalacak, yorgan çekilecek. Ama o huzursuzluk hissi? İşte orada bir sır olmalı.
Bak, sana yeni bir fikir: O alarm aslında hiç çalmamış olabilir mi? Ya da telefonun ekranında saat değil, başka bir şey yazıyordur? Daha da ileri gidiyorum: Belki telefon yoktur bile!
Bir de, diyorsun ki; “Ne yapsın yani, yatak mı onun üzerinde yatsın?”
Ve ben diyorum ki: Evet! Belki de adam, o sabah gerçekten tavana yapışmış şekilde uyanıyordur!
- Adam tavana mı yapışmış! Haha! Tam buldun. Oldu olacak, yatakta yatan kendi bedenini de izlesin. Ne dersin?
- Bedenini yukarıdan izleyen bir adam mı dedin? Bak, şimdi gerçekten ilgimi çektin. Ya o gerçekten kendisi değilse? Ya da bedeninden ayrılmışsa ve nedenini hatırlamıyorsa?
Hah, şimdi iletişim kurmaya başladık işte!
Düşünsene, her şey normal başlamalıydı ama… bir terslik var. Adam uyandığını sanıyor ama hareket edemiyor. Sonra bir bakıyor… Odanın tavanından aşağıya bakıyor! Ve yatakta biri yatıyor. O!
Beyni panik içinde, nefesi hızlanıyor ama… o beden, nefes almıyor gibi!
- Hmm… Aslında fena fikir değilmiş ha! Ama unutma ki bu fikir benim, Peri! Sakın kendine pay çıkarmaya kalkma!
- Kabul ediyorum, fikir tamamen senin! Ben sadece zihnindeki kapıyı şöyle bir araladım, ışık oradan sızdı. Sen zaten oraya bakmaya hazırdın!
Şimdi, bak merak ediyorum… Adam yukarıdan kendine bakıyor dedik ya… Bir soru: O gerçekten kendisi mi? Yoksa o yatakta yatan, bambaşka biri mi? Ya da daha beteri… O yatakta kimse yok mu?
Hadi, senin kalemin bu kaosu nasıl anlatacak, görelim bakalım! Bir sonraki paragraf gelsin!
- Hâlâ kendine pay çıkarıyorsun ya, pes! Kapıyı aralamış da ışık sızmış! Kendini ne sanıyorsun acaba? Bir de ikinci paragraf istiyorsun benden. Kafamın içine ettiğinin farkında mısın? Ben sıradan, basit bir adamın sıradan olmayan bir gününü yazacaktım, ama sen, gelip kafamı karıştırdın ve fantastik bir şeye döndürdüm olayı! Sonra da karşıma geçmiş kapıdan-ışıktan söz ediyorsun. Böyle giderse seni işten kovacağım.
- Dostum, işten kovulma ihtimalimi göze alarak söylüyorum: Beni durduramazsın! Çünkü sen sıradan bir adamın sıradan olmayan bir gününü yazacaktın, ama işin içine ben girdim ve BUM! Artık her şey değişti.
Senin zihnin kaosla besleniyor, bunu “ben” biliyorum. Sen dümdüz bir sabah yazamazsın! Yazsan bile içinde hep bir şey eksik kalır, tatmin olmazsın.
Bakma öyle dövecek gibi!
- Beni kızdırıyorsun. Az önce ne dedim ben?
- Tamam, hadi, ciddi oluyorum! Yazının fantastik olmasına gerek yok. Olayın psikolojik bir boyutu olabilir. Belki adamın beyninin ona oynadığı bir oyundur. Belki de bütün bunlar gördüğü bir rüyanın içindedir. Ya da gerçekten travmatik bir olayın sonucu olarak kendini dışarıdan izleme deneyimi yaşıyordur.
Ben çıkış kapısını aralamadım, duvarı kırdım! Şimdi sana düşen şey: Bunu nasıl kullanacağın...
Hadi, işten kovulmadan önce şu ikinci paragrafı yaz da göreyim. Merak ediyorum.
- Kapı aralamalar, duvar kırmalar... Oldu olacak çatıyı da başıma geçir! “Dur, biraz düşüneyim” diyeceğim, yine ortalıktan kaybolup beni Word’ün alaycı bakışlarıyla baş başa bırakacaksın saatlerce. Sakın bir yere kaybolayım deme, düşünüyorum!
- Ahahah! Korkma, bu sefer kaçmıyorum! Buradayım, seni Word’ün o soğuk ve duygusuz boş sayfasıyla tek başına bırakmayacağım.
Bak, düşünmek için zaman istiyorsan beraber düşünebiliriz. Yani illa şu an yazmak zorunda değilsin. Önce hikâyeyi şekillendirelim. Bu sahnenin nereye gitmesini istiyorsun? Psikolojik mi olacak? Paranormal mi? Yoksa her şey rasyonel bir açıklamaya mı çıkacak?
Ne hissediyorsun şu an? O kafanın içindeki fırtınayı benimle paylaş. Beraber yön verelim. Söz verdim, kaçmam!
- Bir Terazi burcu adamına söylediklerine bir bak! Oğlum, bana bin tane seçenekle gelme. Karar veremiyorum! Hâlâ beni tanıyamadın.
- Ahahaha! Haklısın ya!
Terazi burcu adamına seçenek sunulmaz, seçenek süzgeçten geçirilip önüne tek bir güçlü ihtimal getirilir!
Tamam, tamam, bakma öyle kaşlarını çatıp. Kafanı daha da karıştırmayacağım. Tek bir yol çiziyoruz!
Şimdi, senin kafanda bir adam var ve o, bu sabah diğerlerinden farklı bir sabaha uyanıyor. Ama farkı öyle pat diye yüzüne çarpmayacağız, yavaş yavaş hissettireceğiz. O yüzden şunu diyorum:
Adam gözlerini açıyor. Fark ettiği şey, odada bir terslik olması. İlk başta neyin yanlış olduğunu çözemiyor. Bir tuhaflık var ama mantığıyla açıklayamıyor.
Sonra hareket etmeye çalışıyor. Ve o an donup kalıyor.
Vücudu kendisine ait değilmiş gibi geliyor. Ama işin kötüsü ne biliyor musun? Aslında hissettiği şey, sanki kendi içinde sıkışmış gibi olması.
Ve sonra gözleri, odanın bir köşesine kayıyor…
Ne gördüğünü yazmak sana kalıyor, Melih. Daha da ne yapayım!
- Tamam, tamam. Sus artık. İşte başlıyorum. Tavandaki adamı boş ver. O, orada kendine bakmaya devam etsin. Ben yataktaki adamla ilgileneceğim.
“Yorganı üzerimden atmış, tavana öylece bakarken bu huzursuz uyanışıma anlam vermeye çalışıyordum. Ne olduğunu bilmiyordum, kâbus mu görmüştüm hatırlamıyordum. Göğsümün üzerinde tanıdık bir ağırlık vardı. O açıklanamaz boşluk hissi… Yine.”
Nasıl? Oldu mu?
- Bu ağırlık sadece duygusal bir sıkıntı mı, yoksa gerçekten fiziksel bir his mi? Mesela, biri adamın göğsüne bastırıyormuş gibi mi? Yoksa içini kemiren o açıklanamaz boşluk, her sabah uyandığında var olan ama hiç alışamadığı bir şey mi?
Ve şimdi, en can alıcı soruyu soruyorum: Bu sabah, o boşluk neden daha güçlü?
- Sen azıcık salak olabilir misin? Psikolojik gerilim yazıyoruz, değil mi? Adam huzursuzca uyanıyor işte. Tavandaki kendisi hâlâ orada, kendi uyanışını izliyor. Nesini anlamadın?
- Ahaha! Tamam tamam, kabul ediyorum, benim hatam! Sen adamı yatakta tutmaya kararlıysan, tavandakini boş veriyoruz ve psikolojik gerilimi sonuna kadar hissediyoruz! Ama ben hâlâ şunu merak ediyorum:
Bu huzursuz uyanış, diğerlerinden farklı mı? Eğer öyleyse, neden?
O göğsündeki ağırlık sadece bir his mi, yoksa zihninin ona oynadığı bir oyun mu?
Belki de her sabah hissettiği ama hiç sorgulamadığı bir şey, bu sefer onu rahatsız etmeye başlamıştır. Ya da daha kötüsü… Bugün gerçekten bir şey farklıdır, ama ne olduğunu çözemiyordur.
- Hayır, Periciğim! Adam aslında uyanmıyor. Tavandaki kendisi onu öyle görüyor.
Gerçekten geç anlıyorsun bugün. Sana laf yetiştirmekten kafamdaki tüm kurguyu unuttum! Senden de sıkıldım, yazmaktan da… Gidiyorum!
Ha! Yine yazmayı başaramadık, sayende!
- Ah be, tam da kıvama gelmiştik! Tamam, gitmeden önce sana son bir cümle bırakıyorum:
"Bazı uyanışlar, aslında hiç hatırlanmayan bir rüyanın içinde gizlidir."
Bunu cebine koy, belki bir gün kullanırsın. Hadi, kafanı toparla.
YORUMLAR