YASIN 5 EVRESİ - KABULLENME
17 Şubat 2025, 08.05 A- A+
İNKAR
‘’Ve güneş doğuyordu, adam sigarasından derin bir nefes daha çekti.’’
Hırsla karaladığı yaprağı defterden koparttı, buruşturdu, yere fırlattı! Söylenmeye başladı.
-Güneş doğuyormuş ta, adam sigara içiyormuş… İçmesin şerefsiz!
Sinirli bir şekilde kalemini bankın masasının üzerindeki defterin hemen yanına bıraktı. Ayakları ağrıyordu. Biraz diz kapaklarını ovuşturdu. Yavaşça ayaklarını öne doğru uzatıp gerindi. Yüzünü buruşturdu, söylenmeye devam etti
-Neymiş te sabahın köründe sigara içiyormuş güneşe karşı. Güneşi selamlasın bir de, sanırsın bana firavun ramses!
Bir umut etrafına bakındı. Parkta hiç kimse yoktu. O bakımsız sırnaşık kedi bile gelmemişti bu akşam. Hava yavaş yavaş kararıyordu.
Oturduğu apartman parkın hemen dibindeydi. Bankın yanındaki büyük akçaağacın rengi yavaşça koyu yeşilden siyaha büründü. Sokak lambaları yanmaya başladı.
Pardösüsünün cebindeki sigara paketini çıkarttı. İçinden bir tane sigara aldı, çakmağını ararken ‘’güneşin doğuşu gibi’’ diye söylendi. Çakmağını bulamayınca anlıkta olsa panikledi. Masadaki defterinin hemen yanında görünce gözleri parıldadı. Sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti. Sigara paketine baktı, içinde son bir tane sigara kalmıştı. Yüzü asıldı. Sigara paketini ve çakmağı defterin yanına bıraktı.
Sokak lambasına doğru döndü, alaycı bir şekilde başını hafifçe öne eğerek selamladı.
-Selamlar sayın sokak lambası, bu gece ne kadar aydınlıksınız maşallah!
Başını havaya doğru kaldırdı kararan havanın içinde bulutları seçmeyi denedi. Havanın kararması için erken olduğunu düşündü. Kolundaki saatine baktı 19.38
Bu seferde ‘’çarpı iki işte’’ diye sinirle söylendi. 19 u ikiyle çarpsan 38 eder. Sigarasından bir nefes daha çekti, ciğerlerine doğru giden dumanın fazlasını ağzından üflerken hafifçe öksürdü.
Bunuyormuşum... Nah bunuyorum! Yaşım neredeyse 70 oldu ve hala çarpma yapabiliyorum diyerek çocuksu bir gururla gülümsedi. Bir an duraksadı.
Tekrardan meraklı gözlerle etrafına bakındı. Geç kaldı diye söylendi. Çoktan gelmesi lazımdı şimdiye kadar…
Sigarasından derin derin birkaç nefes daha çekti. Bitmeye yakın olan sigarasını yere atıp atmamakta tereddüt etti. Oturduğu bankın kenarına sürterek söndürdü. İzmariti eli ile iyice buruşturdu. Tam yere atacakken arkasından gelen sesle irkildi
-ne yapıyorsun ihtiyar
Elindeki buruşmuş izmariti babasına yakalanmış bir çocuk gibi utanarak yavaşça yere bıraktı.
-geç kaldın
-çoktan geldim, seni izliyordum
-neden gelmedin yanıma
-yazıyordun
-buna ne kadar yazmak denirse artık…
Genç kız banka oturdu, yerdeki buruşturulup atılmış yaprak sayfalarına bakıp gülümsedi
-formundasın yine
-ne demezsin
-doktor tavsiyesi günde üç öğün yazmaya devam mı?
Yüzü asıldı, bir an küfür edip etmemek arasında tereddüt etti.
-dalga geçiyor benle o doktor bozması! yok efendim neymiş te bunuyormuşum
-…
-bunamakta demiyor şerefsiz! Değişik bir şey diyor alzmayır mı alzaymır mı bir şey diyor işte!
Genç kız sessizce adamı dinliyordu. İhtiyar adam durmadan hırsla konuşmaya devam etti.
-yok başlangıcıymış! Yok, bu yaşta normalmiş! Neymiş te beyin fonksiyonlarını canlı tutmak için okumalıymışım yazmalıymışım!
-Yazar olduğunu bildiğinden olmasın?
Yaşlı adam birden duraksadı, anlık da olsa gözleri daldı. İstemsizce ve az da olsa kekeleyen bir ses tonuyla
- yazar değilim ben diye mırıldandı.
Bankın üzerinden sigara paketini aldı. Sigara paketindeki son sigarasını çıkarttı. Paketi buruşturup yere atmayı düşündü, sonra vazgeçti. Bankın üzerine bıraktı. Tekrardan elini ceplerine sokup bir telaş çakmağını ararken defterin yanında durduğunu görünce acı acı gülümsedi. Aynı kısık sesle mırıldandı
-haklıdır, belki de bunuyorumdur…
Umutsuzca genç kızın ağzından dökülecek hayır ne bunaması lafını bekledi. Beklediği kelimeler gelmeyince sinirle bağırdı
-ne bunaması! Gayet iyiyim işte!
-sakin ol ihtiyar
Derin bir nefes aldı. Genç kızın kocaman gözlerinin içine baktı. Sakinleşmeye çalışıyordu. Sigara midesini bulandırmıştı. Elindeki sigaraya baktı, yere ayağının dibine doğru yavaşça bıraktı. Anlıkta olsa duraksadı. Sonrasında hırsla sigarayı ezerken aklına yanında getirdiği leblebi paketi geldi. Sahi nereye koymuştu onu? Bir telaş etrafını kolaçan etti. Hemen arkasındaydı! Neredeyse üstüne oturmuş sayılırdı. Sürekli bir şeyleri neden bulamadığını düşünüyor ve düşündükçe daha da bocalıyordu. Genç kıza baktı, gülümsedi. Daha sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı
-ben ihtiyar falan değilim, ayrıca bunakta değilim
Genç kız merakla adamın yüzüne bakıyordu. Adam başarısını göstermek isteyen küçük bir öğrenci edası ile leblebi paketini açtı. Eline biraz leblebi aldı, hızlıca saydı, fazlasını pakete bıraktı
-bak şimdi elimde kaç leblebi var?
-bilmem
-on dokuz
-yani?
- on dokuzu iki ile çarpsam otuz sekiz ediyor
Genç kız gülümsedi. Yaşlı adam kızın yüzündeki gülümsemeyi görünce biraz da olsa rahatlamıştı. Leblebileri kıza doğru uzattı.
-yer misin?
İleriden bir yerden kızın annesinin bağıran sesi duyuldu
-elif neredesin! Gel artık!
Genç kız telaşla yerinden doğruldu. İhtiyar adamın elindeki leblebilerden biraz aldı.
-gitmem lazım, annem çağırıyor
Adam üzüldüğünü belli etmeden hafifçe gülümsedi.
-yarın yine gel olur mu?
-tamam bakarız
Yaşlı adam başını apartmana doğru çevirdi. Kısık bir sesle ‘’keşke beni de çağıran olsa’’ diye mırıldandı.
Yine yalnız kalmıştı. Genç kız iyice uzaklaştıktan sonra elindeki kalan leblebilere baktı.
On dokuz çarpı iki otuz sekiz eder işte diye tekrarlarken bir an irkildi!
Hızla elindeki lebleri saymaya başladı!
ÖFKE
Elindeki leblebileri tekrar tekrar saydı. Tamı tamına 19 taneydi. Artık pes edince yavaşça yerinden doğruldu. Şaşkınlık, korku ve hatta öfke…
Gerçekten bunuyorum sanırım diye söylenmeye başladı. Elimden leblebileri aldı, gördüm! Gördüm değil mi? Yoksa beynimin bana oynadığı boktan oyunlardan birimi bu?
Apartmana doğru yürümeye devam ederken sürekli mırıldanıyordu. Apartmanın kapısına gelince duraksadı, geriye doğru parka dönüp baktı. Sessizlik… Anca gece lambalarının ışıttığı kadar bir aydınlık ve kocaman bir sessizlik…
Tüylerinin ürperdiğini hissetti. Merdivenlere yöneldi. Merdivenlerden yukarı çıkarken ayak sesleri duydu. Aşağıya doğru birisi geliyordu. Merakla yukarıya doğru baktı. Geleni görünce yüzünü buruşturdu. Yine o kara kuru psikopat tipli adam. İhtiyar adam sanki orada yokmuş gibi yanından geçip gitti. İhtiyar adam yana doğru çekilmese çarpışacaklardı. Aşağı doğru merdivenlerden yürüyen adama baktı, bütün cesaretini topladı sertçe bağırdı
-önüne baksana hayvan!
Adam bir an korku ile duraksadı, boş gözlerle ona doğru baktı. Sonra omuz silkip hiçbir şey yokmuş gibi merdivenlerden inmeye devam etti. Öfkesi kat be kat artıyordu. Evin kapısına geldiğinde kapının yarı açık olduğunu fark etti. Paspasın üzerinde duran ayakkabılara baktı. Sinirle söylendi
-Ne ara geldi bu bunak tayfası! Saat kaç oldu hala defolup gitmemişler!
Ayakkabılarını çıkartıp yavaşça içeri girdi. Oturma odasından sesler yükseliyordu. Çay içip sohbet eden bir sürü kadın… Bir ara açık kapıdan kim var kim yok diye bakmayı düşündü, sonra sadece kendisinin duyabileceği bir ses tonuyla küfrederek yatak odasına doğru yürüdü. Etrafına bakındı, cebindeki leblebi paketini çalışma masasının üzerine bıraktı. Elini iç cebine atıp defterinin cebinde olmadığını fark edince bir an panikledi. Sonrasında doktor belki de haklıdır diye söylenerek umursamaz bir tavırla pardösüsünü çıkarıp gardıroba astı. Yatağın hemen yanında duran pijamalarına baktı, giymeye üşendi. Yatağa uzandığında üşüdüğünü hissetti. Tatlı bir üşüme… Kafasını çevirip cam açık mı diye baktı. Pencerenin kapalı olduğuna emin olunca gözlerini tavana dikti.
19 tane saydım eminim, çocuk elimden leblebilerden aldı. Sürekli aynı şeyi düşünüyordu. 19 tane leblebi… Göz kapaklarının yavaş yavaş ağırlaştığını hissetti.
Dalar gibi olduğunda aniden ayağındaki sızıyla irkildi. Gözlerini açıp kapattı. Hızla alıp verdiği nefesini kontrol etmeye çalıştı. Durmadan terliyordu.
1981 ocak ayı
Soğuk bir tutuklu koğuşundaydı. Gözleri bağlı hızla alıp verdiği nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Durmadan terliyordu…
Rutubet kokusu boğazını yakıyordu. Anadan üryan bedeni üşüyor ama soğuk soğuk terlemesi de durmuyordu. Sesler kokular korku öfke her şey birbirine karışmıştı. Bir an ani bir sessizlik oluyor hatta ayaklarının tabanından yere damlayan kanın sesini bile duyabiliyordu. Sonrasında sanki şehir meydanında kalabalığın içinde yürürken ki gibi bir uğultu… Beyni ona oyunlar oynuyordu. Kanayan ayaklarında bir sıcaklık hissetti. Gardiyan ayağında sigarasını söndürmüştü.
Peşinden sert bir ses duyuldu
-yazar mısın lan sen!
Korkudan ne diyeceğini bilemiyordu. Yine sessizlik… Aniden kirli bezin kapattığı gözlerinin içinde kırmızı bir şimşek çaktı. Aynı anda kısa sessizliği bozan bir çınlama! Ayağında müthiş bir acı hissetti. Gardiyan yine bağırdı
-Konuşsana lan! Yazar mısın sen şerefiz!
Alnından aşağı süzülen terler pis bezi geçip gözlerine doğru gelmeye başlamıştı. Artık dayanamıyordu, pes etti. Kısık bir sesle mırıldandı
-Yazar değilim ben…
Tekrardan havaya kalkan sopa ayağının tabanından çıkan müthiş bir ses ve dayanılmayacak bir acı!
-sesli söyle lan! Yazar mısın sen!
-Değilim! Ben yazar değilim! Ben yazar değilim!
Bağırarak durmadan tekrarlıyordu. Gülme seslerine aldırmadan durmadan bağırıyordu.
-yazar değilim ben!
Hızlıca yataktan doğruldu. Kalbi çok hızlı atıyordu, nefes nefeseydi…
Öfkeden yerinde duramıyordu. Odanın içerisinde birkaç defa dolandı. Kızı, leblebileri her şeyi unutmuştu. Yumruklarını sıkıp sıkıp bırakıyordu. Üç gün dayanabilmişti. Ne yazdığı ne için yazdığı ne zaman yazdığı defalarca sorulmuştu. Önceleri sorgu odasında sonrasında nezarette…
Bir akşam vakti kırılarak açılan evinin kapısı, uykusundan yaka paça kaldırılması, dağıtılan evi, toplanan kitapları… Durmadan küfreden o polis. Polisin yüzü aklına geldiğinde öfkesinden sıktığı yumrukları bileğini acıtıyordu. Unutmuştu bunları. Bunadın diyordu ya o şerefsiz doktor! Nasıl oluyor da şimdi yaşarcasına hatırlıyordu o anları! Oysa defalarca yüzleşmişti bunlarla. Hatta o polisi bile affetmişti, helalleşmişti kafasının içinde bir yerde. Bu öfke nedendi peki?
Durdu, duvardaki aynada kendi gözlerinin içine tiksinerek uzun uzun baktı.
-Korktun değil mi şerefsiz! Korkaksın sen! Pis bir korkak!
Tekrardan göz kapaklarını açıp kapattığında korkuyla irkildi. Aynada hayal meyal bir yüz görür gibi oldu. Bir kız vardı… Anca yirmili yaşlarında bir kız çocuğu. Gülümsüyordu. Sıcacık gülümsüyordu… Sonra aniden kızın silueti aynadan silindi. Göz kapaklarını hızla açıp kapatmaya devam etti, yavaşça nefesini kontrol altına aldı.
Sakinleştiğinde yatağa oturdu, derin derin birkaç nefes daha aldı. Saatine baktı. Dışarı çıkıp çıkmamak arasında tereddüt etti. Gardıroptan pardösüsünü aldı. Masanın üzerinden aldığı yeni sigara paketi cebine koydu.
Dış kapıya doğru yürürken, şaşkınca içerden oturma odasından gelen Kur’an sesini duydu…
PAZARLIK
Önce bir dur. Dur artık!
Merak etme sen durdun diye durmayacak bu dünya.
Sen durdun diye maviden siyaha dönmeyecek gökyüzü...
Ve ya sen durdun diye bozulmayacak bu b.ktan dünyanın düzeni!
Dur artık… Bir yerlere, bir şeylere yetişmeye çalışmaktan vazgeç artık.
Bunca yılın yorgunluğu var bedeninde.
Sen doğduğunda koşman için hazır olan o lanet hipodromdan çık artık...
Doğduğundan beri aynı değil mi düzen?
Çalışman iyi bir evlat olman lazım, çalışman iyi bir öğrenci olman lazım
Çalışman, para kazanman lazım
Çalışman, ailene faydalı olman lazım
Büyüdün, askere gitmen lazım, lazım ki evlenesin. Askere gitmeyene kız verirler mi?
Ya sonra?
Evlenmen lazım
Çalışman iyi bir eş olman lazım, çalışman karına iyi bir hayat vermen lazım
Çocuk yapman lazım. Ne için peki? Genlerini bir nesil daha ileriye ulaştırabilme korkusu mu sadece…
Çalışman, para kazanman lazım
Çocuğuna iyi bir hayat hazırlaman lazım
Karına iyi bir hayat vermen lazım
Çalışman ve kazanman lazım!
Doğduğundan beri senin için hazırlanmış her şey. Çalışman, koşman, yetişmen için!
Ama iskeletini saran bir elbiseden ibaret olan bedenin eskidikçe ruhunda örseleniyor farkında değil misin?
Kazanmak kaybetmek mutlu ya da mutsuz olmak değil olay.
Durmak sadece… Durmak ve derin bir nefes alıp düşünmek?
Neden?
Bu düzenin içinde neden varsın, sen boktan bir pil misin? Bu lanet gezegen dönsün diye takılmış milyarlarca boktan pilden biri misin sadece?
İsmi her kültürde farklı söylenen yaratıcı seni neden yaratmış?
Sen doğduğunda hazırdı zaten inanman gerekenler, hiç sorguladın mı?
Annen neden senin annen, baban kardeşlerin… Kader mi bu? Ya da kader ne demek? Müdahil olamadığın her şeyi Yaradanın sana sunduğu bir sınav ya da lütuf olarak neden görüyorsun?
Ateist mi olsaydın?
Sana verilen bilgilerin doğruluğunu kim biliyor?
Hayır, hayır ihtiyar!
Dinden çıkarsın böyle! Küçük bir çocukken sorduğunda böyle demişti değil mi baban! Oku yaratan rabbinin adıyla oku yazan kutsalı okuyacaktın ama sorgulamayacaktın! Peki ya yaklaşık 70 senedir süren bu varlığının sebebi ne idi?
Azrail ölüm meleği ya da hangi kültürde nasıl anılıyorsa adı canını almak için gelen varlık sana durman için süre verecekti değil mi? Hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti! Hadi canım sende! Sadece durman için ufak bir süre…
Sen doğduğunda hazırdı zaten her şey değil mi? Hatalarında hazırdı. Evet, evet hataların hazırdı zaten, sen yapmadın! Yaradan böyle istemişti belki de!
Dur artık… Azrail’i görmeden öncede durabilirsin. Azrail ile pazarlığa girmeden önce dur artık!
1981 Ocak ayı
Üzerinde leş gibi ter kokan yırtık elbisesi, elleri önünde kelepçeli sandalyede oturuyordu. Kim olduğunu bilmediği, kara kuru psikopat tipli, amir olduğu belli olan bir adam nefretle yüzüne bakıyordu. Üç gündür içemediği sigaranın harmanlığı ile karşısındaki amirin kül tablasında yanan sigaraya bakmaktan kendini alamıyordu.
Amir bağırmak ile konuşmak arasında gidip gelen sert bir ses tonu ile konuşmaya başladı
-yazar mısın lan sen!
Amir durdu, nefretle bakan gözlerinde bu sefer alaycı bir küçümseme vardı. Sigarasından keyifle bir nefes çekti.
-susmasana lan! Ne güzel bağırıyormuşsun sorguda yazar değilim ben diye.
Cevap vermesine fırsat vermeden konuşmaya devam etti
-neyse ne! Çokta önemli değil. Gel seninle bir pazarlık yapalım
-…
-dedim ya sen benim için çokta önemli değilsin. Birkaç bir şeyler karalamış aptal bir oğlan çocuğu…
Amir sigarasını söndürürken parlayan gözlerini gözlerine sabitledi ve gülümsedi
-Ama ya sen birilerini gördüysen bir yerlerde? Ha ne dersin? Bir kız
-nasıl yani… Kim? Ne kızı?
Sigara paketinden bir sigara çıkarttı, yaktı. Ayağa kalkıp yanına doğru gelirken gülümsemeye devam ediyordu. Sigarayı ona doğru uzatırken daha sevecen bir ses tonuyla konuştu
-sigara içer misin çocuk?
DEPRESYON
Farklı hayatlar, farklı hayaller…
‘’Çok paramız olursa Üsküdar'da bir ev alırım Kız Kulesi'ni gören, yeter Beyoğlu'nun kahrını çektiğim."
Ne güzel söylemişti Muhsin Bey Ali Nazik’e
Filmin en can alıcı sahnesi değildi belki, ama Muhsin bey hayallerinden bahsediyordu. Olmayan olmayacak olan hayallerinden… Hayaller başaramamış insanların hayat(t)a tutunduğu son dal değil miydi?
Durmak lazımdı ya bazen… Durup ta baktığın zaman bu olmamış lığı görünce peki? Bu başaramamış lığı görünce? Hayallerin yanına bahaneleri mi eklemek lazımdı? Bahaneler… Hataların hazırdı zaten, sen yapmadın…
Yaradan böyle istemişti!
Peki ya yazmak? Yazmak ta hayal kurmak değil miydi ihtiyar? Hayal kurmak başaramamış insanların işi değil miydi? Hayatı refah içinde sürerken kitap yazan kim vardı sahi? Pardon koskoca Karl Marx vardı. Avukattı değil mi o? o kadar zengin sayılmazdı ama bir Orhan Kemal de değildi sonuçta. Yoksa Orhan Kemal in ekmek kavgası hikâyesi das kapital den daha gerçek miydi?
Yazmak diyordun ihtiyar? Yazar mısın sen? Söyle hadi korkma bu sefer…70 yaşında hapsede götürmezler seni, dövmezler de… Korkma söyle, hiçbir zaman yazar olarak gördün mü kendini? Ya da yazdıkların var ya sahi o yazdıkların, o psikopat tipli amirin dediği gibi birkaç bir şeyler karalamaktan mı ibaretti…
Tarlada alnından terler süzülerek çalışan bir adamın hayatını anlatmak, ya da hayatını sorgulamak için sadece yazmak yeterli miydi? Sahi sen çalıştın mı hiç hayatın boyunca? Alnından terler süzülerek hani, bedenindeki tüm eklemler ağrımacasına çalıştın mı?
Bir evin bir oğlu, kardeş yok. Mesuliyet yok. Baban annen ne varsa önüne sunmadı mı her şeyi? Çocukken arkadaşlarının kaçının evinde kocaman bir kütüphane vardı ihtiyar? Herkes yer sofrasında otururken siz masada yemek yemiyor muydunuz? Hani arkadaşın geldiğinde misafirliğe nasıl şaşırmıştı masayı görünce! Annenin yaptığı pudingi kaşıklarken nasıl bir hayranlıkla boydan boya süzüyordu evinizi.
Peki ya sonra?
Babanın bütün ısrarlarına rağmen hukuk okumak istedin. Belki de kendi hayatın hakkında verdiğin ilk karar. Sen verdin bu kararı. Yanlış ya da doğru. En son baban sigarasından derin bir nefes çekerken ne demişti hatırla
-sen bilirsin oğlum. Bu senin kararın
Ama üstüne basa basa da tekrarlamıştı değil mi?
-gideceğin yolda tek temennim cesur olman
Şaşkınca bakan gözlerine aldırmadan tane tane devam etmişti
-cesur olmayan insanlar dürüst olamaz! Aidiyet duygusu da dâhil ne kadar korku varsa insanın içinde, işte onlar devreye girdiğinde adaletin kantarı eşit tartmaz
Kalemle ilk tanıştığında şiir yazmayı denemiştin. Aşk acısı ve sair… Sahi âşık olmadan da yazılabilir miydi en güzel aşk şiirleri? Sanmam… Sen birini sevmiş miydin gerçekten, âşık olmuş muydun hiç?
Sonra siyasetle tanışmıştın. Hukuk fakültesinde siyaset ile tanışmaman mucize olurdu zaten. Baban o mucize için ne kadar dua etmişti kim bilir. Ailenden gördüğün aşırı milliyetçilikten komünizme uzanan yol nasıl oluyordu da bu kadar kısa olabiliyordu? Etkilendiğin kitaplardan alıntılarla bir şeyler karalamıştın önce. Arkadaşların görünce sana yaranmak adına yaptıkları övgüleri gerçek sanmıştın. İnsan ne yaparsa yapsın takdir edilmek için yapmaz mı? Sanmam. Tarladaki o işçiler peki? Onlarda kazanıp ailesinin, etrafındakilerin takdirini almak için yapıyor olmasın...
Yeni paketini açıp, sigarasını yaktığında acınası haline gülümsedi. Çok önceleri ne demişti dost meclisinde bir arkadaşı
-Sadık, çok dalgınsın. Bu kadar düşünme derim, yakında kendinle konuşmaya başlarsan şaşırmam. Ama kendi kendine cevap vermeye başlarsan durum kötü arkadaşım…
Sahi adı neydi o çocuğun? Hatırlamıyorsun değil mi ihtiyar! Başka ne varsa hatırlıyorsun bu akşam ama o çocuğun adı yok akılında.
Yine babanın gücüyle basılmıştı ilk kitabın. Güç dediysem parasıyla.
Ya sonra!
Evinde bir akşam vakti kırılarak açılan kapı, uykusundan yaka paça kaldırılması, dağıtılan evin, toplanan kitapların… Durmadan küfreden o polis!
Sözde yaşadığın komünizmi bile kapitalizm ile satın almış bir çocuktun sen! Birkaç bir şeyler karalamış aptal bir oğlan çocuğu!
Babanı kaybetmeden üç ay önce son defa sana yardım etmişti sana. Üstünde leş gibi ter kokan yırtık elbiselerin, apar topar karakolun kapısından koltuk değnekleri ile çıkarken içerde kalan arkadaşlarına yine torpilli olduğunu söyleyecek kadar cesur muydun?
Sahi sen cesur muydun ihtiyar?
Sen kendi başına hiçbir şeyi, hatta yazmayı bile beceremeyen, züppe asalak zavallı bir insan artığından öte bir yere geçebildin mi hiç!
Hava karanlıktı. Hava soğuktu… Parkın içindeki bankta oturmuş ellerini başının arasına alıp derin derin düşünüyordu. Umutsuzca hatırlamaya çalışıyordu.
O psikopat tipli amire pazarlıkta ne demişti hatırlamaya çalışıyordu…
Sahi ne idi o kızın adı?
YASIN 5 EVRESİ
KABULLENME
Elif! diye bağırarak oturduğu banktan doğruldu!
Kızın adı Elif ti!
1981 Nisan ayı
Boğazındaki tavana bağlı ipe baktı. Kendine olan nefreti ölüm korkusunun bile önüne geçiyordu. İpin ağırlığını taşıyacağına ikna olduktan sonra ayağının altındaki tabureyi sertçe devirdi.
Azrail ona durması için gereken süreyi vermişti. Hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden mi geçti? Hadi canım sende! Sadece durmak için ufak bir süre…
Kararan gözlerinin önüne önce babası geldi, geçen hafta defnetmişti babasını… Babası tane tane konuşuyordu.
-gideceğin yolda tek temennim cesur olman, cesur olmayan insanlar dürüst olamaz!
Sonra yirmili yaşlarında bir kız çocuğu gördü. Kocaman gözleri ile gülümsüyordu. Ellerini kıza doğru uzattı. Özür dilerim demeye çalıştı ama sesi duyulmuyordu. Sesini duyurmak için bütün gücüyle özür dilerim diye bağırdı, bağırdı… Sesi duyulmuyordu!
Aniden genç kız telaşla yerinden doğruldu. Beyaz bir ışık huzmesine doğru yürürken mutlu bir ses tonu ile konuştu
-gitmem lazım, annem çağırıyor
1981 Nisan ayı
Camiden sala sesleri yükseliyordu.
Cenazenin defni tamamlanıp akşam olunca, parkın hemen dibindeki apartmanın birinci katında evde kadınlar kuran okuyordu… Dua bitince kadınların içinden yaşlıca olanı yavaşça yerinden doğruldu. Sakin bir ses tonu ile konuştu
-Elif kızımızın ruhuna okuduğumuz duaları kabul eyle
Ne kadar görevini yapmış olmanın ferahlığı olsa da içinde yine de bir sıkıntı hissetti. Yirmili yaşlarında ölen bir kız çocuğu. Ölüm insanlar içindi muhakkak. Ama bu yaşta bu şekilde…
Yavaşça pencereye doğru yürüdü. Perdeyi aralayıp aşağıya parka baktı. Bankın yanındaki büyük akçaağacın rengi yavaşça koyu yeşilden siyaha büründü. Sokak lambaları yanmaya başladı. Birden ani bir rüzgâr esti. Bankın üzerindeki defter yapraklarına benzer bir şeyler havalanıp yere doğru savruldu.
Yaşlı kadın istemsizce kafasını çevirip saate baktı. Saat on dokuzu otuz sekiz geçiyordu…
Kabullenme yeniden başlayabilmenin anahtarı mıydı?
Ya da herkes öleceğini bile bile yaşarken zamanının gelmesini bekleyecekti?
SAHİ ON DOKUZU İKİ İLE ÇARPARSAN OTUZ SEKİZ EDİYORMUYDU HER ZAMAN?
YORUMLAR