Yola Devam…
16 Mart 2025, 00.58 A- A+ Bu blog, ‘NightCall arkadaşımın, “Yüzleşme” adlı bloguna ithafen yazılmıştır.
Blogun sonunda attığı başlık, bu nedenle blogumun ismi olmuştur.
"Ben yok olursam, sen de yok olursun! İkimizde bir şansı hak ediyoruz. Böyle bitmek zorunda değil!"
Bu içsesim, sanki başka yerlerde de yankılanıyor hissi ile çınladı çok defa kulaklarımda.
“Kalk!… Alışveriş zamanı, yeni bir mont alma vaktin geldi!” dedim kendime yattığım yerden tavana bakarken.
Hangi beklentiler içine girdiysem o tavana karşı bilmiyorum.
Bitecek olan hiçbir şey yoktu aslında, yeni başlangıçlar ve yeni umutlar olmalıydı sadece.
Belki 3-4 yıldır gitmediğim “Piazza” denilen alışveriş merkezinin kapısından içeri girdiğimde, onlarca insanın oluşturduğu kuyruğa ve standlara baktığımda, yazar Ayşe Kulin’in imza günü olduğunu anladım…
Çok fazla kitabını okumuş biri olarak, ondan bir imza almayı elbette aklımdan geçirdim ama o kuyruğa girmeyi gözüm kesmedi.
Hem buraya gelme amacım alışverişti, amacıma uygun hareket etmeliydim.
Bilindik birkaç markadan kazak, eşofman takımı, ayakkabı aldım; paraya acıyasım gelmiyordu.
Ünlü bir deri markasının mağazasına girdim…Reyonları toparlayan çalışanlar, yerleri süpüren bir eleman, kasiyer, deri montolar…
Daha içeri girer girmez ilk gördüğüm şey dünyalar güzeli kasiyer oldu.
Siz hiç güneşi yakından gördünüz mü?…Ben o dakika gördüm…Yakından bakılamayacak kadar sıcaktı!
“Bunca yıllık hayatımda, böylesini neden görmedim” derken, sözümona montlara bakıyorum ama gözüm aslında onda.
Göz ucuyla baktığım montları bir bir üzerimde denerken, bir an önce onunla kasada buluşmak için can atıyordum.
Bir an etiketlere takıldı gözüm…”1.800 TL. İkinci ürün %50 indirimli” yazıyordu, “Ulan ne ucuzmuş” derken bile tek gözüm kasada; anlayın işte, kasadaki güzelde.
Farklı iki deri montu beğenip kasaya geçtim ve nihayet gözgözeydik…O masmavi gözleriyle bana gülümserken, orada eridiğimi ve yere yapıştığımı düşündüm. Çalışan paspas atarken, beni yerden nasıl çıkaracaktı, ya da çıkarmaya çalışırken “Bunu hangi Allah’ın belası buraya bıraktı!” diyecek miydi? Zira o Allah’ın belası bendim! Kendimi oraya ben zamklamıştım ve yine kendi kendimi çözebilirdim.
O güzel, elimden montları alıp barkodlarını okuttuğunda, sanki beni okutuyormuş da, bilgisayar ekranında “Bu herif sana yanık” uyarısını belirmiş gibi bana bakıyordu…
Kulağım sağır olmalıydı ki, onu duyanamıştım bile!
Meğer tutarı söylüyormş benim bebeğim…
Kredi kartı kullanmayan ve ödemelerini nakit yapan biri olarak, “27 Bin Türk Lirası” dediğini duyduğumda kafamdan aşağı kaynar sular döküldü…
“E…. Bin sekizy…Nasıl ya!”
O an farkettim 1.800 değil de, 18 Bin olduğunu!
İkinci ürün de %50 indirimli etti mi sana 27 Bin!
Ulan o kadar nakitim kalmadı ki!
Ancak birini alabilirdim, e bu da 18 bin demekti! Tamam o kadar vardı da, ikincisini alamayacaktım!
“Gidip para çekeyim geliyorum.” demek de başka bir rezillik!
Kasaya iki montla gelip, “Ay param çıkışmadı…” demek kadar gurur incitici daha başka bir şey de olamaz!
Yapacak bir şey yoktu…Ayrılık vakti gelmişti ve bu rezilliğin sonrasında bir daha onu göremeyeceğimi de biliyordum.
“Şey…Şu ikinci mont…Evet evet o…Onun kapşonunun lacivert olani var mı?” Dedim olmaması için dua ederek.
“Hayır maalesef” cevabını aldığımda, sesindeki o huzurla derin nefes alarak, “O halde o kalsın” dedim ve 18 Bin ödeyerek yalnızca birini aldım.
“İkimizde bir şansı hak ediyoruz…Böyle bitmek zorunda değil!" diye haykırıyordu içsesim ama bitmişti daha başlamaya yüz tutmamış bu ilişki ayrılıkla sonuçlanmıştı!
“Enflasyon bu halde olmasaydı, o iki monta da yeterdi cebimdeki!” başımızdakilere böbürdenerek çıktım aklımı bıraktığım o mağazadan ve “Durmak yok, YOLA DEVAM” diyen her kim varsa onlara seslendim!…
“Ben Yok olursam, sen de yok olursun!”
YORUMLAR