Kül Tablası
25 Nisan 2025, 21.22 A- A+“Yeterince dolmuş muyum? İkna oldun mu?”
Kül tablası mı konuşmuştu? Şaşkınlığımın ortasında mantıklı bir açıklama arıyor, bir yandan da neden bu kadar öfkeli olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ki... dürüst olmak gerekirse, haklıydı. Yerinde ben olsam, ben de öfkelenirdim.
“Her gece, bitmek bilmeyen dertlerini içime boşaltıyorsun,” dedi burun kıvırarak. “Ne bir teşekkür, ne de bir minnet. Sabah olup geldiğinde ise sadece dikilip bana bakıyor, suratını ekşitiyorsun. Sanki ben kendiliğimden dolmuşum gibi. Ben senin duygusal çöplüğün değilim, haberin olsun!”
Sabah sabah neye uğradığımı şaşırmıştım. Resmen bir kül tablasından fırça yiyordum.
“Abartma,” dedim, suçüstü yakalanmış gibi mahcup bir tebessümle. “Sen olmasan rahatlayamazdım. Duman uçup gidiyor işte ama sen… sen taşıyorsun yükümü.”
“Ya ben de sana yük olsam, hoşuna gider mi?” dedi, dik dik bakarak. “Bir sabah seni yatağın kenarında dikilmiş bulsam, ‘yine mi buradasın’ desem... ne hissedersin? Hadi düşün biraz. Azıcık empati be kardeşim.”
Kül tablası bana duygusal şantaj yapıyordu. Üstelik ustalıkla. Ve can sıkıcı biçimde... işe yarıyor gibiydi.
“Eskiden bir şairin masasındaydım,” diye devam etti, gözlerini uzaklara diker gibi. “Adam içerdi ama en azından ağzıyla içerdi. Her dumanında bir mısra vardı be! Seninki? Seninki düpedüz travma boşaltımı. Şiirsiz, ölçüsüz, başı sonu belirsiz.”
Yutkundum. Kül tablasına karşı kendimi savunma ihtiyacı hissetmem çok da sağlıklı sayılmazdı ama… işte buradaydık. O beni bir ebeveyn gibi azarlıyor, ben ise başımı önüme eğmiş halı desenini inceliyordum.
“Ben kül tablasıyım yahu! Oradan bakınca psikolojik destek hattı gibi mi görünüyorum acaba?”
Dili gerçekten de uzundu bu kül tablasının. Ama haksız değildi. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Sustum. Çünkü savunacak bir tarafım da yoktu.
“Tamam,” dedim sonunda. “Biraz daha dikkatli olacağım.”
Belki bu şekilde çenesini azıcık kapatırdı. Çünkü açıkça görülüyordu ki susmaya pek niyeti yoktu.
“Hah! Bunu geçen perşembe de demiştin,” dedi gözlerini devire devire. “Sonra geldin, beni öyle bir doldurdun ki... altıma tepsi falan koymalısın bence! Bir ara yangın alarmı öttü, hatırlıyor musun?”
Artık utanıyordum, kızıyordum da bu kadar çok konuştuğu için. Sonuçta onun sahibi bendim! Ama komik de geliyordu tüm bu yaşananlar. Bu kadar şikâyet eden başka bir kül tablası var mıydı acaba?
“Ne öneriyorsun peki?” dedim, başımı kaşırken.
“Beni yıka,” dedi net bir ifadeyle. “Bildiğin suyla. İstersen deterjan kullan, aromalı sabun da olur. Hatta bonus olarak içine bir nane şekeri at. Olmadı, bir çiçek dik. Yani diyorum ki… biraz saygı?”
Bu öneriyle birlikte hayal gücüm freni boşalmış bir kamyon gibi kontrolden çıktı. Gözümün önüne nane kokulu, ortasında mor bir menekşe açmış bir kül tablası geldi. Hem absürd, hem tuhaf bir şekilde huzur vericiydi. Elime aldım onu. İçindeki izmaritleri boşalttım. Sonra yavaşça yıkamaya başladım. Suyun sesi, bütün bu saçmalığın fon müziği gibiydi; tuhaf bir ciddiyetle doluyordu mutfak.
Kül tablasını temizlediğimde, sanki yükünden ve o ağır kokusundan arınan ben olmuştum. Yıkamayı bitirince gülümsedim. Ve ona, ilk defa gerçekten hissederek teşekkür ettim.
Temizlenmiş kül tablası, hafifçe çatırdayarak cevap verdi: "Şimdilik affettim. Ama sözünü tutmazsan, konuşmayı büyütürüm ve sen susmak zorunda kalırsın!"
NOT: Bu hikâyeyi yazarken asıl mesele ne kül tablasıydı ne de izmaritler... Asıl mesele, kendi içimde birikmiş, görmezden geldiğim küçük ağırlıklarla yüzleşmekti belki de. Bazen insan, dertlerini susarak bir yerlere yığdığını fark eder; üst üste atılmış kelimeler, hissedilmemiş duygular, ertelenmiş yüzleşmeler... Ve bir sabah, en olmadık anda, sessiz bir isyanla karşılarlar seni. Benimki bir kül tablasından geldi.
Yazarken bir nesnenin dilinden kendime söylenirken buldum kendimi. Uzun zamandır kendime söylemem gereken şeyleri, bu hikâyenin satırlarında kısmen usulca dile getirdim. Bazen en ufak arınmalar bile, insanın içinde koca bir alan açıyor; yeniden nefes alabilmek için. Bu yazı, kendime bir teşekkür notu oldu.
YORUMLAR