KAYDA GEÇSİN
29 Nisan 2025, 19.15 A- A+
Dededen kalmaydı ama hiç kullanılmamış gibi parlak ve gümüşü andıran metalik renkli, zemberekli saatin tiktak sesleri arasında, başının arkasını birbirine kavuşturduğu ellerine dayamış, yüzeyi asimetrik küçük kabarcıklarla sıvalı beyaz renkli kartonpiyer tavana gözlerini dikmiş, göğsünün üzerine oturan, son bir yıldır yaşadığı acılardan kalan ağır mirası taşımaya çalışıyordu Ahmet, nefes almakta güçlük çekerken.
Gözünü diktiği şekilsiz kabarcıklar arasında kaybolup gitmişti bakışları, mazide yaşananları bir bir hayal ederken. Daldıkça çehresi değişiyor, her biri farklı yönlere koşuşan insanlar topluluğuna dönüşüyordu tavandaki kabarcıklar. Duman isi rengine bulanmış yüzüne hâkim olan hain ve alaycı bakışlı bir tanesi vardı ki, özellikle o çekmişti dikkatini. Ne kadar da benziyordu o haliyle, ona bu ağır mirası bırakan kadına?.. “On iki yıllık sevgi ve güvenin karşılığı bu olmamalıydı” diye geçirdi aklından. Yaşadığı onca acıyı en iyi o biliyordu zira. Beyin fonksiyonları bütünüyle esir alınmış, hipnotize edilmişçesine sürüklenip gitmişti peşinden, ona olan tutkusu yüzünden. Nefret duygusu olanca ağırlığıyla çökmüştü göğsünün üzerine. İntikam hissiyle dolup taşıyordu. O da yaşamalıydı kendisinin yaşadıklarını. Böyle sırtından bıçaklarcasına bırakmamalıydı onu düştüğü çukurun derinliklerinde, sebepsiz yere. Tek istediği sevgi ve ilgiydi, tek beklentisi onun varlığı.
Ölüm sessizilğini andıran havayı bozan tek şey, kulağına ninni gibi fısıldayan masanın üzerindeki saatin çıkardığı tiktak sesleriydi. Bir kez daha hipnoz olmaya hazır hissediyordu kendini. Başını dayadığı elleri gevşemiş, gözleri kapanmaya yüz tutmuşken bırakıverdi kendini koltuğun üzerinde. Ağırlaşmaya başlayan göz kapaklarını kapattı yavaşça…
Karanlık ve sık ağaçlıklı bir ormanın içinde açtı gözlerini. Aylardır içinde kopan fırtınayı andıran, delirmişçesine esen rüzgar, dolu büyüklüğündeki yağmur damlalarını vuruyordu yüzüne kamçı gibi. Kulakları sağır eden gök gürültüleri eşlik ediyordu, zifiri karanlığı delen şimşeklere. Bir kâbustan uyanmayı beklerken, yeni bir kâbusun tam ortasında bulmuştu kendini.
Yüzünü döven yağmur damlalarına engel olmak için kolunu yüzüne doğru yaklaştırıp güçlükle ileriye doğru baktı Ahmet. O anda çakan şimşek, ağaçların arasında belli belirsiz bir silueti ortaya çıkarmıştı. Ona doğru yaklaşıyordu bir gölge, elinde tuttuğu asa ile. Tüylerini diken diken eden bir ürperti kapladı içini. Yaklaştıkça daha çok belirginleşiyordu yüzü, fark ettiği siluetin. Fakat tuhaf bir şekilde korkunun yerini huzurla karışık bir emniyet duygusu almaya başlamıştı gölge yaklaştıkça. Sanki alıp gidecekti artık taşımaya güç yetiremediği bu ağır yükü üzerinden. İyice yaklaştığında beliren yüzüne baktı Ahmet uzun uzun ve hayranlıkla. Göğsüne doğru uzanan ve kar tanelerini andıran beyaz sakalları, dolunayı aratmayan parlak yüzü ve üzerindeki beyaz elbisesiyle masallarda anlatılan bilge kişiliği andırıyordu. Yağmur dinmiş, rüzgar hızını kesmiş, gözyaşları gibi yüzünde akıp giden yağmur damlalarını silercesine usulca okşamaya başlamıştı yüzünü Ahmet’in rüzgar. Geceleri karadan denize doğru esen meltem rüzgarı olmalıydı bu, zira sesi geliyordu kumsalı döven dalgaların. Ninni gibi gelen tiktak seslerinin yerini alıverdi dalga sesleri. Gökyüzünün tam orta yerinde, ona özel olarak konumlandırılmış gibi parıldıyordu dolunay, olanca azametiyle. Fırtına dinmiş ve sükunete terk etmişti yerini artık.
“Yaklaş” sesiyle irkildi aniden Ahmet birden. Karşısında duran yaşlı adama doğru bir kaç adım attı ve durdu.
“Bir serap gibidir hayat koştukça ulaşamadığın, çölün ortasında beliren. Bir hayalin peşinde koşarız bazen. Dünya hayatının güzellikleriyle kandırdığı insanları zor durum karşısında bırakıp kaçan şeytana aldanırız hepimiz. Merhamettir insanı insan yapan. Ancak sevgi ve merhamet dolu bir kalbe iner zira Allah’ın rahmeti; kötülük ve bencillikle kuşanmış bir kalbe ise laneti…
Unutma ki her yokuşun bir inişi, her akşamın bir sabahı vardır. Ve her zorlukla birlikte bir kolaylık. Bazen fazla beklemez, yırtar çıkarız karanlıkları. Bazen daha uzun sürer çilemiz, ilahi hikmet gereği. Tâ ki hatalarımızı görelim, ve artık daha güçlü olarak çıkalım verdiğimiz savaştan.
Bil ki ektiğini biçecektir herkes.
Ve kırdığı gibi, kırdığı yerden kırılacak mücrim, en zayıf anında…”
Birden uyandı ve doğruluverdi Ahmet uzandığı koltuktan. Kulaklarında çınlıyordu hala o yaşlı bilgenin sözleri. Oturduğu yerden ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü, gördüğü rüyanın verdiği huzurla.
Yeni bir sayfa açmaya karar vermişti artık. Yutkundu, sırtından hançerlendiği günden beri yutkunup sustuğu gibi. Bir günahkar için değmezdi, masumları üzmeye.
"Nasıl olsa kırılacaktı o da, kırdığı yerden, kırdığı gibi…" diye mırıldanarak yoluna devam etti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir