SÖYLEYEBİLMEK....
05 Mayıs 2010, 00.42 A- A+
Anlatamıyoruz nedense hiçbir kimseye, o kafamızdan geçip de asıl söylemek istediğimiz şeylerin beynimizdeki duyguların utanç engeliyle karşılaşılmadan direkt olarak, ve de en gözü kara cümlelerin kendinden emin feryatları eşliğinde ifade ederek duyurabilmek, karşımızdaki kişilere tüm o içimizden geçenleri…
Söyleyebilmek en azından olumsuz bir olayda hemen söylenmek yerine, eyleme dökebilmek ve de savunabilmek haklı olduğuna inandığımız her konuda, doğru yerde ve doğru zamanda en tutarlı kelimeleri yan yana getirmeye ikna ederek, dökebilmek sözcüklere aklın süzgecinden geçirerek düşündüğünüz her bir şeyi…
Bas bas bağırmak mesela sevdiğinize onu ne çok sevdiğinizi, asla platonik takılmamak ve bir şekilde duyurabilmek aşkınıza, geceleri rüyalarınızı hiç kesintisiz olarak, en az sekiz saatliğine hemen hemen her gece gasp ettiğini…
Başka başka şairlerin not defterinize yazdığınız o en beğendiğiniz mısralarını değil, kendi içinizden gelen duygularınızın tercümanı olarak dile getirmeyi denemeli insan bir kez de; beraber mehtaba karşı oturmuşken gözlerden ırak tahta bir bankın üzerinde, sevgilinizin o ay ışığını hapsetmiş gözlerinin içinde kaybolurken ona söyleyebilmeyi…
Asla yutmamak en azından ikinci bir kez daha hiçbir lafı ya da atmamak bir kez dahi olsa bile söylemek isteyip de bir türlü cesaret ederek eyleme dökemediğimiz, o bizimle birlikte can çekişen sözcüklerin, içimize bir kene gibi yapışan ve her biri başka başka taraflara çekilebilecek olan oynak harflerini…
Ağzına geleni söyleyebilmek değil hani buradaki asıl maksat, iletişim fakiri olmadan ifade edebilmek kendimizi ve yalnızca söylenmesi gerekenleri iletebilmek adına konuşabilmeli insanlar ve can kulağıyla dinlemeliler de gerektiğinde, susmayı da bilerek karşılarındaki o kişileri…
Kısacası artık hemen hemen her şeyin sanal bir yalnızlığa mahkûm olduğu şu günümüzde, jest ve mimikleri kullanmadan özgürce aktarabilmek, dilimizin ucuna kadar geri gelip de bir türlü cesaret edemeyerek karşımızdaki insanın yüzüne yüzüne söyleyemediğimiz, tüm o yüreğimizin kuyruğunda takılı kalarak insanlığa yazdırılmayı bekleyen en aşikâr kelimelerimizi...
Söyleyebilmek en azından olumsuz bir olayda hemen söylenmek yerine, eyleme dökebilmek ve de savunabilmek haklı olduğuna inandığımız her konuda, doğru yerde ve doğru zamanda en tutarlı kelimeleri yan yana getirmeye ikna ederek, dökebilmek sözcüklere aklın süzgecinden geçirerek düşündüğünüz her bir şeyi…
Bas bas bağırmak mesela sevdiğinize onu ne çok sevdiğinizi, asla platonik takılmamak ve bir şekilde duyurabilmek aşkınıza, geceleri rüyalarınızı hiç kesintisiz olarak, en az sekiz saatliğine hemen hemen her gece gasp ettiğini…
Başka başka şairlerin not defterinize yazdığınız o en beğendiğiniz mısralarını değil, kendi içinizden gelen duygularınızın tercümanı olarak dile getirmeyi denemeli insan bir kez de; beraber mehtaba karşı oturmuşken gözlerden ırak tahta bir bankın üzerinde, sevgilinizin o ay ışığını hapsetmiş gözlerinin içinde kaybolurken ona söyleyebilmeyi…
Asla yutmamak en azından ikinci bir kez daha hiçbir lafı ya da atmamak bir kez dahi olsa bile söylemek isteyip de bir türlü cesaret ederek eyleme dökemediğimiz, o bizimle birlikte can çekişen sözcüklerin, içimize bir kene gibi yapışan ve her biri başka başka taraflara çekilebilecek olan oynak harflerini…
Ağzına geleni söyleyebilmek değil hani buradaki asıl maksat, iletişim fakiri olmadan ifade edebilmek kendimizi ve yalnızca söylenmesi gerekenleri iletebilmek adına konuşabilmeli insanlar ve can kulağıyla dinlemeliler de gerektiğinde, susmayı da bilerek karşılarındaki o kişileri…
Kısacası artık hemen hemen her şeyin sanal bir yalnızlığa mahkûm olduğu şu günümüzde, jest ve mimikleri kullanmadan özgürce aktarabilmek, dilimizin ucuna kadar geri gelip de bir türlü cesaret edemeyerek karşımızdaki insanın yüzüne yüzüne söyleyemediğimiz, tüm o yüreğimizin kuyruğunda takılı kalarak insanlığa yazdırılmayı bekleyen en aşikâr kelimelerimizi...
YORUMLAR