Siz kimsiniz?
05 Eylül 2011, 14.54 A- A+Herkesin, zaman zaman kendinde beğenmediği bir şeyleri vardır. Siz hayal edersiniz, belki başkası yaşar… İşte o zaman başlar, kendi kendinize söylendiğiniz, “ben” ile başlayan cümleler… “Ben niye böyle değilim?”, “Benim işim niye böyle değil?”, “Benim kızım niye çalışkan değil?”, “Benim niye boyum kısa?” ya da “Benim boyum niye uzun?”… benim saçım düz senin ki kıvırcık, sen düz istersin, ben kıvırcık…
Yaşamadığımız bir şey değil. Nedense hep komşunun tavuğu kaz görünür bize ve bazen öyle olur ki isyana kadar gider bu durum. Duyduklarımız, gördüklerimiz, çevremiz ya da önem verip, hayranlık duyduklarımız, bizi öyle etkisi altına alır ki, belki bunu kendimize itiraf etmekten bile çekiniriz. Hadi şimdi bunu itiraf edelim. Gerçekten de böyle bir durumla karşılaşmadınız mı? Üzülmediniz mi?
Niye bu kadar etki altındayız? Herkes memnuniyetsiz bir yaşam sürüyor. Hep şikâyetçiyiz A dan Z’ ye. Hayat o kadar da uzun değil. Saçımızla, kaşımızla, eve aldığımız bir koltukla uğraştığımız kadar hayatın kendisiyle uğraşmıyoruz. Biriyle karşılaştın ve sana çok kilo aldığını söyledi, söylesin ne olmuş. Bu kadar basit bir şey mi bu hayat dedikleri? Bu kadar mı yetersiz? Hayatınızda geriye kalanlar parçaları bir araya getirin. Sizin tablonuz bu, istediğiniz renge boyayın, bir şaheser de olsa beğenen de olur, beğenmeyen de. Sizin gördüklerinizi, fırçayı tabloya vururken hissettiklerinizi kim anlayabilir ki sizin kadar. Belki de o kadar uzun süre uğraştığınız özenle seçtiğiniz renkleri bir dakika da yerle bir edecek sözler işittiniz… Ne fark eder? Tablo sizin bu sizin yaşamınız, sizin hissettikleriniz, içinde siz olmadan onun zaten hiç bir önemi yok ki.
Bence, kendimize fazlasıyla haksızlık ediyoruz. Belki takdir edilen çokta doğru değil. Belki de çoğunluk içinde tek başınalığınız, size yanlış bir şeyler yaptığınızı hissettiriyor. Bu kadar emin olmayın. İnsanlar gölge gibi, başkalarını taklit ederek yaşayanlar var… Öylesine hayata olan öfkesini senden, benden, hiç tanımadığı insanlardan çıkaranlar var… Güzel gözlere sahip ama göremeyenler, güzel işitip duyamayanlar var… Belki siz bu kalabalığın içinde kimsenin sahip olmadığı şeylere hakimsiniz ama eksiksiniz işte! O eksik güven… O olmadığı için bu kadar şikâyetçisiniz. Hayatta hiç mucize yokmuş gibi yaşayanlar, bir de hayatın kendisini mucize sayanlar var sizin tercihiniz hangisi?
Her gün şikâyet ettiğim binlerce şey var hayatta. Ama kendime gelip şükrediyorum. Genelde haberleri izlediğim anda oluyor. Benim için bir ibadet gibi haber izlemek. Çünkü her şeyin başı iyi niyet ve şükretmekle oluyor. İzlediğim ve ağzımın açık kaldığı, günlerce üstünde düşündüğüm, tüylerimin ürperdiği zaman diyorum ki “Kendine gel hayatla alıp veremediğin ne senin? Sen bu insanlardan daha mı şansızsın? Şükret…” Gerçekten yaşadığım o acı tecrübelerden sonra, kendim yaşamışçasına aldığım o ibretle, hayata daha sıkı sarılıp mutlu oluyorum ve “hayat sana teşekkür ediyorum” diyorum, benimle bu kadar uğraşmadığı için…Bazılarımız, belki benden daha çok üzülüp, belki daha çok düşünüp, işittiği bu haberleri bir masal dinlermişçesine ya da bir film izlermişçesine, sanki kendi başına hiç gelme olasılığı yokmuş gibi değerlendiriyor. Her şeye kayıtsız kalıyorlar, başlıyorlar çevresindekilere özenmeye, öfkelenip hırslanmaya…Ben de aynısını yapıyorum. Şartlarınız ne kadar kötü olursa olsun, gerçekten mutlu olmanın tek yolu, mutlu etmektir. Ve insanları mutlu etmek için küçücük şeyler yeterlidir. Sizin için basit bir şey gibi görünse de karşınızdaki kişide belki çok büyük etkiler bırakacaktır. Bilemezsiniz sadece deneyin… Bakın şu sıra dünyanın gündeminde yoksulluk var. 21.yüzyılda açlıktan ölen insanlar var. Tabi bunun yanı sıra cebi dolu ama bu durumu çokta umursamayan zavallılar da var. Ama çok yoksul bile olsanız, karnınızı doyuracak bir lokmanız bile yoksa içinizi ısıtacak biri olsun yanınızda… umutsuzluk tüm kapıları kapatır. Yoksullukla, cinnet geçirme durumuna gelen bir baba, ona aç dahi olsa, güven duyduğunu ve bu durumun geçici olduğuna inandığını söyleyen bir kadın karşısında sizce neler yapar. Ya da tersini düşünün yalnız ve çaresiz kaldığını ve bunun son bulmayacağını düşünen bir insan ne yapar. O tatlı bir çift söz, inanmak, güvenmek zor da olsa, bu cümleleri kurabilen bir kadın, eşinde mucizevî bir etki yaratabilir.Hepimize çok iş düşüyor. Başka hayatlara bakarken sadece bizden iyileri değil, kötüleri de görelim ve yardım edelim.
Bir gün bir kafede oturmuş çay içerken yanımdan 14 yaşlarında bir kız geçti kız çok güzeldi. İncecik ve uzun boyluydu bir an öyle bir hayranlık duydum ki “ALLAH ım beni niye böyle yaratmadın” dedim kendi kendime. Tabi çaktırmadan bakmaya devam ettim. Tam bu sözleri söyledikten sonra o güzel genç kızın elleri gözüme çarptı, iki eli de yoktu ve gördüğümü fark edip ne yazık ki saklamaya çalıştı. Çok utandım. Oysa ki bir kaç saniye önce onu kendimle kıyasladım, şikâyet ettim, onu kendimden çok daha şanslı görmüştüm… Günlerdir düşünüyorum ne kadar ayıp bir şey benim bu yaptığım. Siz de benzer şeyi belki günde çoğu kez yapıyorsunuz ve farketmiyorsunuz bile.
Yani bırakın komşunun tavuğunu, siz kendinize bir bakın hele eliniz de neler var? Umudunuz var mı? Sevgi dolu bir kalp, cesaret, şefkat… Sizi düşünen sizi anlayacak birileri var mı? Her şeyden önce hayata meydan okuyabilecek gücünüz var mı? Bu zorlu bilmecede boşlukları dolduracak kadar zekânız var mı? Ve güven elbette kendinize güveniyor musunuz? Siz bir zavallı mı yoksa her türlü zorluk karşısında silahsız ama yenilmeyen bir asker misiniz? Siz kimsiniz?
.BUDA ALINTIDIR...
YORUMLAR