Bak postacı geliyorrr.
08 Ekim 2011, 21.47 A- A+Canım oğlum,Bu mektubun sana ulaşıp ulaşmayacağını bilmiyorum. Ama biliyorum; okuman yazman yok, konuşman yarım. Kalemin gölgesi kağıda düştü. Sana ne yazmalıyım? Ne yazmalıyım ki, kara gözlerinin kapısını vurunca ruhunun ışığı yansın. Ne yazmalıyım ki kelimelerim trolle avlanan balıkçıların eline geçip can çekişmeden, soluk alabileceği yere ulaşsın.
Canım oğlum,
Sözün değerinin olduğu zamanlarda yazının da değeri vardı ve “mektup” denilen yazılı ve yazgılı sözler, yalnızca muhatabının açacağı beyaz zarflar içerisinde gönderilirdi. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki! Güneş daha doğmadan batıyor, yağmur daha yağmadan diniyor, bebekler daha genç olmadan yaşlanıyorlar. Doğrusu mektup bu satırları yazdığım sırada sırra kadem basmıştı. Kimse yazmıyordu artık oğlum. Herkes konuşuyordu. Uzun uzun konuşuyorlardı telefonla. Sarf edilen cümleler birbirine benziyor, o cümleleri söyleyenler değişiyordu yalnız. Hiçbir harfin, kelimenin, cümlenin kendi rengi ve kokusu yoktu. İşte bu yüzden yıllar sonra sana bu zarf ulaştığında ne yapacağını bilmiyor olabilirsin. O zamanlar zarf da olmayabilir.
Canım oğlum,
İnsanlar bütün ilişkilerini sığ konuşmalara indirgediler. Buna artık kızamıyorum. Söz tükendi galiba oğlum. İnsanların duyguları, düşünceleri ayak bileği hizasına indi. Artık uzun uzun düşünmeye gerek kalmıyor bir sözü söylemeden önce. Haddeden geçmese de, yamru yumru olsa da bir şey değişmiyor. Dinleyenlerin de bu sözleri değerlendirecek bir derinlikleri yok çünkü.
Canım oğlum,
Mektuplar düşünülerek yazılırdı. Kelimeler özenle seçilir, hangi kelimenin hangi kelimeden, hangi cümlenin hangi cümleden sonra geleceği önem taşırdı. Samimiyetin ve derinliğin belgeleriydi onlar. Bir hitap tarzı, bir anlatım estetiği, bir kurgu zarafeti taşırlardı. Cep telefonlarının tuşlarına üç defa basıp tek bir harf yazmaya başlayınca, üç cümleyi arka arkaya yazamaz olduk. Aslında üç cümlemiz de yoktu. Üreticiler tabiî ki biliyorlardı bunu.
Canım oğlum,
Yıllar boyu heyecanla çantalarını yüklenip, heyecanlandıran postacılar, heyecanlarını kaybetmişlerdi. İnsan kredi kartı ekstrelerini, telefon faturalarını, noter ve mahkeme bildirimlerini taşımaktan neden heyecan duysun! Bu yüzden postacılar taşıdıkları faturaları, apartmanların girişine bırakmak için hep tenha saatleri seçer olmuşlardı.
Canım oğlum,
Üç ay sonra iki buçuk yaşında olacaksın. Sabahları işe gitmemem için çantamı sakladığını, her sabah seni uyandırmamak için parmaklarımın ucuna basa basa evden kaçtığımı, yakalandığımda “attaya değil işe gidiyorum” diye seni ikna etmeye çalıştığımı, bunun üzerine “atta” kelimesini defalarca söyleyerek beni yıldırdığını ve işe suçluluk duygularıyla gitmemi sağladığını bilmeni istedim. Bir keresinde ayakkabımı giyerken ayağıma bir şeyin battığını hissedip baktığımda içinde bir çatal bulmuş, bunun senin mûzipliğin olduğunu anladığımda önce gülümsemiş, sonra senden ayrılmamı engelleme çabaların ağlatmıştı beni. Oğlum, sen öğretmiştin babalığın işten önemli olduğunu.
Canım oğlum,
Sana büyüyünce ne olacaksın diye sormadım henüz. Çünkü daha dilin dönmüyor. “İyi misin?” sorumu bile “İyi miyim miyim?” diye cevaplıyorsun. O kadar sevdim ki bu ifadeni. Bana “Nasılsın?” diye soranlara artık “İyi miyim miyim” cevabını veriyorum. Cevap içinde bir soruyu barındırıyor. Tereddüt var, belki de ironi. Tabiî sen şimdi ironi kelimesi için sözlüğe bakmayacaksın değil mi?
Canım oğlum,
“Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorduğumda umarım “Doktor”, “Mühendis” gibi cevaplar vermezsin. “Büyüyünce postacı olacağım” desen nasıl sevinirdim. Senin zamanında postacılar olacak mı, bilmiyorum. Şimdi bile yerlerini yavaş yavaş kargo şirketlerine bırakmaya başladılar. Belki de gazetede birkaç gün önce okuduğum haberi onlar da okumuş, bu yüzden küsüp terk etmişlerdir bizi.
Canım oğlum,
Bu olay iyi ki bizim ülkemizde olmadı. Yoksa üzüntüm bir kat daha artardı. Amerika’da yaşayan emekli elektrikçi William Crutchfield borçları nedeniyle evine haciz geleceğini anlayınca, çareyi suç işleyip hapse girmekte buldu. Böylece sokakta kalacağına ömür boyu hapishanede yaşayacak, 3 öğün yemeğini yiyecekti. Ancak Crutchfield kurban olarak 28 yıldır evine postasını getiren Earl Lazenby’ı seçmiş ve postacısına 7 el ateş ederek onu ağır yaralamıştı. “Benden ne istedi anlamadım!” diye feryat etti postacı. “Beni niye vurdu!”
Canım oğlum,
Büyüdüğünde okuman için bu mektubu yazdım. Mektupsuz bir zamanda, bir baba mektubundan mahrum kalma istedim. Sana bir de baba öğüdü: Postacılara ateş açılan bir dünyada yaşadığını asla unutma!
Alnıtıdır.
YORUMLAR
Apple sirketinin yöneticisi vefat edince netin bizleri ne kadar tembellige sürükledigi arastirmalari yapilmaya baslandi,aileler birlikte olma acilarini gittikce aciyorlar...eskiden biz büyüklerimizle oturup onlarla vedalasir gece yatardik simdi ise herkes birbirine yabanci gibi büyüyor cogu evlerde..herkes birbirinin huyunu mimiklerini ve ne tepki verecegini bilirdi...simdi ise... ya öylemi denliyor yakini icin bisey dendiginde,bizler iyi kötü büyüklerimizin bize anlattiklari ile büyüdük ve bi sekilde hayatlarimiz farkli yerlere götürsede bizi beynimizin hippokampusunda olanlari zaman zaman aniyor uyguluyor yada dile getiriyoruz...ya simdiki gencler :((((((( Teknoloji nin gelismedigi bir ortamda herseyi yerli yerinde yasadim sükür ama benden sonraki kusak hic cocuk olmadi hic delikanlilik yasamadi ve hic büyüyemedi... her zaman savunuyorum yinede savunucam...teknoloji bir cok seyi aldi bizden Ahlaki degerlerimiz zedeledi...biz annemize babamiza simdi vaktim yok asla demedik...ama simdiki gencler diyor maalesef..Artik randevulasir olduk cat kapi anne yada oglum kizim yok :((((((((
saygilar.
Çok şanslıymışsın babacığım... senin yaşadığın yıllarda yaşayıp o dönemde var olan sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olmayı çok isterdim. yada gönüllü çevreci kuruluşlarda...
Sen mektubunda yazmamışsın ama senin zamanında arabaları bile sokakta hortumla bol su ile yıkıyor, bahçeleri sulyabiliyorlarmış..inanamıyorum babacığım..Sizin zamanınızda doğalgaz petrol için savaşlar olurmuş...şimdi ben su için savaşan bir dünyada yaşıyorum..Keşke mektubunda bana yağmurları anlatsaydın babacığım..
Senin zamanında yıllar belirlermiş yaşlılığı.. amcayı dedeyi.. şimdi insanlar 20 yaşında iken 70 görünüyor babacığım.. susuzluk, mineral yoksunu bedenler erken yaşta buruşuyor ..keşke bana ormanları anlatsaydın babacığım..
Duş almak nedir baba.. rivayet değil değilmi? yani sizler suyla temizleniyormuşsunuz..doğrumu babacığım.. keşke bana hamamlardan bahsetseydin..
haa.. babacığım birde gönderdiğin mektubun aynısından bazı arkadaşlarımda da var..neden baba ..neden? keşke bana babam olarak kendi kaleminden bir mektup gönderseydin ..:)
Bize bıraktığınız bu dünya için şükrediyoruz babacığım..inanıyoruz ki elinizden gelenin en iyisini yaptınız..!!!!!
postacı geldi de gitti günaydın. bu dünya böyledir insanlar sahip çıkmazlar lakin şikayet etmektende gei durmazlar. Yazan arkadaş sağolsun güzel yazmış neye yarar kendiside insanları avutan öğüten bu değirmene su taşıdığının farkındamı acaba bu güzel şeyleri söylemek güzelde ne işi var gamyumda postacının yollarını gözleseya kendisi evet dostlar kimse kızmasın aslında hepimizin payı var payına düşen bişeyler var lakin dedimya bilgisayar başında oturarak değiştirecek pek bişemiz yok sağlıcakla kalın dostlar
yeter artik herseye negatif bakmakla elinize ne geciyo bi anlasam..
saygilar...bide sevgiyle kalsaniz ne güzel olurdu :(((((