HAYALLERLE GELEN GERÇEKLER
12 Ekim 2011, 03.31 A- A+Hepimizin hayal dünyası mutlaka vardır. Birçoğumuzu hayaller kurmak mutlu eder. Beynimizde gerçekçilikle hayalperestlik kavramlarının çakıştığı gizemli bir nokta söz konusu… Bazı pencerelerden rastlantısallık barındırmayan gerçeklerin yansıyabildiği gibi, bazılarından tesadüfler üzerine kurulu hayallerle çevrili aktarımlarda yansıyabilir. Ya da her iki pencereden bakmayı başarabilen insanlarda vardır. Ki bence her iki pencereden bakabiliyorsak eğer, iç dünyamızın sınırsız olacağı düşünüyorum.
Elbette her olguya mantık çerçevesinde yaklaşmalıyız. Ancak mantık nedir? Bu sorunun cevabını çözebilmiş olan var mı? Her zaman mantıklı davranabileceğimizin kesinliği yok. Ama şuna inanıyorum, mantıklı nedenler yalnızca ama yalnızca gerçek sevgilerin gizemli denkleminde bulunabilir.
Ruhu, her geçen gün hastalanan bir dünyanın içinde barınıyoruz. Kendimizi bir doktor gibi düşünecek olursak eğer, doğru teşhisi yapıp uygun reçeteyi yazmamız lazım.
Çocukken hepimiz daha mutluyduk. Öyle değil mi? Bunun nedenlerini hiç düşündünüz mü? Elbette her şeyin farkında değildik. Kötülükleri bilmiyorduk. En önemlisi hayallerimiz vardı.
Yıllar önce ergenliğe geçiş döneminde yaşadığım bazı problemlerim olmuştu. Annemle bunları paylaşıp, ne zaman geçeceğini sormuştum. ‘’ Artık büyüdün kızım. Bu problemleri her zaman yaşayacaksın’’ demişti. Annemin verdiği bu cevabın bilgeliğini sonrasında daha iyi anladım. Haklıydı. Artık büyümüştüm ve bu problemlerle baş edebilmeliydim. Ama nasıl?
Yaşımız büyüdükçe hayallerimiz küçülüyordu. İlk olarak bunu fark ettim. Hedefler bile hayallerle besleniyorsa büyüyüp yayılabilirdi. Bunu göz ardı eder olmuştuk. Yoksa artık hayal kurmaktan korkuyor muyduk? Realist yapımızı bir köşede bırakalım demek istemiyorum. Sadece realistlikle hayallerimizi aynı derin sularda yüzdürmekten söz ediyorum.
Bu nasıl mı olur? Aslına bakılırsa buna tam bir çözüm bulabilmiş değil-‘’DİM’’.
Onunla tanışmıştım. Adlandırılamamış hastalığının pençesinde yok olmaya başlamıştı. İyileşemeyeceği söyleniyor ancak kabullenmiyordu. Ümitlerinin yok olmaya yüz tuttuğu zamanlarda, sevgisine sığındı. Dünyayı sarıp sarmalayacak o mucizevi sevgisine… Bu yeri geliyor tabiata, insanoğluna ve inançlarına olan sevgisiyle yer değiştiriyordu.
İlk tanının üzerinden yıllar geçmişti. Hastalığını tamamen yenememiş ancak kabullenip, hastalığıyla yaşamayı öğrenmişti. Bu durum artık ne kendisini ne de çevresini eskisi kadar etkilemiyor ve üzmüyordu.
Bir gün sohbetimiz esnasında bunca zorluğun üstesinden nasıl geldiğini sordum. Bana ilginç bir örnek vermişti. ‘’ Bazen tükenmeye yüz tuttuğum anlarda, ruhum bedenimden sıyrılıp gökyüzüne süzülürdü. Başımı aşağı eğip baktığımda gördüklerimi kendimden soyutlarcasına, aşağıda gördüğüm kişi ben değil de bir başkası diye düşünürdüm. Olayları daha objektif görebilmemi sağlardı. Kendimle dertleşir, tavsiyelerde bulunurdum. Çıkış noktaları yakalamaya çalışırdım. Bir süre sonra tüm gerçeklerle yüzleşip, bunlarla aynı çatı altında yaşayabilmeyi öğrendim. En büyük desteğim hayallerim ve sevgimdi. Aynanın öteki yüzünü görebilmek gibi… ‘’
Bu ilginç sohbetimiz üzerine epeyce düşündüm. Kendime, ‘’neden olmasın?’’ dedim. Her şeyin üstesinden gelebilmek kendi elimizde değil miydi? Elbette bunun cevabı ortadaydı. Bazen hayallerimize , inançlarımıza, hedeflerimize, sevgimize sığınırız. Onların desteğiyle tökezlediğimiz yerden kalkıp, daha güçlü adımlar atarız. Ben buna inanıyorum. Ya siz?
YORUMLAR
Öfkemiz, şiddetimiz, zayıflığımız, gücümüz ,kahkahamız, gözyaşımız ,geçmişimiz ,geleceğimiz ,yorgunluğumuz ,enerjimiz hayatın ta kendisi işte...
Hamd'ı ve şükrü anı'mızdan uzaklaştırmadığımız sürece ne ayağa kalkmamamız mümkün , ne de olumsuz düşünerek empati'den uzak yaşamamız..
Teşekkürler
Gayet açık ve net sanırım. Hayal kurmak biz insanların arzu ve isteklerinin çokluğundan kaynaklanıyor. Yetinmesini bilmiyoruz. Biraz elimizdekilerin değerini bilelim. Belkide o zaman boş hayallerin peşinde koşmaktan vazgeçer, elimizdekiler ile hayatımızı bir düzene sokarız.
Aradığımız güç,ışık,inanç,hayal,hedef,sevgi...herneyse artık onun adı,nasıl isimlendirirsek içimizde..İçimizde olmasına içimizde de bunu farketmemiz esas konu sanırım.Hani sende değinmişsin ya teşhis-tedavi ikilemesinin önemine.Kendimizle ilgili teşhisi yapmak konusunda çoğu zaman geç kalıyoruz,hal böyle oluncada tedaviye geçme şansımız olmuyor,yazıda anlattığın örnekteki gibi insanın kendi kendine ''terapi'' yapabilmesi hayat maratonun da 1 adım öne çıkmasını sağlıyor.
Yazıda bir yere ayrıca takıldım,belirtmeden geçmiyeyim:).''Çocukken hepimiz daha mutluyduk. Öyle değil mi? Bunun nedenlerini hiç düşündünüz mü? Elbette her şeyin farkında değildik. Kötülükleri bilmiyorduk. En önemlisi hayallerimiz vardı.''demişsin.Çocukken tabiki mutluyduk,çünkü mutlu olmak için yeterli olan tek şey masumiyet.Her çocuk masumdur dimi?.Ne zaman çocukluk bitiyor,masumiyetimizi de teslim ediyoruz.Kötülükleri öğreniyoruz.Hani kimimiz deriz ya ''içimdeki çocuğu yaşatıyorum'' diye.İşte o içimizdeki çocuğu yaşattığımız anlarda masumlaşıyoruz ve hayallerimiz tekrar devreye giriyor.Çok uzun yazdım yeter bu kadar:).Yine harika bir konu ve konuya uygun bir yazıydı...