Blog mu? O da ne?
07 Aralık 2011, 15.02 A- A+
Yıllardır ilk çıktığı andan beri, neredeyse her bilgisayar dergisini
almışımdır. İlk aldığım Macintosh dergisiydi. Sayfalarını şöyle tek tek
çevirip okumaya başlayınca, neredeyse yüzde doksanbeşini anlayamadığımı
farketmiş, her ilgimi çeken yazıyı biraz da olsa anlayabilmek için, bir
kaç kez okumak zorunda kalmıştım. Yinede anlayamadığım o kadar çok cümle
oluyordu ki, korkuya kapılmıştım. Ancak merakım daha da artmıştı ve
ondan sonrada artarak devam etti. Şimdi Anlayamadığım bilgi yok denecek
kadar az. O dergilere çok şey borçluyum...
Peki bu konuya niye girdim? Sanırım 5 yıl kadar önceydi. Yine derginin birini okurken 'Blog' diye bir kelime görmüştüm. İlk etapta o kadar zor gelmişti ki, ama bir ay sonra muhteşem bir blog sayfam vardı. Belli kodları istediğim yere yerleştirebiliyor, bazılarını da ben yazıyordum. Her gün bir konuda yazıyordum. Bu bana çok şey öğretmişti. Öğretmen olmama rağmen, farkına varamadığım bazı detayları yakalamaya başlamıştım. Komposizyon tekniklerini uygulamaya çalışmak bir yana, defalarca gözden geçiriyor, her detaya ve yazım kurallarına uymaya çalışıyordum. Çünkü çok kişinin okuduğunu biliyor ve okuyucuya olan saygım yüzünden de olabildiğince dikkatli davranmaya çalışıyordum. Sadece yazıyı yazmıyor, aynı zamanda o konuyla ilgili güzel bir söz buluyor, sonunda da kıssadan hisse gibi bir sonuçla bitiriyordum.
Böylece sanal diye pek dikkate almadığımız bu alemde yüzlerini görmediğim ama neredeyse çok yakından tanıdığım, ülkenin dörbir yanından bir çok dostum oldu. Hala bir çoğuyla mesajlaşıyoruz. Arkadaş sayım o kadar artmıştı ki, her yazıma çok sayıda yorum yazılıyordu. Bir örnek vermek açısından, bir yazımı 4000' e yakın kişi okumuştu.
Öte yandan bu işin bazı zorlukları da vardı. Bir kere yazıma yorum yazanların hepsinin blogunu ziyaret edip ben de onlara yorum yazıyordum. Hepimiz birbirimizin halini hatırını soruyor, yakınlarımıza selamlar gönderiyor ve belli sorunları tartışıyorduk. Sanki aynı sokakta yaşayan komşular gibi olmuştuk. Bir ara bu okadar çok zamanımı almaya başladı ki neredeyse günün 5 - 6 saatini buna ayırmaya başlamıştım. İki gün yazı yazmasam ya da birilerini ziyaret etmesem, "Ne oldu? Yoksa hasta filan mısınız?" gibi mesajlar geliyordu. Sanki her gün köşe yazısı yazmakla zorunlu köşe yazarları gibi olmuştum. Bu işi hobi olarak yapmanın zorluğunu ancak o zaman anlamaya başlamıştım...
Baktım olacak gibi değil, blog sayfamı küçülttüm, tüm yazılarımı sildim ve küçük bir yazıyla artık bundan sonra yazamayacağımı bildiren kısa bir yazı yazıp bıraktım. Sadece bayramlarda ve önemli günlerde kısa kısa notlar yazmaya başladım. Daha sonra da tamamen bıraktım. Sayfam hala duruyor. Bırakmak zorunda kaldığım için hala üzülürüm ama başka çaresi de kalmamıştı....İnanır mısınız, hala beni arkadaş listesine ekleyenler ve ne zaman yazı yazmaya başlayacağımı soran dostlarım var. Ben de bazen onları şöyle bir ziyaret ediyorum. Paylaşımın güzelliğinin ve ne kadar değerli olduğunun sonucu bu. Sevgiyle kalın.
Peki bu konuya niye girdim? Sanırım 5 yıl kadar önceydi. Yine derginin birini okurken 'Blog' diye bir kelime görmüştüm. İlk etapta o kadar zor gelmişti ki, ama bir ay sonra muhteşem bir blog sayfam vardı. Belli kodları istediğim yere yerleştirebiliyor, bazılarını da ben yazıyordum. Her gün bir konuda yazıyordum. Bu bana çok şey öğretmişti. Öğretmen olmama rağmen, farkına varamadığım bazı detayları yakalamaya başlamıştım. Komposizyon tekniklerini uygulamaya çalışmak bir yana, defalarca gözden geçiriyor, her detaya ve yazım kurallarına uymaya çalışıyordum. Çünkü çok kişinin okuduğunu biliyor ve okuyucuya olan saygım yüzünden de olabildiğince dikkatli davranmaya çalışıyordum. Sadece yazıyı yazmıyor, aynı zamanda o konuyla ilgili güzel bir söz buluyor, sonunda da kıssadan hisse gibi bir sonuçla bitiriyordum.
Böylece sanal diye pek dikkate almadığımız bu alemde yüzlerini görmediğim ama neredeyse çok yakından tanıdığım, ülkenin dörbir yanından bir çok dostum oldu. Hala bir çoğuyla mesajlaşıyoruz. Arkadaş sayım o kadar artmıştı ki, her yazıma çok sayıda yorum yazılıyordu. Bir örnek vermek açısından, bir yazımı 4000' e yakın kişi okumuştu.
Öte yandan bu işin bazı zorlukları da vardı. Bir kere yazıma yorum yazanların hepsinin blogunu ziyaret edip ben de onlara yorum yazıyordum. Hepimiz birbirimizin halini hatırını soruyor, yakınlarımıza selamlar gönderiyor ve belli sorunları tartışıyorduk. Sanki aynı sokakta yaşayan komşular gibi olmuştuk. Bir ara bu okadar çok zamanımı almaya başladı ki neredeyse günün 5 - 6 saatini buna ayırmaya başlamıştım. İki gün yazı yazmasam ya da birilerini ziyaret etmesem, "Ne oldu? Yoksa hasta filan mısınız?" gibi mesajlar geliyordu. Sanki her gün köşe yazısı yazmakla zorunlu köşe yazarları gibi olmuştum. Bu işi hobi olarak yapmanın zorluğunu ancak o zaman anlamaya başlamıştım...
Baktım olacak gibi değil, blog sayfamı küçülttüm, tüm yazılarımı sildim ve küçük bir yazıyla artık bundan sonra yazamayacağımı bildiren kısa bir yazı yazıp bıraktım. Sadece bayramlarda ve önemli günlerde kısa kısa notlar yazmaya başladım. Daha sonra da tamamen bıraktım. Sayfam hala duruyor. Bırakmak zorunda kaldığım için hala üzülürüm ama başka çaresi de kalmamıştı....İnanır mısınız, hala beni arkadaş listesine ekleyenler ve ne zaman yazı yazmaya başlayacağımı soran dostlarım var. Ben de bazen onları şöyle bir ziyaret ediyorum. Paylaşımın güzelliğinin ve ne kadar değerli olduğunun sonucu bu. Sevgiyle kalın.
YORUMLAR