Armut Piş Ağzıma Düş...
07 Şubat 2012, 22.18 A- A+
Bir kimyacı arkadaşımla bugün bir sohbet esnasında kelam cama geldi. Arkadaşım camın temel maddelerinin kum, soda ( sodyum) ve kireç olduğunu, yüksek ısıda bir araya geldiklerinde cam elde edildiğini söyledi. Peki kim, nasıl ve neden bu üç maddeyi karıştırıp, eritmeyi düşündü acaba ?
Rivayete göre Fenikelilere ait bir gemi karaya oturmuş. Karada oturabilmek için gemide yer alan bir tür sodyum bileşiminden oluşan kalıplardan yararlanmayı düşünmüşler. Yemek için ateş yaktıklarında ateş bu kalıpları eritmiş. Kumla karışan sodyum bileşiği sıvı cam olarak akmaya başlamış. Yani insanoğlu camı arayarak bulmamış, kazayla bulmuş..
Birde biz Türklerden örnek verelim. Bize ait olan yoğurt bir göçebelik mucizesi imiş. Kaynayan süte bir adet keçi pisliği atarsanız süt yoğurt olur. Yani bizim icadımız olan yoğurt kazayla meydana gelmiş.
Birde kola var. Kola ilk olarak mide şurubu olarak icat edilmiş. Ancak mide ağrısına iyi gelmediği anlaşılmış. Ama artık milyonlarca müptelası varmış.
Son olarak kauçuk nasıl bulunmuş onu paylaşalım. Charles Goodyear, yılar boyunca sıcakta ve soğukta bozulmayan lastik üretmeye çalışmış. Bir gün kaza eseri lastik ve sülfür karışımı soba üzerine düşmüş ve ısı karışımı kömürleştirmiş. Bu karışımla da otomobil lastiği ve ayakkabı tabanında kullanılan vulkanize kauçuk elde edilmiş.
Tüm bunlardan sonra gelelim insanoğluna. Demek ki hayat böyle. İnsanoğlu aradığını çoğu zaman bulamamış, bir şeyler ararken genelde farklı şeyler bulmuş.
“Böylesi daha güzel değil mi? Her aradığımızı bulamamak hayatı daha çekici kılmaz mı? Hayat sürprizlere gebe olmasa, tek düze olsa hayatımız nasıl olurdu acaba ?
Ne demek istediğimi anlatabilmek için birden şu geldi aklıma. Örneğin, hemen hemen her erkek evlenmek için zengin, kültürlü ve güzel olan bayan arar. Eeee, herkes aradığını bulmuş olsaydı çirkinler nerde istihdam edilecekti :) Tabiî ki bayanlar içinde aynı durumun söz konusu olduğu düşünülebilir.Yani her aradığını bulamamak hayata renk katmakta ve monotonluktan bizi çıkarmakta. Kaç kişi sevdiğini rastlantı sonucu bulmuştur değil mi hayatta?”
Tekrar dönelim işin özüne. Tamam insanoğlu birçok şeyi şans eseri bulmuştur. Ama her şey rastlantı sonucu ortaya çıkmış olabilir mi? Tabi ki hayır. Demek ki her şeyi şansa bırakmamak lazım. Zaten belirtmeye çalıştığım gibi bir çok şey başka şey aranırken bulunmuş. Ama toplumumuza baktığımız zaman saldım çayıra mevlam kayıra durumu söz konusu. Bir şey bulmaya çalıştığımız yok ki şans eseri de olsa başka bir şey bulalım. Yıllardır şunu duymayan var mı? “ Ya, bizim üniversitelerimizden dünya da ilk bilmem kaç binde bile olan yokmuş! “. Olmaz tabi, icat etmeyi sevmiyoruz biz. Beynimizi boş işler ile meşgul ediyoruz.
Ama gururluyuzdur da. Kendimize avuntular bulmakta üzerimize yoktur. Mesela, NASA ‘ da şu kadar Türk varmış diye övünürüz.
- Bu Türklerin adı nedir Allah aşkına bilen varsa söylesin? Ya da böyle Türkler var mıdır?
- Bu kurumda çalışmak bu kadar önemli ise NASA’ da çok önemli değil midir ? Öyle ise başkalarının önemli kurumunda çalışmak neden bu kadar övünç kaynağı onu da anlamış değilim.
- Sakın bu arkadaşlar NASA yı masa diye anlayıp masa başı iş bulduk diye gitmiş olmasın?
Haa, birde şu var! Buna da hastayım. Millet olarak hep sona kalmaya mecbur olduğumuzu hissediyoruz sanırım. Bir şeyi ilk denemeye korkuyoruz çoğunlukla. Örneğin, henüz bakir olan bir iş dalıyla ilgili bir öneri bize sunulduğunda cevap genelde “…Yok be abi, milletin enayisi biz miyiz? Bu işte ekmek olsa bizden önce yapan olurdu…” olmuyor mu? Sonra elalem bu işten para kazanmaya başladığında “ Adama bak ya, malı götürdü. “ veya daha ileriye giderek “ Bu işe nasıl girdi abi, işin içinde iş var. Kara para mı aklıyor ne…” gibi saçma sapan cümlelerle cesaretsizliğimizi örtbas ediyoruz.
Uzun lafın kısası! Hayatta şans eseri dahi bir şeyler bulmak için en azından başka bir şey arıyor olmak lazım. Kimsenin kafasının bizden fazla çalıştığı yok, ama birçok millet bizden daha çalışkan, arada ki tek fark bu. O zaman bence sanal olan “ NASA daki Türklerle avunmak “ yerine çalışmak lazım. Çalışalım ki şansta yanımızda olsun.
Rivayete göre Fenikelilere ait bir gemi karaya oturmuş. Karada oturabilmek için gemide yer alan bir tür sodyum bileşiminden oluşan kalıplardan yararlanmayı düşünmüşler. Yemek için ateş yaktıklarında ateş bu kalıpları eritmiş. Kumla karışan sodyum bileşiği sıvı cam olarak akmaya başlamış. Yani insanoğlu camı arayarak bulmamış, kazayla bulmuş..
Birde biz Türklerden örnek verelim. Bize ait olan yoğurt bir göçebelik mucizesi imiş. Kaynayan süte bir adet keçi pisliği atarsanız süt yoğurt olur. Yani bizim icadımız olan yoğurt kazayla meydana gelmiş.
Birde kola var. Kola ilk olarak mide şurubu olarak icat edilmiş. Ancak mide ağrısına iyi gelmediği anlaşılmış. Ama artık milyonlarca müptelası varmış.
Son olarak kauçuk nasıl bulunmuş onu paylaşalım. Charles Goodyear, yılar boyunca sıcakta ve soğukta bozulmayan lastik üretmeye çalışmış. Bir gün kaza eseri lastik ve sülfür karışımı soba üzerine düşmüş ve ısı karışımı kömürleştirmiş. Bu karışımla da otomobil lastiği ve ayakkabı tabanında kullanılan vulkanize kauçuk elde edilmiş.
Tüm bunlardan sonra gelelim insanoğluna. Demek ki hayat böyle. İnsanoğlu aradığını çoğu zaman bulamamış, bir şeyler ararken genelde farklı şeyler bulmuş.
“Böylesi daha güzel değil mi? Her aradığımızı bulamamak hayatı daha çekici kılmaz mı? Hayat sürprizlere gebe olmasa, tek düze olsa hayatımız nasıl olurdu acaba ?
Ne demek istediğimi anlatabilmek için birden şu geldi aklıma. Örneğin, hemen hemen her erkek evlenmek için zengin, kültürlü ve güzel olan bayan arar. Eeee, herkes aradığını bulmuş olsaydı çirkinler nerde istihdam edilecekti :) Tabiî ki bayanlar içinde aynı durumun söz konusu olduğu düşünülebilir.Yani her aradığını bulamamak hayata renk katmakta ve monotonluktan bizi çıkarmakta. Kaç kişi sevdiğini rastlantı sonucu bulmuştur değil mi hayatta?”
Tekrar dönelim işin özüne. Tamam insanoğlu birçok şeyi şans eseri bulmuştur. Ama her şey rastlantı sonucu ortaya çıkmış olabilir mi? Tabi ki hayır. Demek ki her şeyi şansa bırakmamak lazım. Zaten belirtmeye çalıştığım gibi bir çok şey başka şey aranırken bulunmuş. Ama toplumumuza baktığımız zaman saldım çayıra mevlam kayıra durumu söz konusu. Bir şey bulmaya çalıştığımız yok ki şans eseri de olsa başka bir şey bulalım. Yıllardır şunu duymayan var mı? “ Ya, bizim üniversitelerimizden dünya da ilk bilmem kaç binde bile olan yokmuş! “. Olmaz tabi, icat etmeyi sevmiyoruz biz. Beynimizi boş işler ile meşgul ediyoruz.
Ama gururluyuzdur da. Kendimize avuntular bulmakta üzerimize yoktur. Mesela, NASA ‘ da şu kadar Türk varmış diye övünürüz.
- Bu Türklerin adı nedir Allah aşkına bilen varsa söylesin? Ya da böyle Türkler var mıdır?
- Bu kurumda çalışmak bu kadar önemli ise NASA’ da çok önemli değil midir ? Öyle ise başkalarının önemli kurumunda çalışmak neden bu kadar övünç kaynağı onu da anlamış değilim.
- Sakın bu arkadaşlar NASA yı masa diye anlayıp masa başı iş bulduk diye gitmiş olmasın?
Haa, birde şu var! Buna da hastayım. Millet olarak hep sona kalmaya mecbur olduğumuzu hissediyoruz sanırım. Bir şeyi ilk denemeye korkuyoruz çoğunlukla. Örneğin, henüz bakir olan bir iş dalıyla ilgili bir öneri bize sunulduğunda cevap genelde “…Yok be abi, milletin enayisi biz miyiz? Bu işte ekmek olsa bizden önce yapan olurdu…” olmuyor mu? Sonra elalem bu işten para kazanmaya başladığında “ Adama bak ya, malı götürdü. “ veya daha ileriye giderek “ Bu işe nasıl girdi abi, işin içinde iş var. Kara para mı aklıyor ne…” gibi saçma sapan cümlelerle cesaretsizliğimizi örtbas ediyoruz.
Uzun lafın kısası! Hayatta şans eseri dahi bir şeyler bulmak için en azından başka bir şey arıyor olmak lazım. Kimsenin kafasının bizden fazla çalıştığı yok, ama birçok millet bizden daha çalışkan, arada ki tek fark bu. O zaman bence sanal olan “ NASA daki Türklerle avunmak “ yerine çalışmak lazım. Çalışalım ki şansta yanımızda olsun.
YORUMLAR
Güzel yazını okuyunca bunları yazmak geldi içimden..Kusura bakma kardeşim...
Saygılarımla...
Ferrari 1947 yılında kurulmuş bunun gibi daha onlarca marka araba bizde suan bile yerli oto yok hala üzerinde çalışıyolar çok acı. Bize gerileme dedelerimizden miras galiba elinde tutamama nımetlerin kadrini bilememe ve sefahat düşkünlüğü 7 kıtaya nam salan osmanlıdan gerıye kalan kara parcasına bakın burnumuzun dibindekı adalar bile yunanıstana verilmiş anlaşmalar gereği.
Milliyetciliye geldimi kimseye fırsat vermeyiz yada içimizde yasayan azınlıkların hakkına saygı göztermeyiz ama konuşmaya geldimi de hepimiz kardeşiz.
Mehmet Akif Avrupa seyehatinden döndüğünde
Dönüşte Avrupalıları nasıl buldunuz? diye sorarlar
Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi diye cevap vermiş
Aradan neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen, hâlâ durumumuz aynı değil mi?
uzun zamandır okudugum en kaliteli paylasımlardan biri olmus tebrik ederim sizi..
Çinlinin birine demişler ki, falanca yerde bir iş var ama kimse yapamadı, sen yapar mısın?Çinli az düşünmüş sonra demiş ki, ulen kimse yapamadıysa bunu ben yapmalıyım.
Arabın birine demişler sonra. Falanca yerdeki iş çok önemli kimse yapamadı sen yaparmısın diye. O da az düşünmüş sonra ellerini kaldırıp; ya Habibi kimse yapamadıysa ben nasıl yapayım.
Blogu ilk okuduğumda hemen bu geldi aklıma. Boş boş övünmeyi sevsekte, ben yine de bize tuttuğun aynadaki bizi seviyorum:)
Haa bu arada günde yarım kilo yoğurt yiyen biri olarak, yoğurdu da yabana atmayalım derim. Faydaları saymakla bitmez dimi:)
Güzel ve eğlenceli bir blog olmuş:)
ipli jetonu kim buldu? yaaaa öyle şaşırırsınız işte...
polis kontrolünden hemen önce kendinden bağlanan emniyet kemerini de bir türk bulacaktır
sonra elektirik sayacı durduracağı falan
öğrendim ki işine geldiğinde bir Türk ü kimse tutamaz.İşine gelmez o ayrı
Hile hurda işlerinde kimsenin sarfedemeyeceği enerjiyi sarf eden yine bir türk tür.
bir de ahşaptan yangın merdiveni yapmışlar en son, bu konuda tıps
Ama asrın fikri seyyar overlok araçlarını bilmeyeniniz yoktur. Adamlar overlok makinasını hanımların ayağına getirdi be. Daha da bir şey söylemiyorum.
Eğitimciler daha iyi bilir gerçi , ezbere fazla dayalı bir eğitim veriliyor . Burada 3. sınıf öğrencileri inanın yurtdışındaki yaşıtlarının 9. sınıfta görecegi dersleri hatmediyor, ama içi dolu degil , tut aklında -unut gitsin türünde. Mesela , Ingiltere ' de Mimarlık okumak için başvurduğunuz bir üniversite sizi çağırdığında şöyle bir şey yapabiliyor ;
Gözlerinizi birisi bağlayıp tekerlekli sandalyeye oturuyorsunuz , fakülteyi gezdiriyor size o kişi . Sonra diyorlar , şimdi de siz onu gezdirin... Sınavda şu isteniyor sizden ;
Duyduklarınızı , hissettiklerinizi , kokladığınız havayı ÇİZİN :) Daha size ait çalışmalar yaptırılıyor , kişisel gelişiminiz ve eğitim yönlendirmeleriniz daha size göre oluyor . Sonra özgüven , sonra çalışma alanlarınız çok . Bizim burada ise ezber bildikleri şeyler ile sınava giriyor çocuklar , gelen puana göre işte . Kaç metre kumaş varsa , ondan bir şey dikilmeye çalışılıyor . Bazen takım elbise ( imkanlar elverişliyse o da ) bazen de el kadar yelek :(
Yazdığınız bir çok hususa gönülden katılıyorum.Bu durumun salt eğitimdeki eksiklerden (ve tabi ki gereksiz bilgilerden) kaynaklandığını da düşünmüyorum.Git gide hazırcı bir toplum haline dönüşüyor olmamız son derece yerinde bir tespit.
Buluş yapan insanların hor görüldüğü,ciddiye alınmadığı,"zihni sinir" muamelesinin yapıldığı bir toplumda farklı bir sonuç beklemek hayal olur düşüncesindeyim.