"Ölümsüz olmak isterdim".
11 Mart 2012, 05.14 A- A+
Çok sevdiğim film olan İncir Reçelinin bir repliğinde, "Ölümsüz olmak isterdim" diye bir söz vardır...
İnsanın var oluş sebebi olan ölüme, bir göz kırpırtısı kadar yakın iken, kalp atışı kadar uzaklaştırmaya çabalamak saçma.Fakat bir yandan saçmalığın içine adım atarak, ölümsüz olmak isteyişimi dile getireyim. Eksik kalan harflerin bütünlüğüne doyamıyorum ve inanın, eşsiz bir müziğe mırıldanırken, daha çok şey yaşanacak deyip, ölüme göz kırpabiliyorum. Biliyorum, herkesin biriktirdiği günah ve sevapları, yine kendi bedenleri ile taşıyıp yanında gömeceği bir topraktan var olduk. Sulandıkça yeşeren bedenlere sahipiz. Ama sululuğu, göz damlalarına armağan etmişiz. Yağmurdan habersiziz. Bilsek bulutların neden bir araya geldiğini ve anlasak gök gürültüsünün sebebini, hiç üzer bilir miyiz bedenleri ? Bir ruhun temizliği kadar, çamura batmış ayaklarıda var. Hiç sorduk mu kendimize, neden titriyor ufaklığın elleri?... Bir yaşamdan, bir yaşama adım atmak için sarf ettiğimiz emeklemelerimiz, bir gün koşar adım olarak karşımıza çıkacak. Sordum kendime, emeklemeden önce. Ve sonrasında, koşabildim mi, elleri duaya yüz tutmuş yanaklara ?..
"Hayat mücadelesini tek başına vermeye çalışan bir yavru kedi düşünün. Ve düşüncelerinize ek olarak, açlığı, soğukluğu, bir nasihat'ı ekleyin. Bir de, yanına bir lokmanın vermiş olduğu helal kadar narin, boğazından haramın tek bir kelimesini geçirmeyecek kadar, yalnızın içinde yalnız, yalnız ile yalnız kalan bir yalnız çocuk düşünün. Ve şimdi uyanın rüyadan, bir el var ki, yırtık ceplere konmuş, ısınsın diye. Hava soğuk, neredesin küçük çocuk!.."
Ufak bir çocuğun, abicim nasılsın deyişinden esinlenerek yazmaya çalıştığım blogu, kimileri konu başlığı ile alakasız bulabilir hatta ve hatta kimileri hiç anlayamayabilir. Ben, sarhoş kafa ile ,sıcak bir çorbanın cila üzerine cila yapış zevkini çıkartmaya yüz tutarken, elleri cebinde titreyen o çocuk! nasılsın abicim sözü ile, nasıl olduğumun sorusunu bana sordu. Nasıldım? Nasıldık ? Nasıldı?... Çizmesi yarıya kadar çamur içinde, yarısından aşağısı yırtık, çamurların içinde yüzen çorapları ile, yırtık olan bedenlerin içinde sıcaklık arayan,üstünden yukarıya doğru çıkıldıkça delik deşik olmuş kazağının içinde sıcak bir varlık... Taki, kalbinin atışına kadar süren bir kindarlık! Ama, hiç belli etmiyor. Belli aslında, gördüğünüzde, yanağından akan nuru, titreyen ellerine gömülmüş. Ufacık bedeni ile, koskoca dünyanın içinde, devede karınca gibi! Ama hiç usanmamış. Yoruldum ama üşümüyorum diyor. Ufağım ama, büyüdüm diyor. Ayaklarımın ıslak olduğuna aldırma abi! Parmaklarım belki kızardı ama içim kara! Dünya halinde, kendi kendine yaşamaya çalışan ufak bir parmağın üşüklüğü ne derece soğuk? Şimdi küfür edelim benliklere! Şükretmediğimiz halimize, bir ufak çocuğun, soğuk içeresindeki nefes alış-verişine kulak misafiri olarak, soralım kendimize. Biz neyiz, o ne?
Ondada bir yaşam heyecanı olması lazım değil mi ? Neden üşüyor elleri?.. Yanından, sıcak bir çay ile geçen insanlar, neden sormuyorlar, şekerin var mı ufaklık diye? Zaten görseler, sormayacaklar, şeker gibi olana... Elinden tutup, ellerini cebime sokmaya çalıştığımda, sırf ısınsın diye, avucunu öptüğümde verdiği tepki, benimki kadar küçümserdi! Sakın ha abi! bana acıma, benliğimi bu derece büyültmüş, kendisinden bihaberdar olanlara acı. Her gece, şu gördüğün spot lambasının yanındaki kaldırım taşında otururum. Karnım guruldadığında, insanlar bana alaycı bir tebessüm sergiler. Acıyorum tebessüme, kahkaha atsalar bu kadar koymaz! Tebessüm, masumların işidir, kahkaha ise, dişlerini gösteren kemirgenlerin. Sen bana acıma abi sakın, yanıma arada sıra uğrayıp, sana sorduğum gibi ama abi demeden, kardeşin belleyerek, naber kardeşim edasında bir selam çak, sonra dön arkanı işine bak. Ben, beni buraya koyanlara inat, bu soğukta büyüyüp, bu çöplükten karnımı doyuracağım. Sen, beni bu hale sokanlara inat, kendinede acı abi! Çünki, sende onların içindesin. Şimdiye kadar nerdeydin? Her gece, buradan çorba içersin. Beni yeni mi fark ettin?
Şimdi ben abi ;
Ölümsüz olmak istiyorum... Neden mi ? Ayaklarım üşüyor çünki abi!..
Ben sana acımıyorum ki ufaklık, kendime acıyorum sana bakarak! Yazık, yırtık olmayan cep'ime ısınsın diye koyduğum ellerime...
Ah ufaklık, arkamda mışıl mışıl uyuyorsun, ama bilmiyorsun. Artık bende ölümsüz olmak istiyorum...Neden mi ? Her hapşurduğunda, çok yaşa demek için. Soğukta üşümüş ayaklarını, kendi ayaklarıma dokundurmak için. Uyu ufaklık, herkes bir yaşayan ölü! Sen, keyfine bak.
"Ben ölümden değil, ölümsüz olmaktan bahsettim". ( İncir Reçeli ) Teşekkürler Aytaç abi.
"Gerçekleşmesi yüz tutmuş bir hayaldir ".
İnsanın var oluş sebebi olan ölüme, bir göz kırpırtısı kadar yakın iken, kalp atışı kadar uzaklaştırmaya çabalamak saçma.Fakat bir yandan saçmalığın içine adım atarak, ölümsüz olmak isteyişimi dile getireyim. Eksik kalan harflerin bütünlüğüne doyamıyorum ve inanın, eşsiz bir müziğe mırıldanırken, daha çok şey yaşanacak deyip, ölüme göz kırpabiliyorum. Biliyorum, herkesin biriktirdiği günah ve sevapları, yine kendi bedenleri ile taşıyıp yanında gömeceği bir topraktan var olduk. Sulandıkça yeşeren bedenlere sahipiz. Ama sululuğu, göz damlalarına armağan etmişiz. Yağmurdan habersiziz. Bilsek bulutların neden bir araya geldiğini ve anlasak gök gürültüsünün sebebini, hiç üzer bilir miyiz bedenleri ? Bir ruhun temizliği kadar, çamura batmış ayaklarıda var. Hiç sorduk mu kendimize, neden titriyor ufaklığın elleri?... Bir yaşamdan, bir yaşama adım atmak için sarf ettiğimiz emeklemelerimiz, bir gün koşar adım olarak karşımıza çıkacak. Sordum kendime, emeklemeden önce. Ve sonrasında, koşabildim mi, elleri duaya yüz tutmuş yanaklara ?..
"Hayat mücadelesini tek başına vermeye çalışan bir yavru kedi düşünün. Ve düşüncelerinize ek olarak, açlığı, soğukluğu, bir nasihat'ı ekleyin. Bir de, yanına bir lokmanın vermiş olduğu helal kadar narin, boğazından haramın tek bir kelimesini geçirmeyecek kadar, yalnızın içinde yalnız, yalnız ile yalnız kalan bir yalnız çocuk düşünün. Ve şimdi uyanın rüyadan, bir el var ki, yırtık ceplere konmuş, ısınsın diye. Hava soğuk, neredesin küçük çocuk!.."
Ufak bir çocuğun, abicim nasılsın deyişinden esinlenerek yazmaya çalıştığım blogu, kimileri konu başlığı ile alakasız bulabilir hatta ve hatta kimileri hiç anlayamayabilir. Ben, sarhoş kafa ile ,sıcak bir çorbanın cila üzerine cila yapış zevkini çıkartmaya yüz tutarken, elleri cebinde titreyen o çocuk! nasılsın abicim sözü ile, nasıl olduğumun sorusunu bana sordu. Nasıldım? Nasıldık ? Nasıldı?... Çizmesi yarıya kadar çamur içinde, yarısından aşağısı yırtık, çamurların içinde yüzen çorapları ile, yırtık olan bedenlerin içinde sıcaklık arayan,üstünden yukarıya doğru çıkıldıkça delik deşik olmuş kazağının içinde sıcak bir varlık... Taki, kalbinin atışına kadar süren bir kindarlık! Ama, hiç belli etmiyor. Belli aslında, gördüğünüzde, yanağından akan nuru, titreyen ellerine gömülmüş. Ufacık bedeni ile, koskoca dünyanın içinde, devede karınca gibi! Ama hiç usanmamış. Yoruldum ama üşümüyorum diyor. Ufağım ama, büyüdüm diyor. Ayaklarımın ıslak olduğuna aldırma abi! Parmaklarım belki kızardı ama içim kara! Dünya halinde, kendi kendine yaşamaya çalışan ufak bir parmağın üşüklüğü ne derece soğuk? Şimdi küfür edelim benliklere! Şükretmediğimiz halimize, bir ufak çocuğun, soğuk içeresindeki nefes alış-verişine kulak misafiri olarak, soralım kendimize. Biz neyiz, o ne?
Ondada bir yaşam heyecanı olması lazım değil mi ? Neden üşüyor elleri?.. Yanından, sıcak bir çay ile geçen insanlar, neden sormuyorlar, şekerin var mı ufaklık diye? Zaten görseler, sormayacaklar, şeker gibi olana... Elinden tutup, ellerini cebime sokmaya çalıştığımda, sırf ısınsın diye, avucunu öptüğümde verdiği tepki, benimki kadar küçümserdi! Sakın ha abi! bana acıma, benliğimi bu derece büyültmüş, kendisinden bihaberdar olanlara acı. Her gece, şu gördüğün spot lambasının yanındaki kaldırım taşında otururum. Karnım guruldadığında, insanlar bana alaycı bir tebessüm sergiler. Acıyorum tebessüme, kahkaha atsalar bu kadar koymaz! Tebessüm, masumların işidir, kahkaha ise, dişlerini gösteren kemirgenlerin. Sen bana acıma abi sakın, yanıma arada sıra uğrayıp, sana sorduğum gibi ama abi demeden, kardeşin belleyerek, naber kardeşim edasında bir selam çak, sonra dön arkanı işine bak. Ben, beni buraya koyanlara inat, bu soğukta büyüyüp, bu çöplükten karnımı doyuracağım. Sen, beni bu hale sokanlara inat, kendinede acı abi! Çünki, sende onların içindesin. Şimdiye kadar nerdeydin? Her gece, buradan çorba içersin. Beni yeni mi fark ettin?
Şimdi ben abi ;
Ölümsüz olmak istiyorum... Neden mi ? Ayaklarım üşüyor çünki abi!..
Ben sana acımıyorum ki ufaklık, kendime acıyorum sana bakarak! Yazık, yırtık olmayan cep'ime ısınsın diye koyduğum ellerime...
Ah ufaklık, arkamda mışıl mışıl uyuyorsun, ama bilmiyorsun. Artık bende ölümsüz olmak istiyorum...Neden mi ? Her hapşurduğunda, çok yaşa demek için. Soğukta üşümüş ayaklarını, kendi ayaklarıma dokundurmak için. Uyu ufaklık, herkes bir yaşayan ölü! Sen, keyfine bak.
"Ben ölümden değil, ölümsüz olmaktan bahsettim". ( İncir Reçeli ) Teşekkürler Aytaç abi.
"Gerçekleşmesi yüz tutmuş bir hayaldir ".
YORUMLAR
Alakası olmasa da bende paylaşmak istedim filmden bir kareyi.Erdemli ninja arkadaşımız ( sen anladın onu) baya güzel yazıyor.
Öncelikle dingin bir ruh hali, sessizlik, bir bardak çay ve yakılmış bir sigara oluyor mutlaka.
Evet, elimde avuçlarımı ısıtan bir bardak çay vardı bu yazıyı okurken. Çay,çay olmaktan çıktı tabii...
Sanırım bu yüzden -Tüm cümlelerinizi etkilenerek okuyorum tabii ancak- şu bölüm en çok dokundu bana:
"Sen, beni bu hale sokanlara inat, kendine acı abi! Çünkü sen de onların içindesin. Şimdiye kadar neredeydin? Her gece buradan çorba içersin. Beni yeni mi farkettin?" .....
Çayımı kenara bıraktım, soğumaya...
Teşekkürler.
İç ezecek,kalp burkacak kadar güzeldi yine...
Minik not: Ricamı kırmadığınız için de ayrıca teşekkür ederim.
B.A