Hocam...
25 Mart 2012, 23.26 A- A+Biliyorum satırlarım kifayetsiz kalacak O’nu anlatmaya… Belki de yüreğim tıkanacak, ellerim yazamayacak… Şimdiden nefesim yetmiyor, içim daralıyor, yutkunuyorum devamlı…
O şu fani hayatımda verdiğim en önemli sözü tutmamı sağlayan kişi idi… Kaç talebesi olmuştur kim bilebilir. Kaç rotasını kaybetmiş gemiye kaptanlık yapmıştır acaba ömrü boyunca. Hem de hiçbir karşılık beklemeden yapmıştır bunu.
Rahmetli Hacı babam götürmüştü beni O’na. Yaz başı idi. Mavi bir terlik giydiğimi hatırlıyorum. Yaz sıcağında çorapsız ayaklarım terlemişti, sadece ayaklarım mı? Hacı babamın elini öyle sıkı tutuyordum ki avuç içlerim bile terlemişti.
Kapı girişi yazın ilk güneşi tarafından aydınlatılıyordu. İçeri girdiğimizde ilk o misler gibi kokuyu hissettim. Pencerelerden ve açık duran kapıdan sızan güneş bir renk cümbüşü sağlıyordu. Zemin halılarla kaplıydı, her adım atışımızda halıların altındaki tahtadan gıcırtılar geliyordu.
Onu ilk gördüğüm anı çok net hatırlıyorum… İriceydi… Gözleri renkliydi ve aksakalı çok uzundu. Yanakları dolgundu, ne dolgunu tombik tombikti. İlk ve son gördüğümde hemen hemen aynı giyinmişti. Düz çizgili, pantolonun üzerine düşen bir gömlek ve koyu renk bir kumaş pantolon. Kendisini hep bu tarz giyinirken gördüm ömrüm boyunca. İnsanı rahatlatan bir gülümsemesi vardı. Ama korkuyordum ondan. Neden mi? İnanın bilmiyorum, belki heyecandan belki de yaşımın ufaklığından idi korkum. Henüz 7, hadi ay farkıyla 8 yaşında idim. Hacı babam beni orada onunla yalnız bırakmasın istiyordum ama biraz sonra Onunla yalnız kalacağımın da farkında idim. Hacı babamın arkasına saklanıyordum, Onunla göz göze gelmemeye çalışsam da meraklı bakışlarımı her seferinde yakalıyordu. Çekindiğimi anlamış olacak ki belli süre sonra bana bakmamaya başladı. Sanki daha rahattım.
Ve Hacı babam alnımdan öptü, elleri ile yanaklarımı okşadı. “ Hocanı sakın üzme. Ne derse yap. “ dedi ve gitti. Artık baş başa kalmıştık. Niyeti bozmuştum, bana sarf edeceği ilk kelimede yaygarayı basmaya hazırdım. Zaten gözlerim dolmuştu:) Ama öylece duruyordu, uzunca bir süre sadece beni süzdü. Belki de o kadar da uzun değildi bu süre ama bana çok uzun gelmişti. Sonunda sessizliğini bozdu. “ Gel bak sana ne göstereceğim” …
Ağır adımlarla duvardaki rafa gitti ve büyük bir özenle yan yana sıralanmış kitaplardan birini aldı. Besmele ile kitabı açtı. Sonra beni yanına çağırdı. Aslında elindeki kitabın ne olduğunu biliyordum. Bizim evde anamı, babamı, Hacı babamı hep bu kitabı okurken görüyordum. Önemli bir kitap olmalıydı çünkü herkes büyük bir saygı gösteriyordu. Ben O’na yaklaşmayınca kendisi benim yanıma geldi ve eğildi.
“ Bak bu Allah kelamıdır. Hani bizi çok seven Allah var ya biliyorsun değil mi? “. Başımla onay verdim. Birkaç sahife çevirdi. “ Bak burada senin adın yazıyor. Görüyor musun? “ . Artık çekinmiyordum, rahatlamıştım hem gösterdiklerine karşı ilgim de artmıştı. “ İşte, sana bunu okumayı öğreteceğim, bu yüzden buradasın.” dedi. Bu Kuran-ı Kerimle ilk ciddi tanışmamdı. Şükürler olsun! O’nun sayesinde yaz ortası gelmeden Kuran-ı Kerimi okuyordum.(Allah razı olsun.)
Benim gibi yaklaşık 30 çocuk vardı. Kimisi benden büyük, kimisi daha küçüktü. O gelmeden cami içerisinde çeşitli yaramazlıklar yapardık. Saklambaç ya da uzuneşek oynardık. Çocuk her yerde çocuk. Geldiğinde hızlı soluk alışverişlerimizden ve alnımızdan akan terden rahat durmadığımızı anlardı. Ama hiç kızmazdı. Yanında mutlaka şeker ya da leblebi getirirdi. Dersine iyi çalışmış olanları ödüllendirirdi. Bazen bize hikayeler anlatırdı, merak dolu sorularımıza büyük bir ciddiyetle cevap verirdi. Allah için çok sabırlıydı. Hiç gönlümüzü kırmazdı ve hiç bize kızmazdı. Her zaman sevgi doluydu. Hacı babam gitmesin diye dualar eden ben eteğinden ayrılmıyordum artık. Diğer tüm çocuklar gibi…
Hemen belirteyim hiçbir cemaat ya da cemiyete bağlı değildi ve ömrü boyunca da olmadı. Kendisi terziydi. Ama her gün 3-4 saat dükkanını kapatıp yazları bağdaki çocuklara, kışları ise çarşıdaki çıraklara Kuran-ı Kerim okumayı öğretirdi. Ömrü böyle geçti. Babamın, amcalarımın, halamın kısacası sülalemizdeki her bireyin hocası o idi. Bir tek en küçük kardeşim Mustafa’yı oğlu okutmuştu. Ona yetişememişti çünkü artık yaşlanmıştı. O’nun yerine oğlu görevini devralmıştı.
Kendisini en son geçen yıl, sanırım Kurban Bayramı namazında (Kayserililer bilir) Camii Kebirde görmüştüm. Artık yanında kendisine dostluk eden bastonu vardı, yürürken çok zorlanıyordu. Hatta bastonu olmasına rağmen iki kişi koluna girmişti. Namaz sonrası yaklaşık 200 kişi elini öpmek, Onunla bayramlaşmak, hatırını sormak ve helallik almak için sıraya girmişti. Ben, babam ve Ahmet’te dahil. Siz düşünün artık kaç talebesi olduğunu…
Yine gülümsüyordu, o mübarek gülüşünü hiç esirgemiyordu. Küçük büyük herkese adıyla hitap ediyordu. O yaşta o hafıza! Sanırım hafız olması sayesinde…
Sıra bana geldiğinde elini uzatırken “ Hoş geldin lazoğlu. Nasılsın bakalım?” diye sordu. Trabzon’da yaşadığımı bile hatırlıyordu.
- Sağlığınıza duacıyım Hocam.
- Bana değil rahmetli Hacı babana duacı ol. Bak bu Allah kelamıdır. Hani bizi çok seven Allah var ya biliyorsun değil mi? ( Şaşırmıştım, nasıl hatırlıyordu ki, devam etti.) Her zaman işe yaramıştır bu cümle. Allah kelamının açamayacağı kapı var mı?
24 Mart 2012. Sabah erken kalktım. Sanırım 6.30 gibi. Saat yedi gibi işe gitmek için evden çıktım. Yolun yarısında cep telefonum çaldı. İçimden hayırdır inşallah diyerek açtım. Arayan Ahmet’ti.
- Abi nasılsın?
- Sağol, sen nasılsın?
- Bir şey diyeceğim abi, müsait misin?
- Araba kullanıyorum, hayırdır bu saatte?
- İstersen kenara çek abi. Öyle konuşalım.
- Ahmetttttt! Sıkma canımı, söyle.
- Mehmet Hoca abi, başımız sağ olsun. Kaybettik kendisini.
Arabayı kenara çektim. Aşağıya indim. Güneş aydınlatıyordu her yanı, uzun zamandır beklediğimiz sıcak güneş. Deniz kıyısına indim. Sigara yaktım. Ve ağladım!
Allah mekanını cennet eylesin Hocam! İnşallah hakkını helal edersin, o ödeyemeyeceğimiz hakkını. Rahmetli Hacı babama o yaz günü söz vermiştim, arkasından Kuran-ı Kerim okuyacağıma. Sayende hep tuttum sözümü. Arkasından okunacaklar listesine bir çeltik daha kazıdım…
YORUMLAR
başınız sagolsun ne güzel bir duyğu bende çokkk gerilere gittim okurken bizde her yaz yaylaya giderdik nur içinde yatsın babam bize hoca tutmuştu eve gelirdi bize süreleri ögretmeye ve çok büyük bir sabır vardı emin hocada her zaman rahmetle anarım nur içinde yatsın ne güzel ögretmek ve ögrenmek paylaşımınız çok güzeldi saglıcakla kalın mutlu kalın.
Yüce dinimiz islam:Hiç bilenlerle bilmiyen bir olurmu : ilim öğretmeyi öğretmeyi okamayı . dinlemeyi bu işleri yapanları sevmeye onlara karşı saygılı olmaya çok önem vermeliyiz. hiç bir karşılık beklemeden bize dünyevi. ve uhrevi vazifeleri öz veri ile sunan hocalara selam olsun....
Alimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim şerefimizdir ... diyen Yavuz sultanselim..her zaman ilim adamlarına hocalarımıza saygının en asil örneğni ver miş bir milletiz..Edebi ahlakı bütün kutsal değerleri öğreten öğretmenlerimize ve alimlerimize saygı ve minnetle anıyor ahirete intikal edenlere rahmet diliyorum..
Başınız sağ olsun........
SAYGILARIMLA........
Sen çok duygusal birisin ve duygularını birebir aktarmanı seviyorum. Hocan anlattığın kadarıyla dolu dolu bir ömür geçirmiş. Sen gibi arkasında nice öğrenciler bırakmış mübarek biri anladığım kadarıyla. Ne mutlu ona diyorum. En azından bir Fatiha okumayı bilen öğrenciler yetiştirmiş. Allah O'na rahmet etsin.