BİZİM TORNETLERİMİZ...
17 Nisan 2012, 09.06 A- A+Kendime ait ilk arabama 7 yaşında sahip oldum. Babamla beraber yapmıştık. Zavallı adamcağız ileride başına nasıl bir dert alacağının farkında bile değildi:) Tek arzusu yaz tatilinde benim hoş zaman geçirmemdi. Geçirdim de Allah var.
İlk vasıtam tabi ki gerçek bir araba değildi. O bir tornetti. Tornetleri hatırlayanınız var mı bilmiyorum. Belki bilmeyenler olabilir düşüncesi ile biraz tornetten bahsedeyim sizlere. Oturak olarak kullanılacak olan bir tahtanın alt kısmına iki tane tahta çubuk çakılırdı. Bunların ucuna da teker yerine geçecek olan bilyeli rulmanlar takılırdı. İşin en zor tarafı bu bilyeleri bulmaktı. Bunun için Kayseri’ de eski sanayiye gider ve motorcuları teker teker gezip işyeri sahibine ne diller dökerdik:) En son işlem ise torneti frenlemek için bir kol yapmaktı. Anlayacağınız bugünkü scooter veya akülü arabalara benzer bir şeydi tornetlerimiz ama tabiî ki el yapımı.
Hem yapımı zahmetli hem de malzemeyi bulmak zor olduğu için her çocuğun torneti olmazdı. Yani tornete sahip olmak çocuklar arasında bir itibara sahip olmak demekti. Mahalledeki tornetler arasında da bir rekabet vardı. Tornetlerimize çeşitli süsler ve aksesuarlar takardık. Hatta gün boyu tornet üzerinde oturduğumuz için kaba etimiz acımasın diye oturaklara eski, kullanılmayan minderlerin bile çivi ile çakıldığı olurdu. Konforluydular da yani:)
Ama en önemli nokta tornetin hızlı olmasıydı. Çünkü tornet yarışmaları düzenlenirdi. Hatta bu yarışmalar mahalleler arası turnuvalara bile dönüşürdü. Yarışmalar esnasında her tornet sahibinin bir pist ekibi olurdu. Yokuş aşağıya hızla inerken bazen ya bilyeler yerinden çıkardı ya da tahtalar kırılırdı. Bu durumda pist ekibi koşar adım ellerindeki malzemelerle gelip torneti tamir etmeye çalışırdı:) Hey büyük Allah’ım. Sanki formulada yarışıyoruz:)
Ufak tefek kazalarda yaşanırdı elbette. İki tornetin çarpıştığı veya tornetten düşenler olurdu. Bu tür durumlarda genellikle dizlerimizde veya dirseklerimizde yaralanmalar meydana gelirdi. Bu sebeple her birimiz cebimizde yara bantlarını hazır tutardık. Eğlenceli bir oyunda yaralanmak bile güzel be…
Sabah kahvaltısından sonra ilk işimiz tornetlerimizin bakımıydı. Bilyeleri yağlamak önemli bir noktaydı. Çünkü gün boyu bilyeler arasına giren tozdan dolayı tornetin hızı düşerdi. Bu tozlar bir bez parçası ile güzelce silinir ve sonra yağlama işlemi gerçekleştirilirdi. Fren vazifesi gören tahta çubuk avuç içlerimizi acıttığı için bulunabilirse zımparalanırdı. Süsler ve aksesuarlar kontrol edilip gerekirse değiştirilirdi. Sonra sıra işin en zahmetli kısmına gelirdi. Piste torneti taşımak gerçekten yorucu bir işti. Hele ki bizimki gibi pisti uzakta olan mahalle çocukları için daha da zahmetliydi. Taşıma işlemi sırasında yardımlaşılır, tornet sırayla taşınırdı. Tabi ki bu yardım karşılığında da tornet sahibinden torneti ile birkaç tur talep edilirdi. Bu istekte her zaman olumlu cevaplanırdı.
Piste gelindiğinde mahallede ki tüm tornetlerin gelmesi beklenirdi. Tek başına tornete binmenin zevki yoktu çünkü. Dedim ya her zaman bir yarış söz konusuydu. Pistin en yukarı kısmına sırayla dizilirdi tornetler. Yarış söz konusu olduğu için aynı hizada olmaları önemliydi. Bu sebeple bazen ufak tefek tartışmalar yaşanırdı. Küçücük ellerimizle karış hesabı yapar aynı noktaya çekerdik tornetlerimizi. Verilen işaretle bayır aşağıya, bilyelerin çıkardığı büyük bir gürültü içerisinde yarışırdık. O heyecan içerisinde rüzgârı hissetmek anlatılmaz bir duygudur. Bitiş çizgisine ilk ulaşan torneti ile tam bir tur yapar ve bu esnada zafer çığlıkları atardı. Bu gürültülerden dolayı piste yakın ev sahipleri bazen bizleri kovalardı. Elinde süpürge ile peşimize düşen kadıncağızlar bile olurdu. Onlardan kaçmak bile heyecan vericiydi.
Gün boyu tornet sevdasına pistte bir aşağı bir yukarı yol aldığımız için yaz sıcağında terlerdik. Bu ter bir de tornetlerden kalkan tozla birleştiğinde yüzlerimiz kirden kapkara olurdu. Ne bu kiri ne de bu kirden dolayı eve gittiğimizde annelerimizden yiyeceğimiz azarı düşünürdük. Çocukken kirlenmek bile çok güzel. Zaten oyunda kirlenmiyorsan bir problem vardır:)
Öğleye doğru yorgunluğumuzu atmak için molalar verirdik. Mahalle bakkalından aldığımız beyaz gazozlarla serinlemeye çalışırdık. Mola esnasında tornetlerimiz üzerine oturur sohbetler ederdik. Yarışmalarda yaşadıklarımızı, atlattığımız kazaları, pistteki tümsekleri falan konuşurduk. Bir yandan da hala pistte cirit atan tornetleri seyrederdik. Hatta yine bazen ufak tefek tornet tamiri veya bakımı da yapardık. Yaklaşık 30 dakika süren bu mola sonlarında koşar adım piste çıkar ve akşam babalarımız eve gelene kadar pistten bir daha ayrılmazdık.
Günün sonunda hepimiz pestilimiz çıkmış, yorgun, kir pasak içerisinde evlerimize dönerdik. Temizlendikten ve günlük azarımızı işittikten sonra oturulan akşam sofrasında büyüklerimize tornet maceralarımızı anlatırdık. Harbi özlemişim o günleri. Sabahtan akşama kadar oyun oynamayı, mahalle arkadaşlarımızla yarışmalarımızı hatta kavgalarımızı, diz kapağımdaki yaralanmaları, yüzümden akan kiri, yediğim azarları hepsini çok özlemişim.
Bizim akülü veya uzaktan kumandalı arabalarımız, oyuncak robotlarımız veya parayla büyüklerimizin satın aldığı oyuncaklarımız yoktu. Bizim parasını kendi aramızda toplayarak aldığımız plastik toplarımız, ellerimizle yaptığımız uçurtmalarımız ( aslında uçurtma hakkında da yazmak lazım ), kim ne derse desin imkânsızlıklar içerisinde ürettiğimiz tornetlerimiz vardı. Kim daha şanslı? Biz mi yoksa zamane çocukları mı?
Saygılarımla…TuRK…
YORUMLAR
Biz daha şanslıydık aslında, şimdilerde çocuklar her istediklerine anında sahip olabiliyorlar. Emek sarfetmedikleri için oyuncaklarının da bir kıymeti olmuyor onların gözünde, sıkılıyorlar bir süre sonra ve doyumsuzluk başlıyor. Oysa öyle miydi eskiden? Oyunlarımızı oynarken paraya ihtiyaç bile yoktu, sek sek oynardık, ip atlardık, beş taş oynardık, saklambaç v.s çocuk olarak özgürlüğümüz vardı aslında, şimdilerdeki gibi dört duvar arasına hapsolmuyorduk. Hava kararana kadar sokaktaydık, gelince de yemeğimizi yer yorgunluktan sızardık hemen.
Çocukluğuma götürdünüz tamamen Türk beni bu yazıyla. Yazın incirler olacağı zaman köyde, yere dökülür incirin olmamışları biraz sert olur, onları toplardık kovalara, duvarların arkasına guruplar halinde saklanırdık savaş yapardık onlarla( hoppak derler ona) ne eğlenceliydi:)) Ellerinize sağlık...
- Domates hanım , kilonuz kaça , derdim :) Aklımca cevap verdirip , koparırdım . Sonra aynı şeyi Biber Hanıma yapardım . Sonra da salata yapıp Çetin amcaya götürürdüm . Dünyada yediği en lezzetli salataymış gibi davranırlardı ailece Siz daha şanslıymışsınız ama , kalabalık kalabalık . E , ama mahallede kızlar yok muydu , hava atmalar filan , size su vermiyorlar mıydı mesela Formula1 ekibi gibi :))
Uçurtmaları bekliyorum kendi adıma . Çok güzel bir yazıydı .
Geçmişi öyle güzel anlatmışsınız kii..Bayan olmam rağmen yazınızı okurken taa o günlere götürdünüz beni..
Konunun özü ; O günler belki de en mutlu olduğumuz günlerdi..
Riyasız, sevgi dolu, menfaat gözetmeksizin yaşanan en güzel çocuklar yılları..
Sevgiyle kalın..
Kuzenimm..
Tornetlerin yanında belkide biraz ileriki zamanda çemberlekleride unutmamak lazım.Özel sanayide yapım bir çemberlek yerden kol uzunluğunda bir sopa ama sopanız öle basit olmayacak soyulmuş kavak dalları mesela :) Ucunda bir çivi,çiviye taktırıp yollarda düşürmeden gezmekkkkk :)) O zamanlara gittiğimde hala aklıma geldiğinde güldüğüm bir olay vardı. Herkes yolda neyse birisinin çemberleği düştü ve kayboldu.Bizim ki süper bi ifadeyle başladı ağlamaya "Çemberleğimmmmmmmmmm çemberleğimmmmmmmmmm seni bir daha görebilirmiyimmmmm elime alıp tutabilirmiyimmmmmmm çemberleğimmmm"
Eskilere gitmek güzel geldi Türk.Eline yüreğine sağlık...
Ataya çok güzel demiş. Bizi hiç bilmediğimiz bir dünyaya götürdün. Öyle bir götürdün ki, gelmek istemedim. Bugüne dair yaşadığımız kırgınlıklar, yorgunluklar, bıkkınlıklar mı bizi hep eskiye götürüyor, anlayamıyorum. Hep eskiye gidiyoruzda eskiyi kendimize getiremiyoruz dimi:)
Bugünkü çocuklar elbetteki şanssız. Her açıdan şanssız. Genelde tek başlarına büyüyor ve çocukluk yıllarını 4 duvar arasında geçiriyorlar. Anne babalar ikinci bir çocuğu düşünmedikleri için, genelde tek büyüyüp, sadece kendilerine dönük yaşıyorlar. Sokak yasak, arkadaş yasak ve biriken enerji çocuğun vücudunda patlıyor adeta. O yüzden midir nedir küçük yaştaki çocuklarda kanser vakalarına çok sık rastlanır oldu.
Gülümseten bir yazı. Çok çok beğendim. Ellerine sağlık.
Aslında Türk hocamızın yaşını hesaba kattık mı ,çakmak taş tornetlerinin oyundan ziyade ulaşımda da kullanabilitesi yüksek ;)
Şimdiki çocuklar da kendi çocukluklarını böyle özleyecek arkadaşlar , şanssız deyip kestirip atmayalım , ben onların oyuncaklarına bayılıyorum bi kere :) Bir de oynuyorum '' bakıiim ben yapabilecek miyim ? '' diye ellerinden alıp . Konuşan Tom a yüz kere '' ne beee '' dedirttim mesela
Bizde aramızda para toplar futbol topu alırdık mahalle mahalle gezer turnuva düzenler gene aramızda para toplayıp bayrak maçları yapardık .daha maç başlamadan santra yapılırken hakem yanımıza gelir el sıkışın bayrakları birbirinize verin gibi konuşmalar yapardı :)))
Benim okuduğum ortaokul sabahtan öğlene kadar ,öğlen yemek molası sonra tekrar okul saat 4 te biterdi. ama bizim maçlar genelde saat 1 de olduğu için ben hep öğlene kadar okurdum:)))
bide top hangi çocuktaysa sevdigi futbolcunun ismini söyliyerek topu sürer pas verirdim mesela ben hep şöye derdim (ahh türk öğretmenim naptınız ):)) '' evet evet rıdvan aldı topu şuan top rıdvanda bir çalım bir çalım dala kafasını kaldırdı orta yapıcakk ama hayır direk kaleye vurduu vee gooooolll '' diye söylerdik ama sadece ben değil top kimdeyse kimse kimsenin dedigi futbolçuyuda söyleyemezdi söyledigi an kavga çıkardı :)))
tabi sevircilerimiz mahallemizin kızlarıydı ilk yarının sonrarında buzlu sularımız hazırdı.çok güzel bi takımımız vardı sanki lig maçı oynar gibi çok disiplinliydik.
tabi bilyalı oyunundaki kir pasak bizdede olurdu ben babam eve gelmeden girmezdim ya komşuda olurdum yada kapının önünde beklerdim çünkü eve gittiğimde annem haşlıcaktı beni:)) ama babam evde olduğunda hiç bi problem olmuyordu annem gözlerini bana diker bakardı bende ne oldu anne neden öyle bakıyosun der gülerdim :))))benim yiceğim azarı babam yerdi kırıcak kolunu bacanı görüceksin gibi şeyler derdi.
Türk öğretmenim çokmu uzun yazdım bilmiyorum galiba içimde varmış böyle bi şey anlatmak eğer uzunsa sizin suçunuz bilesiniz :)) emeğünize yüreğinize sağlık ....
Ataya'ya cevappp :)) evet onlarda bunları seviyorlar gerçekten .. geçen gün kızım merak etmiş sordu küçükken ne oynuyormuşuz diye :)) Bahçe taşlarında kaydırak oynadık bizde :))) ama ııı ıııhh beğenmedi küçük hanım benim oynadığım oyunu konuşan bebeğini alıp uyutmaya gitti :)))
aaaaaaa Atayam canım ne demek o neeeeee:)))) Yaz tatillerinde memlekete gelmenin tadı onlar.Çemberleği düşürmeden kullanmak,tekerlekçi emmi (amca değil ha) dedirttikleri bir amcanın yaptığı tekelerlekler ve testi çamurundan yapılan tencere setlerimiz...
Seninde dediğin gibi şimdiki oyuncaklar çok güzel bir çoğu zeka geliştirici ama ne fayda eski oyuncaklarımız kadar stres attıramaz:)
Sek sek ,istop yakartop,9 taş , hım bir de tüftüf vardı bazen ucuna iğneler takardık filan :)
Ne güzel günlerdi hepsi geçiverdi hafızamdan bir bir :))
Çok güzeldi teşekkürler Turk örtmenim :D
Tornetin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Abiminde vardı yazın Trabzona gittiğimizde arkadaşlarıyla beraber yaparlardı tam senin anlattığın gibi parçaları bulmak zordu.Devamıda yazıdaki gibi gelişirdi yarışlar,yaralanmalar ve akşama kalmadan bilyelerin takılı olduğu kısım kırılır tamir için eve dönerlerdi :)
Ankarada bir arkadaşı vardı o arabanın daha değişiğini kasalı olanını yapmıştı,pazara gidip bayanların eşyalarını evlerine taşımaya yardım ederek harçlığını kazanıyordu.
Benim çocukken en sevdigim oyuncağım topaçtı.Bir ucunda halka ayağımıza geçirirdik onu halkanın ucunda yarım metre kadar uzunlukta iple bağlı topu çevirmeyi çok severdim.
Biz de bilyeli derdik, kızlar pek ilgilenmezdi bu oyuncakla. Ben severdim ama. Bilye bulması zor değildi bizim için mahallemize çok uzak olmayan fabrikalar vardı. Onların attıkları bilyeleri erkekler gider toplardı. Dediğiniz konfora ulaşmak için eski sandalyelerin atılması beklenir, sandaylenin oturma kısmı çıkarılıp koltuk yapılırdı. Biz fazla geliştirememiş galiba çünkü ayaklarımızla fren yapardık.
Şimdi ki çocuklar bilgisayar başında kirlenmeden oynadıklarından, sahip oldukları üretilmiş oyuncaklarından çok kısa sürede sıkıldıklarından , oyuncaklarının kendilerine alındığı zaman bizim duyduğumuz heyacanı duymamalarından hayrete düşüyorum. Bir oyuncağa emek vermedikleri , bir oyuncağa sahip olmayı hayal edemedikleri ve beklemedikleri için bu heyacanlardan mahrum kalıyorlar sanırım.
Kim daha şanslı ? cevap vericek olursam biz daha şanslıydık, diyorum. Akasya, çitlenbik ağaçlarına tırmandık, cips yiyeceğimize bunları yedik. Elimizde yarım ekmek arası domates peynir oyuna daha çabuk yetişebilmek için koşturduk, donoldslara, kinglere hamburger yemeye koşmak yerine. Evde oturup obez olma tehlikesi yaşamadık, seksek, kukalı, ip atlama, yakantop, istop, dur durağımızı yoktu.
Tebrikler.
benim hiç tornetim olmadı çünkü oyuncaklarda cinsel ayrımcılık vardı dicem ama bizim mahallede torneti olanı da görmediğimden demiyorum. Biz en çok saklambaç, 9 taş, 3 taş,ip atlamak, yakar top, istop(nerden geldiyse artık), mendil kapmaca vs vs oynardık. Bide ozamanlar gazoz kapağı toplanır oyun oynanırdı misketler gibi. renkli misketlerle de oynardık.
biz dediğime bakmayın ben pek katılmazdım ara sıra işte ben de ataya gibi organik tarımla haşır neşirdim. kocaman bi mısır tarlası vardı komşumuzun ben de püsküllerini koparırdım falan. hiç unutmam buğday ekiliydi oraya toplandıktan sonra kalan sapları ateşe vermiştim bi gün tarla kapkara olduydu.bi kere de yanındaki çalılarda oynuyodum ateşle ama nasıl alev aldı ağaçlar tutuşuyodu nerdeyse, korkup kaçmadım tabi haber verdim söndürdüler. Benim suçum değil, tornetim yoktu, hep ondan.