ADI YILDIZ( EY SEVGİLİ)
26 Nisan 2012, 10.42 A- A+O günden sonra Yıldız'ın yalnızlığı, gün geçtikçe büyüdü...
Annesi Sebahat hanım ve hatta babası Nasır efendinin elinden, hiç birşey gelmiyordu.
Bahçedeki, ağaçlar bile susmuşlardı. Dut ağacının altının gölgesine sığınmış olan mavi ortanca, rengini kaybetmiş, anlamsız bir pembeye dönuşmüştü.
Koskoca köşk, sessizliğe bürünmüş, yarını kuşku ve tedirginlik içinde beklemekteydi.
Doktor Orhan amcanın evinin tüm ışıkları yedi gün boyunca hiç sönmemişti. Tanımadığı insanlar gelip gidiyordu Yıldız'ın. Ama o hiç bir şey görmüyordu.
Ertesi sabah, daha da bir erken uyandı Yıldız. Hiç konuşmadı Sebahat hanımla. Kırmızı elbisesini giydi, ve bahçeden çıktı. Bakkal amcaya ağır adımlarla gitti. Bakkalın karışıklığı içinde, yerde duran,gazete kümesinin içinden, Cumhuriyet gazetesini buldu aldı. Bakkal amcaya baktı. Bakkal amcada ona. Bu sefer, parayı sormadı bakkal amca. Yıldız, geldiği gibi sessizce evine doğru yol aldı.
Yan taraftaki, alışık olduğu merdivenlerden çıktı usul usul. Ceviz ağacının dalları, kapı girişine kadar ulaşmıştı. Kapı önünde durdu.Nefesini tuttu ve tokmağı sessizce kaldırdı.İndirdi. Çok az gelmişti ses.Bekledi. Tekrar vurdu. Birazdan kapı açılacak, Orhan amcası, üstünde ipek röpteşambırı ,altında rugan siyah terlikleriyle karşısında duracaktı. Yıldız gazeteyi uzatacak,o da sağ elinde sakladığı, külahtaki toz şekerini, Yıldız'ın sabırsızlığına rağmen,ağır ağır boşaltacaktı ağzına.
Tokmağı daha bir kuvvetlice vurdu bu sefer. Tekrar tekrar, açılmadı kapı. Başı önünde, elindeki gazeteyi, kapının sağındaki küçük kutunun üstüne bıraktı. İndi aşağıya.
Tam sekiz günlük cumhuriyet gazetesi birikmişti kutunun üstünde.
'Öldü demişlerdi.' Biliyordu aslında anlamını, kötü birşeydi, yokluktu, onsuzluktu da, ne kadar süreceğini bilmiyordu. Ne zaman geri dönülürdü bu , ölümden?
Toz şekerini yiyemediği, doktorun o güzel, sesini duyamadığı 9. gündü. Annesi hasta olmuş, yataktan henüz kalkamamıştı.Sessizce çıktı merdivenlerden yine. Kapıya ulaştığında, tokmağa vurmasıyla kapı ardına kadar açılmıştı. Hem sevindi hem de korkmuştu Yıldız. Bekledi öylece...Doktor amca gelmedi kapıya. Usul usul, kapı aralığından başını uzattı, içeriye baktı. Koskoca ev, kapkaranlık geldi gözüne.İçeriye girdi. Bordo renkli kalın kadife perdeler sımsıkı kapalıydı. Beyaz, uçlarındaki delik delik işlemeli ,iç perde gözükmüyordu. Oysa ne severdi onları. Güneş ışınlarını, tuhaf bir gizemlikle alırlardı içeriye. Kitap okuduğu berjer koltuk sağa döndürülmüştü sanki. Ortada ki, doktor amcanın her zaman yazı yazdığı, kalın bacaklı, ceviz ağacından yapılmış kare masaya yöneldi. Masanın üstü, kalabalıktı. Salonun, sol köşesinde duran, doktor amcasının, ne hikmetse, asla ellettirmediği, açtırmadığı pianosunun üstü de tozlanmıştı. Çok severdi müziği Yıldız, 'şarkı söyleyelim doktor amca,sen çal ben söyleyeyim' dese de, onu hiç kırmayan, doktor Orhan, yumuşak sesiyle, olmaz Yıldız, gel kitap okuyalım derdi. Etrafa baktı, ufak bir bez gördü. Aldı bezi, küçük elleriyle başladı tozunu almaya pianonun. Tekrar masaya yöneldi, amcasının oturduğu sandalyeye oturdu. Dokunmaya başladı her kitaba, her kaleme. İnce uzun kutuyu gördü, açtı. Doktor Orhan'ın sürekli yazı yazdığı mürekkepli kalemini gördü aldı. Aklına geldi, siyah kaplı defter. Bakındı, kitap yığınına, evet dördüncü kitabın altındaydı. Aldı, kimse görmedi.
Kızar mıydı doktor amcası acaba? Ama hep sormaz mıydı Yıldız, ne zaman okuyacaksınız, ne zaman bitecek bu defter ' diye. O; ne derdi? ' Sabret kızım , elbet günü gelecek.' O gün' bugün müydü?
Açtı ilk sayfayı, başladı okumaya...
Ey sevgili...
Orhan tıbbiyeden mezun olduğunda, daha 26 yaşındaydı. Ailenin umutları yüksekti. Hala kızı Ruşen ile, nişanlandırılmış, evlilik hazırlıkları içindeydiler. Hiç istememişti bu nişanı ama paşa babası, sessiz ültimatomunu vermişti. Çaresi yoktu.
O sabah, Karaköye inerken, sağda bir kalabalık görmüş ve merak etmişti. Üstü başı tiril tiril, elinde de gıcır gıcır çantası vardı. Hava çok sıcaktı. İlerledi kalabalığa...Yerdeki kızın başına eğilmiş 3 kişiyi gördü, usulca, eliyle dokundu birine ve yere kızın yanına eğildi. Ne kadar solgundu, sarı kızın yüzü. Korktu, anlamaya çalıştı. Saatler geçti sanki de, dünya durdu. 'Su' dedi, 'bir yudum'.
Kızın adı 'Ayşe' idi. Kendine getirdikten sonra, hastaneye götürmüşler ve 40 gün hastanede yatmıştı . Kimse hastalığını bulamamıştı. Doktor Orhan , odasına gider kızı kontrol ederdi hergün. O kadar hüzünlüydü ki kız. Günlerin geçmesiyle ve doktor Orhan'ın özenli bakımı ile , genç kız tekrar yeşermişti. Yanakları bu sefer kıpkırmızıydı. Aşıktı doktor Orhan'a artık. Kimse onun gösterdiği özeni göstermemişti yaşamında. Orhan ne yapacağını bilmiyordu. Paşa babasının kendisi için seçtiği gelin adayı ile evlenmesine aylar kalmıştı. Söz vermişti üstelik.
- Hayır Orhan, başkasıyla evlenmen, hele hele de, ailemize uygun olmayan biriyle evlenmen asla mümkün değil. Ruşen le evleneceksiniz, aksi söz konusu olursa, seni evlatlıktan red ederim'
Ayşe çok ama çok bekledi, hiç sormadı, hiç ağlamadı, sadece bekledi...
Orhan 'bana zaman' demişti, demişti de, onca zaman geçmiş hala mutlu haberi alamamıştı Ayşe.
Zaman tükenmiş , nikaha bir ay kalmıştı. Orhan çıkış yolunu bulamamış, avare gibi dolanıyordu.
Olmadı, yapamadı, beceremedi, yetişemedi zamana. Cesaretini ve bavulunu topladığında ise, Ayşe yoktu artık...
Hiç dönmedi, paşa babasının evine bir daha, yok etti kendini. Hiç olmamış gibi. Asla affetmedi de kendini, yetişemediği Ayşe'si yüzünden. Hiç evlenmedi. Hiç çocuğu olmadı. Birlikte kurdukları hayalleri, kimseyle kirletmedi.
Ey sevgili...
Yıldız ,hızla kapadı defterin kapağını.
Artık o merdivenlerden bir daha çıkmayacaktı.
YORUMLAR
Merhaba kupa ' cım , Yıldız ' la birlikte bizler de onun , yaşadıklarına , hissettiklerine ve gördüklerine tanıklık ediyoruz, kaybedişlerin arkasındaki sessizliği yaşıyor o şimdi ..yaşadığı ortam onun , yaşından önce olgunlaşmasını sağlayacak , şimdiden çevresine karşı duyarlı bir çocuk .
Siyah kaplı defter, acaba başka hangi sırları barındırıyor içinde ? umarım Yıldız 'la birlikte bizler de öğrenebiiliriz ..
yüreğine sağlık , ben seviyorum bu satırları ve yazanı..
(Türk Edebiyatında, Romantizm Akımı, çok önemli bir dönemi etkilemiştir. Bu dönemde yazarlarımız Romantik Akımın etkisinde kalarak sembollere dayalı metinler, duygusallığı öne çıkaran eserler vermişlerdir. Yaşadığımız coğrafyanın da etkisiyle zaten duygusal bir yapıya sahip olan yazarlarımız bu akımdan kolay etkilenmişlerdir. Tanzimat Dönemi Edebiyatımız döneminde oluşan ürünlerin çoğunluğu romantik akım etkisinde kaleme alınmıştır. 1860 yılında Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlayan bu dönem edebiyatı, tıpkı Romantizm Akımı gibi sanatını ayrıcalıklı bir kesim için değil toplum için kullanmıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan gibi önemli sanatçılar bu dönemde Romantizm Akımının etkisinde eserler vermişlerdir).GEÇ BUNLARI NE PAŞA BABALAR KALDI NE MOR KADİFE SALONLARDA KÖMÜR MANGALINDA KAHVE İKRAM EDEN HANIMEFENDİLER...ŞİMDİ KRALLAR VE KRALİÇELER VAR...EBABİL KUŞLARININ GÖLGESİNDEKİ AVATAR....YÜZÜKLERİN KRALLARI PAŞALARI....GÜÇLÜ KALEMİNE ACI ÇEKTİRME O PAŞALARI PEMBE AŞK MEKTUPLARINI VEREMLİ KIZLARI ZENGİN OĞLAN FAKİR KIZLARI KENDİ DÜNYALARINDA BIRAK SEN SENİ HARCAMA.........ARTIK O İSİMLERDE YOK RUŞEN ŞEVKİ SEBAHAT YADA NE BİLEYİM YILMAZ EKREM GİBİ...ŞİMDİ ALEYNA, SU,BERK,SUDENAZ EFECAN))) LAR VAR ŞİMDİ PAŞALARADA POŞALARDA ONLAR.....
hahahahaha (eğlenceli gülüş, keyifli)
Aslında benim de içim bayılmış gibiydi bu sefer, ne zaman tepki gelecek diye bekliyordum. Türk sinemasını tekrar, canlandırdım , öyle sanıyorum. Ne dersin Ben_sevgi34 ? Yok yok, daha da eskilere gitmek gerekiyor.Türk sineması bile daha yakın. 1800 lü yıllar :-)
Ama yorumun içindeki, ince takdiri çok sevdim.Hele de, o döneme imzasını atmış, yazarların adlarının zikredilmesi bonustu.(sanırım bu devre uygun bir tabir oldu) Teşekkür ederim. Sen diyorsun ki, yazabilirsin ama eskiyi bırak, bugüne bak. Ben ama tozlanmış eskiyi çok seviyorum. Ben Henry Potter lardan, yüzüklerin efendisinden haz almıyorum.Bu hazzı oğluma bıraktım. Ben genç olmayı biliyorum da, o yaşlılığı bilmiyor. Ama o da , seviyor eskiyi. Ufkum geniş benim de ama sevmiyorum işte , ne yapacağız şimdi? :-))))
Acaba artık kessem mi, bu tarzı, düşünüyorum. Kimi arkadaş bu 'tozlanmışlardan' hoşnut. Ne yapmalıyım. Sanırım, bir oradan, bir buradan, aynen devam.
A_ze , bir müddet daha devam edeceğim seriye...:-) Teşekkürler takibin için. Veda'cığım , sevgin için (yazıya ve yazana) bil mukabele diyorum.
Sağlıklarla kalın hepiniz, sevgilerim hepinize...
Elinize saglik kupabeys, bir seyler buluyor insan kendinde..
Ey AŞK,
Neden sen hep imkansızsın ? Neden arkanda kırık dökük kalpler bırakırsın ?
Neden biz senin hasret halini daha çok beğeniriz ?
Neden ben, başta cesaretsiz olan, Ayşe'yi bekleten ama sonra bekleyen, özleyen arkasından aşkının yasını tutan, kendini affetmeyen Doktor Amca'ya kızmayla -hayranlık arasında saliselik duygu geçişleri yaşarım. Belki kadınlardan dinlemişimdir bekleyen aşık hikayelerini...
Mecnun'a göre modern zaman aşk efsanesi bence bu kupabeys. Bu erkeklerde o modern zamanlarda mı kaldı ? Ne dersin ? Tebrik ederim.
Sevgili kupabeys bana demiştiniz hani bir yorumunuzda " artık hikaye ya da roman yaz" diye:) Bunları okuyunca gelde yaz arkadaş:)
Satılmaz benim yazacaklarım.. Bence siz yazın
Bu arada Ahmet Mithatı çok severim...
Neyse ki ara yorumda devam edeceğini gördüm, mutlu oldum.:)
Lütfen "Bir süre" değil "Çok süre" devam etsin, eski Türk filmlerinden, romanlarından aldığım tadı günümüzde -hem de çok iyi- yaşatan Yıldız serisi.
Çoookkk teşekkürler.
Sevgiler