gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

ADI YILDIZ (NASIR EFENDİ)

27 Nisan 2012, 19.06
A- A+
 

Köşeleri hiç sevmezdi Yıldız.

Annesinin uyarılarına kulağını tıkamıştı Sebahat hanım, aşkının gücüne inanıyordu. Varsın, Nasır bey daha önce evlenmiş olsun idi, varsın bir oğlu olsun idi. Ne olmuştu yani, azıcık içiyorsa. Onu seviyordu. Kendisi de çok güzel bir kız değil miydi? Nasır efendinin ne işi olurdu başka kadınlarla, o varken. Ne kadar kibardı, nasıl bakardı gözlerine, bir baktığında...Tiril tiril giyinen, temiziliğine aşırı düşkün olan o değil miydi? Ne kadar mükemmel karakteri vardı. Herkese yardım eden o değil miydi? Cebindeki son kuruşu bölüşüp, sabaha kadar yürüyerek gelen o değil miydi? Üzer miydi onu hiç...

Kızım, gözünü seveyim, baban geldiğinde, hiç yaramazlık yapma hatta, hiç gözüne bile görünme. Odandan çıkma olur mu benim akıllı kızım. Ben seslenirsem gelirsin...

Hava kararmaya başlamıştı. Kış yoldaydı. İyi kapanmayan pencere aralarından, resmen rüzgar giriyordu. Üşüdü Yıldız.

İnşallah bu akşam bir olay çıkmaz evde diye düşündü. Saatler ilerledikçe, korkusu artmaya başladı. Babası eve her geç geldiğinde, bir felaket yaşanırdı . Narin, minicikti Yıldız. Uyuyakaldı...

Nasır efendi, yavaş konuşun ne olur, etraf duyacak, çocuklar uyanacak.Bak neredeyse sabah olmakta. Gel ben size bir kahve yapayım, ondan sonra yatalım.

-Kadın ne diyorum ben sana, çabuk içki getir, duymuyor musun, öldüreceğim yoksa seni.

-Yapmayın ,ne olur yapmayın Nasır efendi. Hiç yakışıyor mu hiç size. Dışarda emir eriniz var, duyuyor. Yapmayın efendim, vurmayın, ne olur.

Saçlarından tuttuğu gibi, salonun köşesine sıkıştırmıştı Nasır efendi, Sebahat hanımı. Yine kaçamamıştı. Sebahat hanımın bedeni, mutsuzluğunun altında ezilmiş, 38 kilolara düşmüş, ufacık kalmıştı. Koruyamıyordu kendini. Köşeye sıkışmıştı yine. Ağızdan çıkmaya hazır, onu zorlayan çığlıklarını tutmaya çalışıyordu. Uyanmamalıydı Yıldız. Nasır efendi onu görmemeliydi. Çok küçüktü daha bedeni, kaydıramayabilirdi her seferinde. Son tokat çok kuvvetli gelmiş, kafasını direkt duvara savurmuştu. Kendini kaybederken duyduğu son ses Yıldız'ın çığlığıydı.

-Anneeee, anneciğim, yapma baba ,yapma, nefret ediyorum senden baba...

Direkt bacaklarına sarılabilmiş, babasının tekmesi ile diğer köşeye savrulmuştu. Bir beyefendi, canavardı Nasır bey. Babasıydı...Duvarda annesinin kan izleri vardı.

-Günaydın Nasır efendi, işe geç kalıyorsunuz. Çayınızı koyayım mı?

-Günaydın Sebahat, koy lütfen, geç kalmayayım işe. Yüzünde, gece yaptıklarından habersiz bir ifade vardı.

Ne yapmıştı Sebahat hanım? Nasıl yapmıştı bu hatayı? Nasır efendinin içmeyeceğini, verdiği sözü tutacağını nasıl düşünebilmişti? Ne kadar mutsuz ne kadar çaresizdi. Ailesine nasıl anlatırdı olanları. Kendi sarmamış mıydı bu belayı başına. Nereye giderdi? Çocuklarının suçu neydi? Bu küçük bedenler ne kadar dayanacakt?. Herşeye katlanmaya hazırdı. Kadınlık gururunun hiçe sayılıp, sürekli aldatılmasına da dayanırdı ama bu içki çok fenaydı. En ufak birşeyi bahane edip sürekli eziyet ediyor, sürekli dövüyordu. Sabah kalktığında, Nasır efendi ,hatırlamıyordu bile yaptıklarını. 'Allah'ım al canımı ' dediği anlarda, birden kendine geliyor , tövbe ediyordu. Çocukları ?

Autumn leaves, çalıyordu radyoda...

-Ağlama Yıldız'ım, ağlama ufacığım, ben iyiyim kızım...Hadi sen doktor Orhan amcana çık, ve sakın birşey anlatma ,olur mu güzel kızım, gel saçlarını da tarayalım...

Sebahat hanım, Yıldız gittikten sonra, yorgun ve acı içindeki bedeni zor atmıştı yatağa.

Tayinleri çıkmıştı. Yeni yer Erzurum'du. Yeni evleri 'toprak evdi'. Yıl, 1950 lerin içindeydi.Belki düzelirdi Nasır efendi. Ne de olsa, gurbette olacaklardı. Evlerinin karşısında, koca bir karargah vardı. Korkardı da belki uslanırdı. Ama, babası, Ahmet Paşa sürekli korurdu onu askeriyede. Kimse, Nasır efendinin hatalarını zikr edemezdi. Ama inanıyordu, herşey güzel olacaktı. Böyle devam edemezdi. Kaç kere, kızını da alıp, Ankara'ya giden otobüse binmişti de, indiğinde, uçakla ondan önce varan Nasır efendiyi karşısında bulmuştu. Sürekli tehdit ederdi.Alır geri getirirdi.

Yemeklerini yemişler, Alev kızı çoktan uyumuştu. Yıldız annesinin koynundaydı. Uyku tutmuyordu Yıldız'ı. Yine içinde bir sıkıntı vardı. Boyundan , büyük konuşmalar yapıyordu annesiyle yine. Çok çabuk büyümüştü, yaşı küçüktü. Korkunç bir gürültüyle sıçradılar yataktan. 'Bekle kızım burada' dediyse de , koştu peşinden annesinin. Alev' de uyanmış, ağlamaya başlamıştı. İnanamadı gözlerine, salona girdiğinde. Salonun ortasında, atının üstündeydi babası. Babası suvari alayındaydı. Tahta kapının üstünde duruyordu at. Babasının arkasında, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, boyalı bir kadın. Kahkahalar atıyor, kendinden emin.

-Nasır efendi, neler oluyor, kim bu kadın?

-Kim mi, ne diyorsun sen kadın, nişanlım benim o, karşınızda Fatma!

-Nasır efendi ne nişanlısı, ben sizin eşiniz değil miyim? Hanım, hadi siz gidin, Nasır bey evli, çoluk çocuklu, utanmıyor musunuz siz?

Yapmayın Nasır efendi, vurmayın, yapmayın...

Anne ,anneciğim kafan kanıyor, kaç anneciğim, yapma baba, yapma...

Köşeleri sevmezdi Yıldız.

Dip not: ADI YILDIZ serisinin Nasır Efendi bölümü devam edecektir.

YORUMLAR

28 Nisan 2012, 12.24
peki madem onaylanmamış ilk yorumum, o halde biraz sinek kaydı tıraşından olsun yorumum napalım:)
geçmişte bu tür olaylar toplumuzda vuku bulmuştur,lakin bunları seriye bağlayıp,ısıtıp ısıtıp önümüze koyulmasını gerçekten anlamıyorum.burda yapılmak istenen nedir yahu.geçmişi yıldız gibi olan kızların kadınların duygularını tekrar depreştirip onların acılarını tazelemek,onları durduk yerde üzmek değildir herhalde.çünkü o çizdiğiniz baba imajına herkes en azından eski yeşilçam filmlerinden aşinadır.işkence gören anasını ve kızını tekrar tekrar biteviye popüler etmek değildir galiba bu yazıdan çıkacak çıkarımların adı.o halde bütün bu zalimlikleri yapan baba figürü de değildir herhalde toplumdan sms yoluyla oyunu artıracak olan adayımız.nedir yani bu sürekli ajitasyondan beslenme hali.içimizin kararması için,şöyle etrafımızda olan biten ritimsizliklere bakmak zaten yeterli.bunun en uç noktasını bulup,bunu da seriye bağlamak iyice karamsar yapmaz mı acaba bizi.ben demiyorum ki gerçekler göz ardı edilsin.ama bir takım yaşanmışlıklar vardır ki, onlar artık yok denecek kadar azdır.bu da onlardan birisidir.ve asıl biz okuyuculara düşen görevse her yazılan blogtan azami ölçüde kendi fikirlerimizin de inkişaf etmesini sağlamaktır.
konu vardır sadece anlatılır,onun çözümü hakkında yazılan çizilenler tas tamam olmuştur ve üstüne artık bir şey söylenemez.ve sadece okuyanları üzmeye yönelik olur ve arabesk bir kültürün depreşmesini sağlamaktan öteye geçmez. 
28 Nisan 2012, 14.31
malesef bu tür olaylar yok denilecek kadar az değil aksine göz ardı edilmemesi gerekecek kadar fazla.. çığlıkları duyulmasın diye hıçkırıklarını içine atan yıldızlar çok çewremizde ama içeri atılan hıçkırıkları biz duyuyormuyuz orası biraz tartışılır. bu olayları senin benim yaşamıyor oluşumuz toplumda az olduğunun bir göstergesi değildir sadece bizim ne kadar şanslı olduğumuzun bir göstergesidir o kadar... 
29 Nisan 2012, 01.31
Bu bölümde öykü iyice şekillenmeye başlamış.
Acı tat bırakıyor ama bunlar hep gerçek.
Ellerine sağlık, yine anlatım çok iyiydi.
Bekliyorum devamını.
Teşekkürler, sevgiler.
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın