FIRTINA….
14 Haziran 2012, 14.53 A- A+Önce bir rüzgâr, nereden duymuş bu iki insanın yola çıktığını, daha derin bir kükreme ile yönünü değiştirdi. Hava gittikçe kapanıyordu. Fırtına bulutları hızla üstlerinde dolaşıyor, nerede başıboş kar varsa toplayıp getiriyordu. Tepeler üzerinde bir girdap gibi dolanıyor, vahşi kolayca paramparça edecekmiş gibi dolaşıyordu. Darbeler halinde nerede nasıl vuracağını santim santim hesaplıyordu... Huzursuz eden bir kapı gıcırdaması gibi tepeden aşağı köpük gibi kar’ı önüne katarak aşağı doğru hızla inmeye başladı. Önüne kattığı çığı bir bobin gibi hızlanmaya başladı. Sesi uğursuz bir şey gibiydi. Kazanılmış bir zafer gibi uğuldamaya devam etti. *Bager durumun vahim olduğunu anladığında köye doğru imdat! Diye bağırdı. Bunu birkaç kez tekrarladı.
Nihayet huzuru bulacağı gün gelmişti çobanın. Bir yıl boyunca evinden, kızından ayrı kalmanın hüznünü geride bırakıp, bütün kışı rahat geçirmek istiyordu. . Herkese koyunlarını teslim etmiş helallik almıştı. Havalar soğumuş kışa tam hazır olmasa da yeterince yakacağı bir kaç hayvanını besleyecek samanı vardı. Bu dağlarda öğrenmesi gereken her şeyi öğrenmişti. Bu topraklarda daha çok insanlığı öğrenmişti.
Köyde durum farklı değildi. Çoban aynı anda evinin önünde içeri girmek üzereyken, kulağına gelen sesle irkildi. Bu bir yardım çığlığına benziyordu. Ahırdaki birkaç hayvana zor şartlar altında yem vermişti. Karısı da dışarıdaki fırtınanın verdiği endişeyle içerde anlamsız bir şekilde çocuğu kucaklamış dolaşıyordu… Çoban içeri girdiğinde karısı ondan korktu geriye bir adım atarak sordu ‘’ne oldu rengin bembeyaz olmuş bir şey mi oldu?’’ dedi. Sedire oturdu, elinden hiç düşürmediği değneği yere vurarak *Berfin’e bakmadan yere konuşuyordu sanki ‘’bir çığlık sesi duydum sanki birileri yardım istiyor’’ dedi. Berfin; ‘’nasıl olur bu havada kim dışarı çıkabilir ki’’ çoban ‘’işte mesele bu ya birileri zamansız dışarı çıktıysa’’ dedi. ‘’daha fazla konuşup zaman kaybetmenin anlamı yok dedi yerinden fırladı. Arkasında korkuyla bağıran karısı çocuğu yere bırakarak tam kapıdan çıkmak üzereyken yamalı paltosunda yakaladı. ‘’ne olur gaipten duyduğun sese kulak verip gitme, sana bir şey olursa biz ne yaparız’’.? Karısının bu çaresiz yalvarmalarına fazla dayanamadı ‘’tamam’’ dedi. ‘’ama iyice emin olduktan sonra gitmem gerekirse giderim’’ karısı ‘’peki’’ diyerek dışarıda bir süre bekleyip üşüdüklerini fark edince içeri girdiler.
Çoban ruhunda bir şeylerin kötüye gittiğini his ediyordu. Karısına bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ikna edebilecek bir çıkış yolu arıyordu. Evin içinde dolaşıyordu karanlıkta yolunu şaşırmış gibiydi. İçindeki insanlık yanı tamamen kendini gösteriyordu. İki elini havaya kaldırarak dua eder gibi, karısının korku dolu gözlerine baktı ‘’Berfin ne olduğunu bilmiyorum bu sesler fırtınanın getirdiği ses, bana ayrılmış bir günahı temizleme şansını doğuracak. Tek isteğim evi telaşa verme aklım sende kalmasın dışarı çıkacağım bir süre iyice emin olduktan sonra karar vereceğim’’ karısı çaresiz evet demek zorunda kaldı.
Fırtına bütün şiddetiyle esmeye devam ediyordu. Yükseğe daha yükseğe çıkan bu dalgalamalar görüş mesafesini sıfıra indirmişti. Sanki ıslık çalar gibi ses çıkarıyordu. Fırtınanın ortasında kalan *Bager ile *Kevok kendilerine ayrılan yaşamın bitmek üzere olduğunu fark ettiler. Kevok umutsuzca Bager’e seslenerek ‘’bir şey işitiyor musun?’’ dedi hayır anlamında başını iki yana salladı. Daha fazla konuşabilecek durumları yoktu. Yalnız arada bir Bager sesini yükseltebilecek kadar bağırıyordu. Kevok güçlü bir bedene sahip olmasına rağmen bazen yere düşüyor, Bager hemen kolunda tutarak kaldırmaya çalışıyordu. “Hayatın kısalığı uzun süreli ümitleri olmayacaktı ve bu dağ başında tükenmek üzereydi. Sanki Bulanık bir rüyadaydılar, fırtına dinecek oda sevdiğiyle iki serçe gibi karın üstünde sekeceklerdi. Kızın bilincinin kapanmasından korkuyordu. Koy başını omzuma uyukla sevdiğim diyemiyordu. Sevdiği kız düşüncelere dalmış çocuk gibiydi ses çıkmıyordu. Kulağına fısıldıyordu bırak uyusun diyordu. Bunu yapmayacağını bile bile fırtınanın ortasında sağlıklı düşünmesini engelliyordu.
Dışarıda bekleyen çoban sırtında sadece yatarken çıkardığı yamalı paltosunu başının üstüne atarak, gelen sesleri iyice dinlemeye başladı. Bir sesin tekrar yankılandığını duyduğunda içi tekrar korkuyla irkildi. Derin dehliz de geliyordu san ki, bir imdat! Sesiydi, bir yardım çığlığı ne olursa olsun gitmeliydi. Karısına seslendi '’acele buraya gel’’ karısı çocuğu yere bırakarak kocasının yanına gitti. Kocası ‘’bak ses geliyor’’ o anda bir çığlık daha yankılandı kulaklarından. Bu seferki ses daha acıklıydı çoban karısını yamalı paltosunun altına alarak şöyle dedi. ‘’Çaresizliğin ne olduğunu ben bilirim kurtlar sürüye saldırdığında ne kadar biçare kalmıştım, o iki kişi olmasalardı ben şimdi daha beter durumda olacaktım. Belki de bütün sürüyü kurtlara kaptıracaktım. Şimdi ne olursun bana izin ver gideyim. Yoksa sonra çok üzülürüm’’. Karısı hüzünlü dolu bakışlarla ‘’tamam git ama çok dikkatli ol’’ temennisinde bulunduktan sonra çoban içeri girdi. Kalın yün çoraplarını giydi. Eldivenlerini taktı, yanına götürebildiği kadar yün kazak aldı, ahırda zincire bağlı köpeği yanına aldıktan sonra, karısını alnında öptü kızını doya sıya birkaç kez öptükten sonra, bir kaç metre gidince köpeğin havlama sesleriyle fırtınadan gözden kayboldu.
İçlerinde çaresizlik, umutsuzluk dinmiyordu. Ne yapacakları bilemeden, hangi yöne gideceklerini şaşırmıştılar. Bager iyice Kevok’un yanına sokularak, boynundaki poşuyu çıkararak onun beline zar zor bağladı sonra poşunun diğer ucunu iyice koluna bağladı. Fırtınanın tuzağına kaptırmak istemiyordu. İçini çektikten sonra Kevok’a şöyle dedi ‘’fırtına bizi birbirinde ayırmasın o zaman daha zor olur’’ Bager Kevok’un gözündeki minnet duygularını okuyabiliyordu. Gözünde damlayan bir damla yaş yanağında buz tuttu. Hani önlerinde biraz uzun mesafeyi fark etseler mutlaka yönlerini bulacaklardı. Fırtına o kadar çok yorgun düşürmüştü ki yönlerini bulamıyordular. Tek umutları telefon direkleri, daha uzun baktıklarında gözleri tipiyle doluyordu. İkisi bir anda göz göze geldiler, neredeyse bakışlarını kaçıracakken, gözlerinden yakaladı. ‘’sakın ha sakın vaz geçmek yok’’ bakışlarını tekrar geri vererek zoraki bir gülümseme belirdi dudaklarında. Rüzgar hızını artırmıştı kevok düşmek üzereyken elini duvara tutunmak istermiş gibi bir sarsıntı geçirdi. Düşmekten son anda kurtuldu. O bir kış gününde kaybetmek istemiyordu. Hüzünle baktı Bager’e açılmak isteyen gözleri tipi ile doldu.
Ayakta durmaları artık imkânsız hale gelmişti. Oturup dinlenmek istediklerinde bunun imkânsız olacağını çok iyi biliyordular. Oturmak ölüme davetiye çıkarmaktı. Önce vücutlarına bir rehavet gelecek kan dolaşımları yavaşlayacak ölümün soğukluğunu bile his etmeyeceklerdi. Acımasızca bedenlerini yalayan fırtınanın vızıltısı kulaklarını çınlatıyordu. Arada bir sesini yükseltip yardım çığlıklarını atıyordu. Daha fazla nefesini tüketmek istemiyordu. Bager ileri giderek görüş açısını yakalamak istedi fakat olmuyordu. Beyaz bir şamar gibi suratının orasında darbeyi yiyordu. Ayakta kalmaya çalışan iki yaprak gibi dallarından ayrılmamaya yemin etmiştiler sanki. Yıkılmak bilmez iki kaleydiler. Ancak, güçlü olmak bir yerde sona eriyordu. Yapmak istediklerini hayata geçirememek onları kahrından öldürecekti.
Ölmek istemiyordular bu dağ başında onların yazgısı olmayacaktı. Sonra tekrar durup etrafına bakındı çaresizliği kabul etmek istemiyordular. Kader çerçevesinde ne olursa olsun değil de bunu kendileri için başarmak zorundaydılar. Başka da gelecektekiler için yapmak zorundaydılar. Yardımlı ya da yardımsız bunu başarmak zorundaydılar. Önce kendisi için bir zihin tanımlaması yaptı. Aklında kalan bir çıkış yolu bulmak zorundaydı. Sesli yardım istemek hemen imkânsızdı. Hatta konuşmak imkânsızlaşmıştı ağzını açtığından bir avuç tipi ağzına dolup kelimeleri ağzında boğuyordu.
Etraf beyazdı, varsın olsun çekip gideceğim bu dağlardan diye düşündü. Maksat şu an hayatta kalmaktan ibaret olsa da yapmak istediklerini yapmamanın endişesi vardı. Bager arada bir Kevok’a bakıyor gözlerini görmek istiyordu. Mutlaka bir anlam bulacak hissi vardı. Kevok gücü azalmış bir şekilde Bager diye seslendi. ‘’benim takatim kalmadı sen git kendini kurtar şimdiye kadar ben olmasaydım çoktan kurtulmuştun’’. Bager; Sen kalırsan bende kalırım öleceksek beraber öleceğiz kurtulacaksak beraber kurtulacağız’’. Bu söz karşısında onun gözlerine daha hayran baktı. Tek bir sözcük ayrıldı dudaklarından, başına bir sözcük getirmedi. Kader onların etrafında ölüm olarak dönüyordu. Sevdiğini bırakıp gidemezdi. Tek bir işaret bile bırakamayacaktı. Mezar taşı bile olmayacaktı. bu tanrının bile unuttuğu dağ başında. Soluk soluğaydı ne gökyüzüne bakabiliyor nede yeryüzüne sevdiğine mehtabı, geceleri gösteremeyecekti. Neşesiz bir göz olacaktı artık. Uluyan fırtına, bembeyaz ölüm olarak etrafında dönüyordu.
Böylece her ikisi de sakinlemeye çalıştılar. Etrafına bakınmaya çalıştı, bir sesin fırtınanın böğürtüsünü yararak kulağına geldiğini fark etti. Bager ‘’heyecanla Kevok dinle bir ses duyacaksın bu ses bizi kurtaracak’. Kevok’u inandırmak için bak duyuyor musun? Dedi. Bageri bu umuttan uzaklaştırmak istemiyordu. Evet, anlamında başını salladı. ‘’Kevok bizim sesimizi duymuşlar iyice dinle’’ dedi.
Çoban bu dağlarda yaşamın ne kadar zor olduğunu biliyordu. Fırtınada nasıl hareket edeceğini ise daha çok iyi biliyordu. Ucuz bir kahramanlık gösterisi onun yaşamını sona erdirebilirdi. Şimdiye bu dağlarda nice insanlar fırtınalı günler yaşamış niceleri sakat kalmış, bir o kadar da ölmüş. Çoban telefon direklerinin konumunu bildiği için ilerleme konusunda fazla endişesi yoktu tek derdi gelen yardım çığlığını duymak ve onları bulmak. Yanındaki köpeği fırtınanın verdiği felaketten çok yardım, edeceği birilerinin olduğunu sezmiş gibi bir hali vardı. Havlama sesini sık tekrarlıyordu.
Çok yorgundu Kevok dizlerine kadar kara gömüldü. Bager yalvaran gözlerle baktı ağlamaklı bir sesle ‘’seni bırakmam, hele bu durumda hiç bırakmam, biraz gayret’’ uzun uzun Kevok’un gözlerine baktı sustu. Bager’in yalvaran bakışlarına daha fazla dayanmadı bütün gücünü kullanarak ayağa kalkmaya çalıştı. Ayaklarını his etmiyordu. Fırtınanın sesinde kulakları duymuyordu. Duyan biri gibi ‘’evet Bager bende ses duyuyorum’’ diye bildi gözleri kaydı başı Bager’in omzundan yana düştü bayılmıştı. Bager’ öylesine acıyla bağırdı ki ‘’kevokkkkkk!!!!’’
Bu ses çobanın kulağına kadar gitmişti. Köpek gelen sese tepki olarak havlamalarını sıklaştırdı. Çobanda bağırmaya başlamıştı fırtınanın sesinde sesin tam olarak nerden geldiğini kestiremiyordu. Fakat bildiği bir şey vardı telefon direklerini takip edip yolunu şaşırmamasıydı. Zorda kalan bazı insanlara yardım edeceğini bildiği için içindeki coşku hiç dinmiyordu. Gelen ses derin bir kuyudan geliyordu sanki. Bu insana yardım etmek, yüksek inancını taze tutmak için karşıdan sesin devamlı gelmesini umut ediyordu içinden. Başka türlü onlara kavuşmak imkânsızdı.
Bager yaşamın değerinin olmadığını düşündü bir an. Damarındaki kanın daha hızlı dolaştığını his etti. Kevok’un ağırlığı altında kara daha fazla batıyordu. Bağıramıyordu çünkü ağırlık altından sesi çıkmıyordu. Ama ara sıra durup kısık sesle bağırıyordu. İçinde sanki gizli bir kuvvet vardı kevoku sırtladığında kuvvetten düşeceğini sanıyordu ama tam tersi olmuştu. Kara daha fazla batmasa nerdeyse kurtulacağını yüksek sesle bağıracaktı.
Köpek havlamaları daha yakınında geliyordu. Kevok’u hemen karın üzerine uzatarak gelen sese kulak verdi. Oda daha heyecanla bağırmaya başladı o kadar yorgundu ki sesin çıkmadığını fark etti. Bir süre ayakta yorgunluğunu atmaya çalışarak tekrar bağırdı. Kovuk’un yanına diz çökerek onu ayıltmaya çalışıyordu.
Gelen sesler çok yakınında geliyordu artık. Sustu sesin geldiği yönü iyice anladıktan sonra hareket etti. Köpek zincirden kurtulmak istiyordu. Bunu anlayan çoban zinciri bırakarak, köpek daha hızlı bir şekilde o yöne fırladı. Birkaç adımdan sonra köpeğin durduğunu fark eden çoban heyecanla o yöne yöneldi. Onları bulmuştu, çoban onları bulmanın sevinciyle içindeki tereddütleri atarak yanlarına geldi. Gördükleri karşısında gözlerini iyice açarak, endişesini gidermeye çalıştı.
Bager diz üstü çökmüş Kevuk’un vücudunu sıcak tutmak için gelişi güzel hareket ettiriyordu. Çobanın yorgunluğu hayretler karşısında sevince dönüşmüştü bu iki insan sofrasını paylaştığı hayatını borçlu olduğu insanlardı. Yüreği yerinden oynadı sanki. Bager eliyle gözlerini silerek çobana baktı. Gördüğü bir rüya olsa gerek diye düşündü. Kevok’a seslendi. Hadi kalk artık kurtulduk diye bağırarak onu bağrına bastı. Sonra çobana dönerek bizi nasıl buldun diyerek minnettarlığını sundu. Çoban’’sırası değil konuşacak zamanımız olacak hadi kevok’u alıp gidelim’’. yanında getirdiği kazakları Kevok’a sararak yola koyuldular. Bager korkuyla karışık yolu bulabilir miyiz? Diye endişeyle sordu Merak etme köpek bizi götürür diye merakını dindirmeye çalıştı.
Bütün olup bitenler bitmek üzereydi. Kötü başlayıp sevinçle bitmek üzereydi. Bager’in içi minnettarlıkla doluydu. Eve gelmiştiler Bager sobanın yananında ısınmaya çalışıyordu. Berfin kevok’u uyandırmaya çalışıyordu. Bir yanda da leğenin içindeki kar ile onun el ve ayaklarını ovuyordu. Çünkü morarmıştı bir kaç dakika daha gecikse donmaktan kimse kurtaramazdı onu. Acısı çok derindi, fakat acıya alışması gerektiğini öğrenmişti. İstemlerine cevap vermeden ölmek istemiyordu. Beklentisi vardı mücadele gücünü sağlamlaştırmak istiyordu. Yoksa bir damlası gibi soğuktan donardı. Hem şimdi ölmek zamanı değildi. Lanetlemek isteklerini erteleyip, acıyı sevince dönüştürmek gerekirdi. Bir ara çoban karısına sırtı dönük olarak Kevuk’un durumunu sordu. Berfin biraz zor olacak ama iyileşecek.
Çoban ile Bager kısık sesle konuşuyordular. Dışarıdaki fırtnanın şiddeti bütün hızıyla devam ediyordu. Kapı aralığında gelen tipi loş odanın ortasına kadar geliyordu. Gecede çökmek üzereydi. Bager bütün cesaretini toplayıp ayağa kalktı. Bir ara sendeledi tam düşecekken çoban kolunda tutup doğrulmasını sağladı. Halen vücudu fırtınanın etkisiyle titriyordu. Sonra Çobana dönerek ‘’gece yarısı fırtına dinerse ben gideceğim. Yalnız Kevok burada kalsın’’ dediğinde çoban hayretle gözlerine baktı. ‘’Bu köhne odayı başıma yıksalar dahi seni bu gece bırakmam’’. Minnet dolu gözlerle çobana baktıktan sonra ‘’tamam o zaman’’ dedi ve zorlukla tekrar mindere oturdu.
Gece ilerledikçe Kevuk daha rahat uyumaya başlamıştı. Bu durum herkesi çok memnun etmişti. Bager sobanın yanında minderde uyumuştu. Çobanda sırtını odanın ortasında direğe dayamış, başı omzuna kaymış öylece uyuyordu Berfin ise kevuk’un yanı başında oturuyordu.
Sabah olduğunda fırtına bütün şiddetini kaybetmiş güneş keyfini çıkarıyordu dağların arasından. Fırtınadan savrularak gelen misafirler yorgunluktan halen uyuyordular. Sobanın içinde çatırdayarak yanan tezekler odanın ortasında duyuluyordu. Kevuk’un yüzünde gülümseme vardı. Sanki uykusundan tatlı rüyalar görüyordu. Bager uzun süre uyuduktan sonra uyandı. Etrafına bakındı uyuduğu yeri yadırgamış bir hali vardı. İçindeki tereddüttü attıktan sonra Kevuk’un uyurken yüzündeki tebessümle kendine geldi.
Toprak üstünde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalanlar, bazen de yaşamın güç anlarına şahit olurlar. Herkesin sofrasında paylaşmak istedikleri bir parça ekmeğin olması, ne kadar mutluluk verici olduğunu paylaşmayı sevenler ancak anlar. Çoban içeri girdiğinde Kevuk’un dinç ve tamamen iyileşmesi onu çok sevindirmişti. İnsani duyguları sağlam olanlar ancak bu durum karşında sevinir. Oturdular beraber kahvaltı yaptılar. Bager çobana saygıyla bakarak ‘’sana ne kadar çok teşekkür etsek azdır. Hem hayatımızı kurtardın, hem ekmeğini paylaştın’’ unutma ki sizde hem hayatınızı tehlikeye attınız hem de hayatımı kurtardınız’’ yaşam bu olsa gerek bir birlerine karşı minnet duygularını sunduktan sonra çoban ayağa kalkarak akşam karanlığında gidersiniz aceleye gerek yok. Hem Berfin size kete pişirir. Bager bir kez daha çobana hayran kalmıştı. Bu dağlarda bu insanın insanlığını koruması kadar büyük erdemlilik olmaz diye düşündü.
İnsanca yaşam, istekler karşısında kendi gücünü kullanamamak. Temelden var olan her şeyini kendi isteğin doğrultusunda kullanamamak. İnsanları derin bir güçsüzlüğe itip onun sırtında kendi yaşam standardını üst seviyeye çıkarmak, güçsüzlerin tahammül edeceği bir şey değil. Kendi savunma kudretini kullanamamak. Hayvani eziyetler altında bir yaşam düzeni sürdürmek. İnsanın kendini feda edeceği ne olabilir? Namusu için toprağı için vatanı için. Bu erdemlilikler için insanın yapamayacağı şey yoktur. Hele birilerin gelip kendi öz toprağında senin yaşam biçimini idame ettirmesi hem de güç kullanarak bunu yapması elbette insanı derinden sarsar.
Saygılar....
-------------------------------------------------------------------------
* Bager…. karla birlikte esen şiddetli rüzgar.
*Kevok………...Güvercin
*Ber’fin………..berfîn: 1.karlı. 2.kardelen çiçeği.
*İsim olarak'ta kullanılabiliyor
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir