Sokaklar
13 Ekim 2012, 00.17 A- A+
Sokaklarda geçti çocukluğum, gençliğim. % de 98 in bilmediği görmediği yerleri gördüm. İstisnai durumların her birisiyle karşılaştım hepsinin üstesinden geldim.
Çoğu zaman yardım edenlerim oldu sıkıntıları böyle atlattım. Babam her iki senede şehir değiştiren bir memur değildi. Ben lojmanda büyüyen, önceden belirlenmiş arkadaşlarına hemen alışmak zorunda olmayan bir sokak çocuğuydum.
Sokaklardan öğrendim ne öğrendiysem. Dilime yapışan kelimelerde bir çok kader cezalısının payı var. Sokak kültürünü öğrendim. Kültür diyorum buna. Çünkü gerçek bir şeyler yapıyorduk. Mahallelerde geziyorduk. Belalar alıyorduk başımıza. Kavgalarda öğrendim ağır başlı atışmayı. Dayak yediğim oldu, zarar verdiklerim de oldu.
Ailemde herkes hızlı yaşadı. Abilerim de ablalarım da kaplarına hiç bir zaman sığmadılar. Uslu bir çocuk seçeneğim olmadı. Ağdalı bir dili sokakta konuşmak utanç vericiydi. Hala da öyledir çoğu yerde. Ben, bana lazım olan bütün alt yapımı sokakta öğrendim.
Bilge ruhlu kabadayılar gördüm. Dilinden zehir akan miskinleri, içten pazarlıkçıları gördüm. Sert büyüdüm. Ama evin iki sütunu olan babam ve anneme dayanarak büyüdüm. Sağduyuyu öğrendim onlardan. Sokakta konuştuğum dilimle eve gelirdim. Sorulara evetli hayırlı minvalli cevaplar verirdim. Kısa konuşurdum. Eve geldiğimde başka bir jargona dönüşemezdim.
Çünkü sokaktaki kelimelerimi hiç argo olarak tarif edemedim. Çünkü gerçek bir iletişim vardı. Meramı anlatan en kestirme ve net ifadeleri tükettik hep. Hiç kimsenin diğerinin cümlesinden polemik çıkarma şansı olmazdı. Siyasi niyetli kurmaca düşünceler hiç olmadı.
Yani satranç hamlesi yapar gibi iki cümle sonrasını düşünmeye çabalamazdık. Evet, kimilerine göre bu kültürün bana bir takım zararları olmuştur illaki. Ama bana göre bunların hepsini yaşamak varmış diye düşünürüm hep.
Karanlıklar çöktüğünde ateşin etrafında muhabbet eden kar kayakçıları gibi olmadık belki. Ama en az onların ağzından dökülenler kadar çok kelime çıkıyordu ağzımızdan.
Konuşuyorduk. Dilimizden dökülen bir hayat vardı. Anlaşılıyorduk. TRT'nin güzel konuşan spikerlerini aramıza alıp dalga geçiyorduk. Çünkü o çıplak kelimeler, sokaktaki gerçekliğin % de 1 i bile değildi. Bunlar kim diyorduk. Uzaylılar mı geliyor, korkuyorduk birazda:)
Çünkü saçmalıktı. Çünkü her şey sokaktaydı. Bakkal, lokanta, taksi, dolmuş, mağazadaki satıcı ve sair herkes benim gibi konuşuyordu. Gerçeklik bizdik. Orada oturup, hiç bir zaman içini mimiklerimle dolduramadığım kelimeleri söyleyen spikerler tarafından dönüştürülmekten nefret ediyorduk. Bedenimiz ağzımızdan çıkan kelimelerle o kadar uyumluydu ki, pandomim yapar gibi kelimelerimize yol tarifi yapardık.
Sonra ben büyüdüm. Bir çok çemberden geçtim. Büyüdükçe dilimde uysallaştı. Bazılarının argo dediği kültürüm de kendi ekseninde evrilmeye başladı. Ama bir iz kaldı bana. Hiç kimsenin yıkamayacağı bir adalet ölçüsü kaldı bana. Masaya masa kadar, sandalyeye de o kadar değer verme şanssızlığı kaldı bana.
Okumaya başladım. Değişik dil prensiplerini dinlemeye başladım. Kendimi de okutmayı ve dinletmeyi de ihmal etmedim. Harman oldum. Yabalandım, yabaladım. Karıştım herkese. Herkese bir niyet verdim beni onunla düşünsün diye. Herkesten bir niyet aldım onunla düşüneyim diye.
Sonra dünyada iyice görünür olduğumu anladım. Çok büyümüştüm. Etrafımdaki çalının çırpının kesildiğini gördüm. Ego diye bir şey öğrendim. Ama en geç ben öğrenmeye çalıştım. Çok kaçtım. Titan saadet zinciri misali, ego tarikatına üye olan herkes, egoya çevirdiği herkes için ödül alıyordu. Tarafsız bir bölge seçtim kendime. Ne saadet ne ödül dedim. Ne çok istedim, ne de yalnızım diye ağlayıp sızlandım.
Egolara istemediğim halde tahammül etmektense kendime saygımı hatırladım ve ret ettim hepsini. Evet bunun bana göre tesellisi başkalarına göreyse cezası yalnızlık oldu. Sürekli mutsuz ve mutsuz riyakar olmaktansa kendi başıma mutluluğu başarmayı öğrenmek zor oldu. Ama bunu yapabildim. Yalnızlığımla mutlu olmayı yapabildim.
Herkesin herkese tahammül gösterip, arkasından en ağza alınmayacak laflar etmesini, ben sokakta öğrendim kültürümle sansürleyip yüzlere karşı diyorum. Sokaklardan, mahallelerden geçmeyen bir çocukluk her zaman bir tarafı hep eksik bir hayattır.
Kendimi anlattığım bir dile asla argo demedim ve küçümsemedim. Çünkü kendimi ayrıştıracak bir kompleksim hiç olmadı. Dünyanın binde 999 su sokakta mahallede gezip tozarak tecrübe edinerek hayatı anlıyor. Bu yaşama kültürü her zaman her yerde söylenmeli.
Ha, kimsenin Yavuz Bülent Bakiler veya Hakkı Devrim olmasının da önünü kapamış değiliz. Birisi diğerimiz ile iletişim kursunda nasıl kurarsa kursun yani. İster gramerin % de yüzünü kullansın, isterse kendi tarzını konuştursun. Ama ne yaparsa yapsın, asla hakaret niyetli bir dil kulanmasın. Olay niyette yani.
Bana yıllarını veren bir kültürü aşağılamak meziyet sayılıyor bazı çevrecikler tarafından. Ben senin ''frapan'' demene nasıl karışmıyorsam sende benim ''vay tehlikeymiş'' dememe karışma yani. Herkes herkesin alanına girsin çıksın. Ama mandacılık yapıp sömürmeye kalkmasın yani. Dil orduları hazırlamayalım yani.
Net büyüdük ve basit olamayacak kadar çözümlü büyüdük çoğumuz. Bazılarımız daha kırılgandır. Daha hassastır. Bize göre olan şakalar başkasına göre hakarettir. Çünkü tanımamıştır bilmemiştir o tarzı. Bazı şanssız diyaloglar arada bir gerçekleşebilir. Bunlarda öfkeyi azdırmayan cinsten olunca bir mahsuru yok yani.
Hassas insan hassas insanı bulsun. Gerçekçiler gerçekçileri bulsun konuşsun okusun okutsun. Aklı başından akanlarda önüne konan kaba boşalsın gitsin yani.
Beni kimse bir başkasına hakaret etmediğim sürece kelime haznem ile yargılayamaz. Özgürüm. Eğer sevilmiyorsam görmezden gelinmeyi tercih ederim. Ama riyakarca yüzüme gülünmesini istemem. Poliyannacılık oynamayacak kadar akıllandırdı hayat. Kimse kusura bakmasın. İdare etmek yok artık.
Siyasi becerisi olan gitsin parti kursun. Kanında bir asaletin olduğunu zanneden gitsin saraylarda dedesinin padişahları nasıl çekiştirdiğini araştırsın. Ama olsun saraylı saraylıdır! dimi.
Benden bir nükteyle bitireyim.Deve yavrusuna gezginin birisi sormuş, senin ne kadar güzel bir aerodinamğin var öyle. Yanındaki annesi yavruya demiş, yavrum şu Harvard'da okuyan birinden bahsediyordun arada, görüş nedir bu sorunun cevabı. Telefonu açan öğrenci arkadaş soruyu duyar duymaz gülmeye başlar. Soruyu soran gezgin bu cahilin gülmesini duyduktan sonra demiş ki, keşke ona sormasaydın, ben onun hocasıyım, kendisine arkadaşları hep deve derler. Gezgin, anne ve yavrusu bu hatırayı ömür boyunca unutmamışlar. Akıllarına ne zaman nerede gelirse gelsin gülmüşler. Kelime bir araç değildir. Amacın ta kendisidir. Naçizane:)
Çoğu zaman yardım edenlerim oldu sıkıntıları böyle atlattım. Babam her iki senede şehir değiştiren bir memur değildi. Ben lojmanda büyüyen, önceden belirlenmiş arkadaşlarına hemen alışmak zorunda olmayan bir sokak çocuğuydum.
Sokaklardan öğrendim ne öğrendiysem. Dilime yapışan kelimelerde bir çok kader cezalısının payı var. Sokak kültürünü öğrendim. Kültür diyorum buna. Çünkü gerçek bir şeyler yapıyorduk. Mahallelerde geziyorduk. Belalar alıyorduk başımıza. Kavgalarda öğrendim ağır başlı atışmayı. Dayak yediğim oldu, zarar verdiklerim de oldu.
Ailemde herkes hızlı yaşadı. Abilerim de ablalarım da kaplarına hiç bir zaman sığmadılar. Uslu bir çocuk seçeneğim olmadı. Ağdalı bir dili sokakta konuşmak utanç vericiydi. Hala da öyledir çoğu yerde. Ben, bana lazım olan bütün alt yapımı sokakta öğrendim.
Bilge ruhlu kabadayılar gördüm. Dilinden zehir akan miskinleri, içten pazarlıkçıları gördüm. Sert büyüdüm. Ama evin iki sütunu olan babam ve anneme dayanarak büyüdüm. Sağduyuyu öğrendim onlardan. Sokakta konuştuğum dilimle eve gelirdim. Sorulara evetli hayırlı minvalli cevaplar verirdim. Kısa konuşurdum. Eve geldiğimde başka bir jargona dönüşemezdim.
Çünkü sokaktaki kelimelerimi hiç argo olarak tarif edemedim. Çünkü gerçek bir iletişim vardı. Meramı anlatan en kestirme ve net ifadeleri tükettik hep. Hiç kimsenin diğerinin cümlesinden polemik çıkarma şansı olmazdı. Siyasi niyetli kurmaca düşünceler hiç olmadı.
Yani satranç hamlesi yapar gibi iki cümle sonrasını düşünmeye çabalamazdık. Evet, kimilerine göre bu kültürün bana bir takım zararları olmuştur illaki. Ama bana göre bunların hepsini yaşamak varmış diye düşünürüm hep.
Karanlıklar çöktüğünde ateşin etrafında muhabbet eden kar kayakçıları gibi olmadık belki. Ama en az onların ağzından dökülenler kadar çok kelime çıkıyordu ağzımızdan.
Konuşuyorduk. Dilimizden dökülen bir hayat vardı. Anlaşılıyorduk. TRT'nin güzel konuşan spikerlerini aramıza alıp dalga geçiyorduk. Çünkü o çıplak kelimeler, sokaktaki gerçekliğin % de 1 i bile değildi. Bunlar kim diyorduk. Uzaylılar mı geliyor, korkuyorduk birazda:)
Çünkü saçmalıktı. Çünkü her şey sokaktaydı. Bakkal, lokanta, taksi, dolmuş, mağazadaki satıcı ve sair herkes benim gibi konuşuyordu. Gerçeklik bizdik. Orada oturup, hiç bir zaman içini mimiklerimle dolduramadığım kelimeleri söyleyen spikerler tarafından dönüştürülmekten nefret ediyorduk. Bedenimiz ağzımızdan çıkan kelimelerle o kadar uyumluydu ki, pandomim yapar gibi kelimelerimize yol tarifi yapardık.
Sonra ben büyüdüm. Bir çok çemberden geçtim. Büyüdükçe dilimde uysallaştı. Bazılarının argo dediği kültürüm de kendi ekseninde evrilmeye başladı. Ama bir iz kaldı bana. Hiç kimsenin yıkamayacağı bir adalet ölçüsü kaldı bana. Masaya masa kadar, sandalyeye de o kadar değer verme şanssızlığı kaldı bana.
Okumaya başladım. Değişik dil prensiplerini dinlemeye başladım. Kendimi de okutmayı ve dinletmeyi de ihmal etmedim. Harman oldum. Yabalandım, yabaladım. Karıştım herkese. Herkese bir niyet verdim beni onunla düşünsün diye. Herkesten bir niyet aldım onunla düşüneyim diye.
Sonra dünyada iyice görünür olduğumu anladım. Çok büyümüştüm. Etrafımdaki çalının çırpının kesildiğini gördüm. Ego diye bir şey öğrendim. Ama en geç ben öğrenmeye çalıştım. Çok kaçtım. Titan saadet zinciri misali, ego tarikatına üye olan herkes, egoya çevirdiği herkes için ödül alıyordu. Tarafsız bir bölge seçtim kendime. Ne saadet ne ödül dedim. Ne çok istedim, ne de yalnızım diye ağlayıp sızlandım.
Egolara istemediğim halde tahammül etmektense kendime saygımı hatırladım ve ret ettim hepsini. Evet bunun bana göre tesellisi başkalarına göreyse cezası yalnızlık oldu. Sürekli mutsuz ve mutsuz riyakar olmaktansa kendi başıma mutluluğu başarmayı öğrenmek zor oldu. Ama bunu yapabildim. Yalnızlığımla mutlu olmayı yapabildim.
Herkesin herkese tahammül gösterip, arkasından en ağza alınmayacak laflar etmesini, ben sokakta öğrendim kültürümle sansürleyip yüzlere karşı diyorum. Sokaklardan, mahallelerden geçmeyen bir çocukluk her zaman bir tarafı hep eksik bir hayattır.
Kendimi anlattığım bir dile asla argo demedim ve küçümsemedim. Çünkü kendimi ayrıştıracak bir kompleksim hiç olmadı. Dünyanın binde 999 su sokakta mahallede gezip tozarak tecrübe edinerek hayatı anlıyor. Bu yaşama kültürü her zaman her yerde söylenmeli.
Ha, kimsenin Yavuz Bülent Bakiler veya Hakkı Devrim olmasının da önünü kapamış değiliz. Birisi diğerimiz ile iletişim kursunda nasıl kurarsa kursun yani. İster gramerin % de yüzünü kullansın, isterse kendi tarzını konuştursun. Ama ne yaparsa yapsın, asla hakaret niyetli bir dil kulanmasın. Olay niyette yani.
Bana yıllarını veren bir kültürü aşağılamak meziyet sayılıyor bazı çevrecikler tarafından. Ben senin ''frapan'' demene nasıl karışmıyorsam sende benim ''vay tehlikeymiş'' dememe karışma yani. Herkes herkesin alanına girsin çıksın. Ama mandacılık yapıp sömürmeye kalkmasın yani. Dil orduları hazırlamayalım yani.
Net büyüdük ve basit olamayacak kadar çözümlü büyüdük çoğumuz. Bazılarımız daha kırılgandır. Daha hassastır. Bize göre olan şakalar başkasına göre hakarettir. Çünkü tanımamıştır bilmemiştir o tarzı. Bazı şanssız diyaloglar arada bir gerçekleşebilir. Bunlarda öfkeyi azdırmayan cinsten olunca bir mahsuru yok yani.
Hassas insan hassas insanı bulsun. Gerçekçiler gerçekçileri bulsun konuşsun okusun okutsun. Aklı başından akanlarda önüne konan kaba boşalsın gitsin yani.
Beni kimse bir başkasına hakaret etmediğim sürece kelime haznem ile yargılayamaz. Özgürüm. Eğer sevilmiyorsam görmezden gelinmeyi tercih ederim. Ama riyakarca yüzüme gülünmesini istemem. Poliyannacılık oynamayacak kadar akıllandırdı hayat. Kimse kusura bakmasın. İdare etmek yok artık.
Siyasi becerisi olan gitsin parti kursun. Kanında bir asaletin olduğunu zanneden gitsin saraylarda dedesinin padişahları nasıl çekiştirdiğini araştırsın. Ama olsun saraylı saraylıdır! dimi.
Benden bir nükteyle bitireyim.Deve yavrusuna gezginin birisi sormuş, senin ne kadar güzel bir aerodinamğin var öyle. Yanındaki annesi yavruya demiş, yavrum şu Harvard'da okuyan birinden bahsediyordun arada, görüş nedir bu sorunun cevabı. Telefonu açan öğrenci arkadaş soruyu duyar duymaz gülmeye başlar. Soruyu soran gezgin bu cahilin gülmesini duyduktan sonra demiş ki, keşke ona sormasaydın, ben onun hocasıyım, kendisine arkadaşları hep deve derler. Gezgin, anne ve yavrusu bu hatırayı ömür boyunca unutmamışlar. Akıllarına ne zaman nerede gelirse gelsin gülmüşler. Kelime bir araç değildir. Amacın ta kendisidir. Naçizane:)
YORUMLAR