gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

MURAT.

19 Ekim 2012, 15.20
A- A+


Canı evden çıkmak, geç saatlere kadar çayırlarda, tarlalarda, kırlarda dolaşmak istedi. Akşama doğru dağın tepesine çıkıp batıdan gelen sarıçamların kokusunu solumak istiyordu. Gri dağının muhteşem karlı zirvesini seyretmek istedi. Dağ başında akşam güneşinin batışını ufuktan seyretmek, esen yelin yelpaze gibi suratını yalayan esintiyi hissetmek istiyordu. Yıllardır böyle bir şeye hasret kalmıştı. Hani dağın başına çıkıp, azıcık sesini inceden ayarlayıp bir sevda türküsü söyleseydi, heyecanını doruklara çıkarsa fena olmaz mıydı? Kim görebilirdi ki, varsın deli divane desinler ne çıkardı. Bu isteklerinden bir an sıyrılarak tarlaya gitmenin vakti diye düşündü. Traktöre bindi tarlaya doğru gitti.

Murat on iki kardeşin en küçüğü, tek erkek evladıydı. Henüz sünnet olmadığı için babası o sene tarla işlerini bitirdikten sonra İstanbul’a kirvesinin yanına gidip sünnet olacaktı. Bu onun için büyük heyecandı. Hem sünnet olacak hem de İstanbul’u görecekti. Çocuksu tavırlarından ödün vermiyor, devamlı babasının boynuna sarılarak ne zaman gideceğini tekrarlıyordu.

                Murat, sabah kalktığında çok neşeliydi. Sağa sola koşuyor, oynuyor, şarkı söylüyor, evlerinin karşısındaki sığırtmaççılara sesleniyordu. Annesi tandırda ekmek pişirmiş akşam yemeği için hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Bir ara dışarı çıktı Murat’a seslendi ‘’evin önünde oyna fazla uzaklara gitme’’, dedi. Tamam, sözünü alınca, o da ev işlerine devam etti. Babası tarla işlerini tamamlamış eve dönüyordu…

                Babası eve doğru traktörle gelirken; evin önünde oynuyordu Murat. Murat’ın sevdiği köpeği de ot yığının gölgeliğinde sere serpe uzanmış serinlemeye çalışıyordu. Köpek uzakta Murat’ın geldiğini görünce hınzırlığını gösterip kuyruğunu oynatmaya başladı. Bunu fark eden Murat köpeğiyle oynama isteğini hiç bu kadar hissetmemişti. Koşarak köpeğe doğru gelmeye başladı, tam köşeden dönüp köpeğin yanına gelmişken aniden köpek Murat’a havladı…

Babası köşeyi geçtikten sonra dönecekti, bir anda Murat gözünün önünde belirdi, frene basmak istedi, Murat’ın yolu geçtiğini görünce frene basmaktan vazgeçti. Aynı anda havlayan köpekten korkarak geri kaçması babasının yüreğine hançer gibi saplandı. Ayağını frene götürmesi ile Murat’ın feryat sesi aynı anda duyuldu…

                Babası traktörden indi Gri dağın yamacında yuvarlanmış gibi sendeledi diz çöktü. Beyninde bir uğultu nefessiz kaldı bir an. Yüzünde şiddetli bir yumruk vurdu, gömleğini yakasından tuttu düğmeleri teker teker kopardı, kalbinin üstüne şiddetli bir yumruk vurdu. Bu kalbi yerinden söküp bu acımasız köpeğe mi atsaydı? Ah seni tüylü canavar ah! Açlıktan kapıyı tırmaladığında sana ekmek veren Murat değil miydi? Yerden bir taş aldı göğsüne, başına defalarca vurdu. Kan dehşetle derinleşmiş yüz çizgilerinde çenesinde aşağı akıyordu. Bu yıllara meydan okuyan baba yüreği şimdi de evlat acısı ile dağlandı. Kız çocuklarının bağrışlarını, kendilerini yerden yere vurmalarını duymuyordu bile…

Kız kardeşi bağırdı " anneee Murat öldü! ". Sesin geldiği tarafa kulak kabarttı önce, bu sözün anlamını kavramaya çalıştı. Ayağa kalktı, şakağından kurşun yemiş gibi sendeledi. Bir an durdu, beyni bunun bir felaket olduğu sinyalini verince avazı çıktığı kadar bağırarak kapıdan dışarı fırladı. Hangi yöne gideceğini şaşırdı aşağı doğru ırmak vardı. Doğru gitmeyi yeğledi. İnsanların toplandığını görünce hızlı koşmaya başladı. Tam duvar gibinde gittiği için duvara çarpa çarpa gidiyordu. Şuursuzca bağırıyordu. Toplanan insanlar annesinin geldiğini görünce yol açtılar. Oğlunun traktörün ön tekerleğin arasında kanlar içinde yattığını gördü. Önce yüzüne şiddetle vurmaya başladı. Başındaki yemeniyi fırlattı attı, saçından bir tutam eline geçirdi. Bağırdı, elini indirdiğinde avucunda bir tutam saç vardı. Bağırışları kayalıklarda yankılanıyor oradakilerin yüreğini param parça ediyordu. Dudaklarında tek sözcük yükseliyordu " Murattttt Yavrum! "

Ele avuca sığmayan Murat bebekliğinden bu yana bir saniye bile heyecanı dinmeyen anne, ona bir süre baktı. Uzun kara kirpiklerinin arasında siyah gözlerinin parıltısını görmek istedi. Kirpiklerine hüzün çökmüştü, o sevimli yüzüne acının izleri halen tazeydi. Dokunamıyordu, sanki çok uzaktaydı. Alnından aşağı dökülen kanı bembeyaz yüzünü pembeleştirmişti.

Anası dokunmaya korkuyordu, ürkek adımlarla yanı başına diz çöktü. Bir an durdu, içinde bir şeyler tek tek kopuyordu. Titreyerek parmak uçlarıyla dokunmaya çalıştı. Elini göğsüne attı bir annenin evladını doyurma hissi ile. Başını kucakladı oğlunun, aldı üstüne çekti onun kanlı bedenini göğsüne bastırdı. Feryat etti…

Babası iki büklüm olmuş bir adım ötede diz üstü çökmüş, donmuş gibi bakıyordu. Sanki az sonra gök gürleyecek, şimşek çakacak, yağmur bastıracak köyü sel basacak, O ise; kanatlanarak oğlunu kurtaracaktı. Annenin "Ah! Yavrum " sesleri yürekleri dağlıyordu. Kız kardeşlerinin her birini teskin etmek imkânsız gibiydi.

Neler görmedi ki bu topraklarda; ırgat oldu, rençper oldu, çobanlık yaptı, gurbette çalıştı. Sırf Murat'ına ermek için. Erkek evladın yok dendi görücü usulüyle evlendiği karısının üstüne kuma getirsin, kuması ona oğul versin diye. Hiç birisini yapmadı. Murat doğduğunda yemin etmişti, bir boğayı besiye çekmiş, bütün köylüye ziyafet çektirmişti. Ve bu yeminini yerine getirmenin rahatlığını yaşıyordu. Bir anlık dikkatsizlik, kapısında beslediği köpeği Murat’ın ölümüne sebep olmuştu...

Babası nereye gitse tembih ederdi ‘’Murat’a dikkat edin, bir şey olmasın’’ diye. Gitti şimdi, hem de tembih ettiği kendi elleriyle öldürdü onu.

"Ey Komşular! Gökyüzü bana başka bakıyor, yapraklar susmuş, çiçekler artık kokmayacak, ben artık göğsümde Murat'ımın sıcak nefesini hissetmeyecek miyim? Önünde duran, sesini çıkarmayan oğlu evin önünde çığlık çığlığa oyun oynamayacak mıydı? Nasıl korkunç bir şeydir bilir misiniz? Karısı ile göz göze geldi bir suçlu mahcubiyetiyle sustu! Sustu! Sustu! İçi kan ağlayarak...

 

Bir anne düşünün ki; onun on iki çocuğunun tek erkek olanı artık yok. Gelecekleri, umutları, yaşlandıkları zaman onlara şefkat elini uzatacak oğulları yerde cansız yatıyor artık.

Gördün işte, erkek evlat diye diye yıllarca çalıştın. Yaşamın boyunca kemiklerini kemirecek bir illet gibi köklerim yeşermeyecek diye dağları, tepeleri arşınladın. Gizemli soyun klan köklerin nerede? Dağlarımızın ağladığını gördün mü?

                Böyle kaybetti evladını göremeden İstanbul'u, işte böyle tamamladı hayatını. Ve yeşil ovalardan, salınan kınalı kuzusunu hiç göremeyecekti.

Sesi, bedeni yok gibiydi. Hatta kendi adından söz ettirmek istemiyordu. Sanki bu dünyayla bağlantısını koparmıştı. Yaşamı unutmuştu. Sonra düşündü o belki yaşama küsmüştü ama yaşamı onun yaşamına bağlı karısı ve çocukları vardı. Bir daha yaşamak isteseydi böyle bir yazgıyla imtihan edilmesine isyan edebilirdi.

 

YORUMLAR

19 Ekim 2012, 15.34
Aslında bu yazıyı Bayramdan sonra bloga vermeyi düşünüyordum. Özdür'un ısrarına dayanamadım. Yazıdaki bazı düzeltmeler içinde Ona teşekkür ediyorum..   
19 Ekim 2012, 15.47
Bu sadece sizin emeğiniz DIGOR, ben yayınlanmadan önce okuma lüksüne sahip oldum ve bunun için size çok teşekkür ederim. Kaleminize, emeğinize sağlık çok güzeldi anlatım, hikaye.
19 Ekim 2012, 15.53
DIGOR elinize sağlık. Öyküyü çok beğendim.. Ömer Seyfettin kimi yerde içimizi nasıl dağlarsa siz de bana aynısını yaptınız..Kutlarım.
19 Ekim 2012, 16.34
        Bu ortamda hepimizin belli bir tarzı oluştu sanki,bu yönde yazılarda senin kaleminde hayat buluyor,düşündürüyor...Saklanması gereken bir yazı çıkarmışsın ortaya madem Özdür'ün de katkısı var teşekkür ikinize gelsin..''Murat'a dikkat edin,O'na bir şey olmasın''...Sevdiklerimize dikkat edelim,kol-kanat gerelim...Sevgiler Digor...
19 Ekim 2012, 17.39

Değerli Digor..

     Dramatik iç acıtan,acı,bir o kadar da “Gelenek adında” Anadolu’da maalesef çok ocağın içine kor bırakan bir gerçek..Yazınızı okumaya başladığım da başka bir yazıya hala gülerken gözümden düşen damlalar,bir anda acı seline dönüştü..Çok acı ...

  Cahiliye dönemi olarak bilinen İslamiyet öncesi Arap toplumlarında erkek çocuklara;mensubu olduğu aileyi belirleyen “ibn_i Ali=ali’nin oğlu yahut eb_u Talip=Talib’in babası”gibi insana dair isimler verilirken,kız çocuklarına “saniye,salise rabia” gibi Türkçe’de sıra numarası olarak bildiğimiz “birinci,ikinci dördüncü…”şeklinde, eşya yada hayvan sayarcasına  kelimeler isim olarak kullanılmıştır..(Elbette istisnaları var..Bu gelenek özellikle İsevi yahut Musevi olmayan putperestlerde yaygın ve 3.semavi din olarak henüz İslamiyet ortaya çıkmamışken)

   İslam Peygamberi dini tebliğ ederken bu hususa tepki vermiş ve bir rivayete göre müslüman babası müslüman olmuş sahabelerden birine sayı kelimesi olan çocuğunun ismini “..Zain_ul ab=babasının mücevheri,değerlisi” anlamına gelen ve de zamanla Türkçe’de “zeynep” olarak şekillenen bu adla  değiştirmesini salık vermiştir..İsmimin anlamını araştırırken bulduğum bilgilerden biri idi ve ne yazık ki sahihliğini araştırmama rağmen kesinleştiremedim..(Kesin bilgi değildir) Ama öylesi manidar ve devrim niteliğinde bir kısas idi ki gönlümden doğruluğuna inandım..

     Allah dinlerin en sonuncusu ve o dinin kutsal kitabi ile şereflendirdiği bir peygamberine erkek de dahil çocuklar verdi..Hayatta kalmasına izin verdiği ise tek ve de kız evladı Hz.Fatıma oldu..Akabinde sahip olduğu torunları da peygamberimizin hayatta kalan tek ve de kız evladından olan Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin idi

    Şimdi soruyorum;erkek evlat sahibi olmak madem bu kadar önemli,toplumsal itibarda olmazsa olmaz gereksinim ise,Allah yarattığı beşerlerin en şereflisine yani Peygamberimize  neden bu şerefi nasip etmedi?Böylesi özel bir insanı,toplumsal anlamda onurlandırmak adına ona düzinelerce erkek çocuk vermek yerine neden verdiklerini bile daha çocuk hatta bebek çağlarında geri aldı? Kız çocuklarına yapılan haksızlığı önlemek adına “bakın,bu o kadar gerekli olsa idi ben bunu peygamberime nasip ederdim…Aklınızı başınıza toplayın,evlat ayrımı yapmayın.Ben öyle uygun gördü isem tevekkülle kabullenin,isyan edip aşırıya kaçmayın ” uyarısı olabilir mi aceba..!!

   11 dünya şirini kız evlat..Her biri birer “zain_ul ab”..Bir erkek uğruna hiçe sayılan mücevherler,yok sayılan yaşamlar…

    Hiç kimseyi yok saymamak lazım..Yok saydıklarımız seslerini duyuracak yetiye,cesarete sahip olmasada,onların varlığını bizlere duyuracak bir irade var..Ve onun sesi ne yazık ki çoğumuzun kulaklarını sağır,gözlerimizi ağlamaktan kör ve yüreklerimizi dağlayan bir çığlıkla beliriyor hayatlarımızda… Ölümün sessiz çığlığı ile..

    ”Allah’ın sopası yoktur,kulu kendi eliyle kendine dövdürür”.. bu  sözdeki manayı hakkı ile anladığımızda kimbilir belkide yaşamlarımız daha bir güzelleşecek,acılar azalacak….

Kaleminize sağlık Digor..Toplumsal bir yaramızı acı bir hikaye ile hatırlama ve düşüncelerimizi paylaşma şansı verdiniz..Teşekkürler..


 

19 Ekim 2012, 17.44

Digorrrrrrrr...........

Akşam akşam bunu bize yapmayacaktın. Yemin ederim sanki olayı bana yaşattın. İçim yeisle doldu.....YÜCE RABBİM hiçbirimizi evlat acısıyla sınamasın.....

ellerine,  kalemine, YÜREĞİNE  sağlık....SÜPER BİR ANLATIMDI!!!!!!!

19 Ekim 2012, 18.34
    Emek verilerek yazılmış, düşündüren bir yazı olmuş.Özellikle "Gizemli soyun klan köklerin nerede?" tartışılası bir cümle. İçinde çok şey barındırıyor. Ellerinize sağlık DIGOR...
19 Ekim 2012, 18.45
Bir Yaşar Kemal romanı okur gibi oldum DIGOR. Bir de dejavu benzeri bir şey yaşadım nedense. Sanki burada okumuştum gibi geldi, bir gerçek hayat hikayesiydi o da. Yine anne böyle saçlarını yola yola feryat ediyordu traktörün ezdiği yavrusu için. Allahım kimseye kimseye evlat acısı vermesin. Digorr, böyle yazma bir daha bak, inan o derece etkilendim.
19 Ekim 2012, 19.23
Evet Arkadaşlar... bu yazının benden de derin acısı vardır... yazıda sözü edilen ''Kirve''ne yazık ki benim.. İnsanların kaderi o kadar çok benziyor ki Atayanın sözü ettiği hikaye küçük bir kızın hikayesiydi oda bir babanın hayattaki acımasız kaderiydi. o çocukta dağdan inerken arabanın tekerleği arasında kalmıştı.  Buna benzer daha çok olaylar var... Bu yazıyı yazarken Murat'ın babasını aradım halen içi buruk, halen hayata küskün, halen kendine lanetler okuyor.  Keşke, keşke diyorum sadece ''kurgu olsaydı. :( 
bu yüzden Goethe'nin dediği ''yaşam derttir''
19 Ekim 2012, 21.07
Off be Digor ne zaman okusam sizi ağlıyorum.Bir daha okumuycam sizi.Allah acılı anne babaya sabırlar versin .
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın