gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

TEHLİKELİ DÜŞÜNCELER!..

05 Aralık 2012, 12.46
A- A+

 

Yılın Nisan ayıydı, olağanüstü bir gündü aslında. Gece boyunca yağan yağmur, her tarafı sular altında bırakmıştı.   Gün boyunca devam etmişti. Gökyüzünde karabulutlar hiç eksik olmamıştı. Adeta kötü bir olayın habercisiydi. Günün laneti geceden başlamıştı!..

<Geçip gitmekte olan, işe yaramaz, sonu olmayan ve içi kederlerle dolu bir yaşam. Tekrarı olmayacaktı, uzayıp giden koridorda dolaştıkça korkularını halen yenememişti. Atalarında yasaklara karşın; açlık ve yoksulluklarla geçmişti. Savaşların, bağnaz gelenekler onun yaşamına direkt etki yapmıştı. Her geçen gün ölüm onu kendisine daha çok yaklaştırıyordu. Bazen beynindeki düşmanını yenmeyi kendinden deniyordu. Zerre kadar bir güç görseydi başa çıkabilir miydi? Onu da bilmiyordu!  Sevdiği adam ve çocukları yanında olması yetmez olmuştu. Hiçbir zaman vaz geçmediği namazı asla aksatmaz, Allah’a sığınır dualarını saatlerce tekrarlardı…>

Gece yarısına kadar, bazen de sabahlara kadar, insan belleğinin yetişemediği düşler ülkesine gidiyordu.  Aklının alamayacağı düşüncelere dalıyordu. Yemeden sadece su içerek sabahlardı. Gençliğinde kalan tüm düşünceler aç köpekler gibi beynini parçalıyordu. 

Zamanın unutmadığı bir geçmiş hayal etmişti. En azında sevdiği adama kavuşmamanın hüznünü yaşamıyordu. En büyük destekçisi o olmasına rağmen onunda yapabileceği, bir noktada bitiyordu. Hastanede can çekişen insanları gördükçe göğsünde bir sancı his etmişti. Yetmiş yaşını devirmiş bir adamın; yaşam savaşını gördüğünde, yaşamın her alanında beynindeki düşmanı gene saldırıya geçiyordu. Yokuş aşağı taş taşıyan bir arabanın, çıkardığı gıcırtı gibi beyninin içini kemiriyordu, içinde bir çığlık kopuyordu. Adeta makineli silahını doldurup geçmişini temizleyebilirdi…

Güzellik verilmişti. Aşk-sevgi verilmişti. Hem de yürekleri dağlayan bir güzellik verilmişti. Alçak gönüllük ama insanların kılıcına işledikleri suçlarını, günahları her gün kalbine saplamalarına dayanma gücü kalmamıştı. İşte bunlar bir karabasan gibi hayatına damga vurmuştu. Kendi beynini aşındıran bu ileten, nasıl kurtulabilirdi ki? Bu düşüncelerden kurtulmak istercesine, kızının elinden tutarak okul yoluna saptılar…

Okula geldiklerinde zil çalmak üzereydi. Kızının yanına diz çöktü, küçük ellerini avuçlarının arasına aldı. Öptü yüzüne sürdü. Kalbi her dokunuşta daha hızlı çarpmaya başladı. Ağlama isteğini bastırmaya çalışıyordu, bunu başaramayınca bıraktı kendini, ağlayarak; ‘’seni çok seviyorum, sizi çok seviyorum’’ son söz fısıltı şeklinde çıktı, kızı bile duymadı. Kızı da ‘’seni çok seviyorum Anneciğim’’ hıçkırıklarını tutamadı. Bu sözü aldı kalbinin en derin yerinde yerleştirdi. Ders zilinin çaldığını duyunca, kızı gitmeye çalışırken, o halen elini tutmaktan direniyordu…

Evine gitmesi gerekirken o, durakta bekleyip ilk gelen arabaya binip gitmişti. Bilinmeyen bir güç elinden tutarcasına denizin kenarına getirmişti. Bilinçaltını tahrip eden beynindeki düşmandı! Tehlikeli düşüncelere meydan okuyamıyordu. Tek düşüncesinin küçük kızının bir gün gerçeği öğrenecek olmasıydı. Gökyüzüne baktı parlak ayı, mehtabı denizde parlayan yakamozları görmek isteği, kahpe düşünceler engellemişti. Bir şeyi hatırlamış gibi yaptı geceye daha zaman vardı.  Hâlbuki gündüzdü. Tam da yazgısının ona sunduğu fırsatları toplayamamıştı. Ah! Tüm pencerelerini açsaydı bu dünya, onu bir daha göremeyecekti… 

Limanda yaklaşan gemileri gördü. Seyreden biri değildi. Limana yaklaşmakta olan bir vapurun sesi ile irkildi.  Düşüncelerinin yıkıp yıktığı gövde sanki onun değildi.  Kafası bomboştu nasıl hareket edeceğini, bedenini hangi yöne götüreceğini bilmiyordu? Düşünleri, bilinçaltı adeta sabote edilmişti.

Dalgın gözlerle etrafına baktı, zamanın derinliğinde yitip gitmişti.  Dönüşü olmayan bir yoldaydı.   Sonra hiçliğe dönüşerek batan güneş gibi anılarda kalacaktı.  Arkasından sevdiklerini bırakarak gidecekti…

Acıyla dudağını ısırdı. Kara bulutlar bir karabasan gibi üstüne çökmüştü.  Bulutların hüzünlü geriliminde kendini kurtaramadı. Dalgalar kayalıkları acımazsıca dövüyordu. Evrenin yükünü sırtlamış gibiydi. Önce gökyüzüne baktı; Allah’ın himayesinde başka ümidi olmayan biriydi.  Son kez arkasına baktı, aç martıların bağırışları arasında kendini soğuk sulara bıraktı. Azgın dalgalar onu acımasızca önce kayalıklara çarptı, sonra derinlere indirdi. Nefessiz kaldı son bir çırpınışla yukarı çekmek istedi yorgun bedenini, başaramadı.  Gökyüzünde kocası ve çocuklarının siluetini görür gibi oldu. Son yaklaşıyordu gözleri tuzlu suyun acımasızlığına dayanamadı, eli halen havadaydı, indirmedi diğer elini de havaya kaldırdı.  Tuzlu su ciğerlerini paramparça ederken kızının ‘’seni seviyorum anne’’ sözü hafızasında kalan tek şeydi. Karanlık gece her şeyi kara bir örtü gibi kapattı.

Adam eve gelmiş, yorgunluğunu gidermeye çalışıyordu. Gün boyunca içindeki sıkıntının anlamını çözememişti; işaret parmağını şakağına dayamış adeta beynini delmeye çalışıyordu. Orasını kurcalayan bir düşünce rahat vermiyordu! Zaten kapıyı kimse açmamıştı, cebindeki anahtarla kendisi açmıştı. Az sonra kızı içeri girdi, telaşlı hali beyaz yüzüne yansımıştı. ‘’Kızım annen nerde’’ deyince? Kızı; annesinin kardeşini okula götürdükten sonra, henüz gelmediğini’’ söyledi. Telaşla ayağa kalktı, pencereye doğru gitti. Kalbine sanki bir ok saplanmıştı acıyla sızladı. Ceplerini karıştırdı, aramak istediğinin cebinden düşürmüş, bir ruh haliyle dışarı attı kendini…

İlk işinin hastaneye gitmek olduğu sezileriyle direkt hastaneye gitti. Çünkü daha öncede hastalandığı zaman hemen hastaneye giderdi. Hemen danışmaya gitti durumu anlattı. Danışma; isim sorgulaması yaptıktan sonra, böyle bir kişinin kaydının olmadığı cevabını alınca, kapıdan tam çıkmak üzereyken; bir polis memurunun bir anonsu dinlediğini fark etti. Ama o, dışarı çıktı, başka bir hastaneye gitmeye karar verdi kendi kendine. Bir süre gittikten sonra sanki biri kolunda tutarak anonsu dinleyen polise gidip sorması gerektiğini söyledi. Söz dinleyen bir tavırla sert bir dönüş yaparak koşar adımlarla polise gitti. O,içerde oturmuş bilgisayarın başında uğraştığını görünce, polis onu fark etti. ‘’Buyurun’’ dedi. Hemen söze girdi durumu anlattı. O durumu anlattı, isim ve eşkâl vermeye başladıkça, polis daha dikkatli bakmaya başladı.  İçeride iki polis daha vardı, onlar ikisinin arasındaki konuşmayı dinlemekle yetindiler. Polisin sakinleştirici tavırlarını fark edince, sadece telaş etmemesi gerektiğine yormuştu. Polis masanın üzerindeki not kâğıdından gözünü ayırmıyordu, not kâğıdını ters çevirdi; ‘’buyurun oturun’ deyince, kan basıncının hızlandığını his etti. Kalbi hızla atmaya başladı.

Bir elini sandalyenin üstüne koydu. Alıştırmaya çalıştığı soru-lar soruyordu, Polis; ‘’kaç çocuğunuz var’’ dediğinde, bedeni sarsılmaya başladı, duymak istemediği kelimenin çıkmaması için ona yalvaran gözlerle baktı. Bu soruların sırası mıydı? Nerden çıktı der gibi anlamsız bir ifadeyle polisi baştan aşağı hızlı bir şekilde süzdü. Aceleyle sorulmuştu sanki. Polis ayağa kalktı; kolundan tuttu ısrarla oturmasını istedi. O ise gözleri iki kat daha açmış, nefes alışları sıklaşarak polisin beden dilini çözmeye çalışıyordu. Polis o kadar iyi niyetli olmasına rağmen, her tavrında felaketle donatılmış gibi görünüyordu gözüne. Polis, bir sürü teskin edici sorudan sonra, söylemesi gerekeni dudakların arasında kekeleyerek çıkardı ‘’başınız sağ olsun.’’ Bu söz adeta beynine nişan alınarak söylenmişti. Saniyenin onda biri bile dayanamayarak yere dizüstü düştü. Diğer iki poliste yanına geldi; kolundan tutarak kaldırmaya çalıştılar. Sanki bütün sinir sistemi çökmüş, sarsılıyordu. Düşünceleri darmadağın, bedenine hüküm edemiyordu; ağlamaklı ‘’Ne olur memur bey! Bana başka söz söyleyin! Kaza geçirdi deyin! Kolu koptu deyin! Kafası kırıldı deyin! Ne dersseniz deyin ben bu kelimeyi kabul etmiyorum. Bundan sonrası kendinden geçmiş gibiydi. Sesi hastanede yankılanmaya başladı…

Gece yarısına kadar bir sürü bürokratik formalitelerden geçti. Son olarak teşhis iki polis koluna girdi götürdüler. Gidip gördüğünde beyaz çarşaflara bürünmüş bir çocuk gibiydi.  Ak gerdanına süzülen kan yüzündeki acıyı yok etmişçesine kapatmıştı. Duyguları bütün yasaklarını kaldırmış, kaynayan volkan gibi dışa vurdu. Hıçkırıklarla sesi buzlu odadan yankılandı durdu…

Sanki onunla tatlı tatlı fısıldanıyordu: Her dokunuşunda, her hıçkırığında yüreğindeki basınç beynine sıçrıyordu. Bazen nefes alışını kontrol etmeye çalışıyordu. Sonra derin soluk verdiğinde, nefesi havada donuyordu buzlu odada. Hüzünle buğulanan gözleri kapanmak üzereydi. Ah! Seni kahpe ölüm; seninle ben de karşı karşıya geleceğiz elbet, meydan okuma isteği, yorgun bedenine gelen bir titreme ile diline varmadan dondu kaldı. Sesi kısıldı, kulakları uğuldadı, elleri titremeye başladı…

Dağılmıştı, yele karşı savrulan bir yaprak gibiydi. Uçurumdan yuvarlanmış paramparça olmuştu sanki. Yarım aralık kalmıştı gözleri o, sevgiyle bakan göz feri sönmüş, yüzü beyaz bir örtü kaplamıştı. O, yanıp tutuştuğu sevdası cansız yatıyordu. Meleklere yalvaracaktı kaldırın, yürüsün diye, o artık gökteydi, o artık yüreğinde parlatacaktı güneşini. Gevşemişti bütün duyguları içindeki yara hiç bir zaman gönülden gitmeyecekti.  Ve bundan sonra, acılara katlanmak için ne kadar cesaretleneceğine bağlıydı. Soğuk alnından öperek vedalaştı. Elinde iki şey kalmıştı; ölüm ve yalnızlık…

Zaman hızla akıp gidiyordu bir hafta sonra; evinde yapayalnız acılarıyla baş etmeye çalışıyordu. Sigara paketini çıkardı, içinde kırılmış bir dal kalmıştı. Dudakları titriyordu. Fakat fazla sürmedi, içindeki birikmiş acıyı gözyaşlarıyla boşalttı. Başını iki yana salladı. Çektiği sigara dumanı içinde yanan bir orman ağacı gibi çatırdadı. Öksürdü, fırlattı attı. ‘’Lanet olsun!’’ Ardında kalktı pencereyi açtı, içeride ki duman serbest kalmış hayalet gibi pencereden sıvışarak çıktı. Koltuğa oturdu, derin bir iç çektikten sonra elini başına koydu. Çok şiddetli bir baş ağrısı beynini patlatırcasına yerleşti. Diğer elini sertçe yere indirerek, ayağa kalktı, kendini sokağa attı.    Yabani, çılgınca, umutsuzlukla, paramparça olmuşçasına bağırdı avazı çıktığı kadar, şehrin kirli havası ciğerini delip geçti. Aklından geçen tek şey neden? Neden?...

Karanlık içerisinde kayboluyordu, kimselerin anlayamadığı, içindeki acıyı, sızıyı dişlerinin arasında kurşun gibi sıkarak. Bundan sonra karanlık gecelere, ayaz gecelere kar düşmüş kaygan sokaklarda sevdiğinin bakışını arayacaktı…

YORUMLAR

05 Aralık 2012, 14.35
Adeta gerçekmiş gibi yüreğim dağlandı. Sanki olayı bire bir yaşadım. Öylesine başarılı bir anlatım ki söylenecek tek bir söz var. TEBRİKLER DIGOR......( Kısa metrajlı bir film olarak çekilecek derecede başarılı bir çalışma.....Emeğine yüreğine sağlık)
05 Aralık 2012, 14.50

     Merhaba Değerli DIGOR,,,

     Konu bir romandan mı alıntı,sizin hayal gücünüzün bir ürünü mü yoksa gerçek bir yaşanmışlık mı bilemiyorum..Aslında önemi de yok sanırım..Nihayetinde zaman zaman 3. Sayfa haberleri olarak karşımıza çıkabilen bir realiteyi aktarmışsınız..Acı ama gerçek maalesef..

     Evlilik özgürlüğünüzün belki yarısını ipotek altına vermeyi kabullenmek ise;anne-baba olma kararı,bırakın özgürlüğünüzden tavizi, yaşamınızın tamamından başka hayat yada hayatlar adına vaz geçebilmeyi kabullenmek demektir..Dünyaya gelme kararına kendi istekleri değil, onların adına bizlerin karar verdiği CANları yarı yolda bırakma lüksüne hiç birimiz sahip değiliz..Bireysel özgürlük ve seçimlerde sınırsızlık ise yaşam biçimimiz o vakit yarı yolda kimseyi bırakmamak adına ne kimsenin dünyasının parçası olmalı ne de başkalarını dünyamızın parçası yapmayı anlık rastgele kararların altından kalkabileceği basitlikte algılamamalıyız..Yaşamak bir oyun değildir..Şakaya gelmez..Ölüm ile dans etmenin ise;yoruldum mola istiyorum ya da ben bu dansı sevmedim,vazgeçtim tarzı mızıkçılık yapma lüksü olamaz..Kısaca Değerli DIGOR…Anlatımınız da ben tek bir yere takıldım..Etkilendim... parağrafsmile Resmi. Cümle; Tek düşüncesinin küçük kızının bir gün gerçeği öğrenecek olmasıydı”..

     Bu cümlede kast ettiğiniz 2 boyutta algılanabilir sanırım..Ya utanç verici bir gerçek kadının geçmişine ait ki bence bu ihtimal,öncesinde kadına dair anlattığınız mükemmel tasvire göre imkansız görünüyor..2. ihtimal ki ben bu anlamda algıladım,yorumumu ve öfkemi de bu ihtimal üzerine oluşturdum....Annesinin intihar ile bu dünyadan ayrılma gerçeği..Evet öfkelendim hem de çok öfkelendim..Çünkü neden her ne olursa olsun..Yaşam hakkı kutsaldır..Ve sadece başkalarının hayatına kast etmek değildir bu kutsala ihanet..Kendi yaşam hakkımızın sadakatli yari ve de muhafızı olabilmektir  gerçek anlamda erişkin olmak özelliklede başka CANları kendimize güvendirip dünya yoluna yolcu olmaya sevk etmiş isek..!!!

     Emeğinize ve kaleminize sağlık DIGOR..Teşekkürler..

Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın