GÜVEN...
08 Aralık 2012, 15.54 A- A+Sanki her biri ailemizin bir ferdi gibiydi. Bir nevi amcamız, dayımızdı onlar…
Kimlerden mi bahsediyorum? Mahallelerimizin küçük esnaflarından… Bakkal, manav, kırtasiye, tuhafiye…
Hayatımızda yer alan birçok küçük mutluluk gibi onlarda teslim oldular zamana… Ha yok oldular ha yok olacaklar… Direniyorlar kapitalizmin oyunlarına, ayakta kalmaya çalışıyorlar… Ama nafile bir gayret bu… Aç gözlülüğün, paranın, para peşinde koşanların karşısında kim ayakta kalabilmiş ki bu hayatta?
Siz hiç itimat veya güven isminde büyük bir market veya alış veriş merkezi duydunuz mu? Duydunuz varsayalım… İsmi sizde emniyet hissi uyandır mı hiç?
………………………………………………………………………………………………
Bizim bakkalın kalın bir veresiye defteri vardı. Maaşlı çalışan tüm insanlar gibi oda ay sonunu iple çekerdi. O kalın veresiye defterinde borçlar büyüdükçe büyür ama o ödemesini yapamayanlara sesini çıkarmaz, sabırla beklerdi. Sonunda bir gün borçlu kişi çıkagelirdi. Önce bakkal müşterisine dükkanında kendisinin demlediği çaydan ikram ederdi. Müşteri ince belli bardakta çayını yudumlarken bakkal hesabı toparlardı. Hesapta bir uyumsuzluk söz konusu olsa bile bir şekilde orta yolda buluşulurdu. Hesap ödendikten sonra da mutlaka karşılıklı helallikler alınırdı. Sizden hiçbir alışveriş merkezinde helallik isteyen oldu mu? Olmamıştır muhtemelen… Daha adımınızı atar atmaz detektörlerle karşılandığınız yerde sizden helallik mi isteyecekler? Girdiğiniz her mağazada sizleri potansiyel hırsız yerine koymuyorlar mı? Şu canım kredi kartları olmasa hangisi nakit parasız size bir tek iğne bile verir ki? Neyse…
Ama bizim bakkallarımız öyle miydi? Daha içeriye girer girmez güzel bir koku karşılardı insanı? Aradığımız her şeyi bulmak mümkündü… İğne ve iplik gibi dikiş malzemeleri,temizlik malzemeleri, kremler, kolonyalar, kırtasiye malzemeleri( defter, kalem, kağıt, defter yüzü, silgi), aspirin ve gripin ne arasanız bulmak mümkündü. Elbette yiyecek malzemelerini saymaya gerek bile yok…
Hafta sonları, bayram günleri de dahil sabah en erken onlar açardı dükkanlarını ve yine en geç onlar kapatırdı ekmek teknelerini…
Hafta sonları, bayram günleri de dahil sabah en erken onlar açardı dükkanlarını ve yine en geç onlar kapatırdı ekmek teknelerini…
………………………………………………………………………………………………
Bir de mahalle kasaplarımız vardı. (Vardı diyorum çünkü küçük yerleşim merkezleri hariç şehir merkezlerinde yaşayanlardan pek kapılarını çalan yok artık) Önlerinde kedi ve köpeğin eksik olmadığı bu dükkanların camekanlarını buzdolabı şeklindeydi ve etler sıra ile bu camekanlarda asılı dururdu. Ciğer gibi sakatatların yeri ise genelde ayrı olurdu.
Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama bu dükkanların birçoğunda aynı inek resmi olurdu. Hatırlamanız için biraz ayrıntıya gireyim…. İneğin budu, sırt kısmı ve diğer kısımları ayrı renklerle işaretlenmişti ve üzerinde isimleri yazıyordu. Bilmem hatırlayabildiniz mi? Bana çok denk geldi bu resim:)
Kasapların da bakkallar gibi veresiye defterleri olurdu. Ancak bakkalların ki kadar kalın olmazdı bu defter. Mahalle kadınları evde ki küçükleri yani çocukları gönderirdi genellikle kasaplara. Anam mesela… Her seferinde sıkı sıkıya tembih ederdi bana… “ Amcana söyle kıymayı iki kez çeksin, unutma!” . Bazen çocuğun eve getirdiği et beğenilmezdi. Kıyma çok yağlı ya da az yağlı, et kemikli ya da kemiksiz diye geri gönderilirdi ve kasaplar hiç itiraz etmeden sattıkları malı geri alıp isteğe göre değiştirirlerdi. Hangi markette satış fişiniz elinizde değilse satılan malı geri aldılar?
………………………………………………………………………………………………
Bizim manav yaz aylarında tezgahını daha bir güzel süslerdi. Sırf tezgahları değil, dükkanını da süslerdi. Balonlar, yanan fenerler cirit atardı dükkanda… Kavun ve karpuz ayrı bir köşede ama birbirinden ayrı dururdu. Domates ve patlıcanlar yine bir birine yakın olurdu. Pazarda meyve daha ucuz olduğu için sanırım tezgahlarda pek meyve bulunmazdı ama sebzenin her çeşidini görmek mümkündü.
Bir yaz manav tezgahında içerisinde mum yanan karpuzdan bir fener görmüştüm. Hala gözlerimin önünde:) Çok küçüktüm sanırım, bayağı etkilenmiş olmalıyım. Bir de manava kavun ve karpuz geldiği günleri hiç kaçırmazdım. Arabadan karpuzlar imece yoluyla atılarak taşınırken mutlaka bir iki tanesi yere düşer ve kırılırdı. İşte o zaman bana ve mahalle çocuklarına gün doğardı:)
Kış ve sonbahar aylarında ise manav tezgahları genellikle boş olurdu. Manavların beş ya da on litrelik bir yağ tenekesi içerisinde yaktıkları kasa parçaları ile ısınmaya çalışmaları her zaman nasıl desem içime bir hüzün verirdi.
…………………………………………………………………………………………………..
Şimdi durup bir saniye düşünelim hep beraber…… Tüm bu dükkanlarda gözümüze çarpan hangi levha asılıdır?
Lacivert (sanırım lacivertti) takım elbise giymiş şişman bir adam, önünde sağı solu para dolu bir kasa ve elinde sigarası… Bu adam peşin satan adamı temsil eder...
Resmin diğer yarısında cılız, üstü başı yırtık, saçları dağınık bir adam; önünde içi boş bir kasa, etrafa saçılmış kağıtlar… Bu adam veresiye satan adamı temsil eder…
Hepsi de dükkanlarına bu resmi asmış olmasına rağmen veresiye vermekten hiç gocundular mı? Dükkanlarına verdikleri güven, itimat, temizel gibi isimleri hak etmediler mi? Hiç mi bir bakkal size karşılıksız toz leblebi ya da ne bileyim çikolata vermedi? Hiç mi bir manavdan bedavadan bir dilim karpuz yemediniz? Yerine göre amcalık ve dayılık yapmadılar mı? Bayram sabahları bile dükkanlarını açmadılar mı? Neden bu kadar ihmal ediyoruz onları? Neden kapitalizmin oyunlarına alet olarak bizim ailemizin bir parçası gibi olan bu insanlardan eskisi gibi alışveriş yapmıyoruz. Bakın onların birçoğu da artık kredi kartlı alışveriş yapıyor mu? Dedim ya… Onlar da yenik düştü zamana…Keşke yapmasalardı…. Keşke hala eskisi gibi veresiye defterleri olsaydı… Keşke her alışverişte “ helallik” alınabilseydi… Keşke insanlar dedektörle arandıkları alışveriş merkezlerine bu kadar rağbet etmeseydi…
İki dünya saadeti dileklerimle…TuRK…
YORUMLAR
Yoruma açık görünce inanamadım:)
Geçen hafta bulunduğum şehrin büyük marketlerinden birinde bir çorap almıştım. Aradığım rengi bulmanın heyecanıyla hemen bir tane alıp sepete attım. Eve geldiğimde hemen paketini açtım kii ne göreyim? Bana oldukça büyük gelebilecek bir beden:( E biliyorsun artık, ben senin gibi iri kıyım biri değilim:( O çorabın yarısını kessen bana yine büyük olurdu:)) Tabii denemeye gerek yoktu. Ben de yeniden paketine koydum çorabı ve değiştirmek üzere bir kenara bıraktım. O günlerde rahatsızlanınca değişmeyi epeyce bir geciktirmiş oldum. Ama olsundu, nasıl olsa fişim vardı.
Dün değişmek için markete girdiğimde, satıcı hanımefendi "paket açıldığı için değişim yapamayağını" söylediğinde yüzüm allak bullak oldu. Tamam altı üstü bir çorap denebilir ama benim için davranışın şekli esastır. Orada ne alırsam alayım değişim olmazmış. Böyle bir şeyler geveledi ağzından. O ara sen aradın zaten:) Ben de çorabı o hanımefendiye hediye edip çıktım. Giyemeyeceğim bir çorabı evimde hapsetmenin anlamı yoktu. Bu büyük marketlere örnek olsun.
Hani mahalle bakkalı diyoruz ya..Yaptığım alışverişten sonra 25 kuruşum çıkmadığı için "sonra verirsiniz" diyen mahalle bakkalımızın da kulaklarını çınlatmadan geçemiycem:) Alacağı olsun..Öncelerini bilemem ama bu da şimdiki küçük esnaflara örnek olsun.
Yazdıklarını okuyunca kendimi eski Türk filmlerini izlerken buluyorum sanki. Öyle güzel, öyle saf ve öyle temiz:)
Ben anlattığın türden esnaflara rastlayamadığım için, şöyle derinden bir "iç" geçiremedim. Bu yüzden eskiyle yeniyi kıyaslayamıyorum. Ama güzelmiş ya..Vallahi güzelmiş..
Yoruma açtığın için teşekkür ederim canım.
sonunda blogu yoruma açmanıza çok sevindim. son zamanalrda size kızdığım için facebooktan "beğen" bile yapmıyordum. yazdıklarınız çok güzel ve ince şeyler. siz her zaman yazın sayın turk...
kendi nickinlede hocam ne oldu kayboldunuz al ortini gel az yenek sizi puanımız dibe vurdu.. yazılarını beğeniyorum elin dert görmesin :)))