Merhaba Strawberry_06 ;
Gün geçtikçe yozlaştırılan düşüncelere bir yeniside çocukluğumuzda belki okuduğumuz yada okumaya fırsat bulamayıp büyüklerimizden dinlediğimiz masalları, hikayeleri sansürlemeleri nekadar doğrudur demiyorum ; çünki doğru olan bir yönünü bende göremiyorum.
Kuşaktan kuşağa, dilden dile anlatılan hatta günümüzde bile bir çok masalın yada hikayenin içine anlatım tarzına göre argo kullanıla bilirken bir kitabın içeriğinde argo anlamlar yüklü olmasından dolayı yasak getirilmesi de çok absürt bir düşünce kavramı olsa gerek..
Zaten ortaöğretim çağına gelmiş olan hemen hemen bütün çoçuklar yaşadığı sosyal çevreninde etkisi ile argo kullanmayı çoktan öğrenmiş oluyor.Bir iki kitabın içeriğini bahane etmek sadece göz boyamadan başka birşey değildir.
Her halde bundan sonraki kuşaklar olarak ebevenlerin çocuklarına büyük bir ihtimalle
Nasrettin Hoca'nın yahut Temel ile Dursun'nun hikayelerini anlatarak yada bu tarz kitaplarını okutarak büyütecekler diye düşünmektende kendimi alamıyorum.
Hal böyle olduğu sürece yeni nesillerin ne ileride nede şimdiki süreçte geçmişle yüzleşebileceğini sanmıyorum.
Bugün Şeker Portakalı , yarın üzümün çekirdeği olucaktır..
Umuyorum ki geleceğimiz olan çocuklarımızında özgür düşüncelerini yasaklamazlar.
Konu hikaye ve masallardan açılmışken zamanında çok severek okuduğum bir hikaye paylaşmak isterim sayın blog yazarı arkadaşım belki bir nebze olsun yasaklanan hikaye veya masalların bizlere neler anlattıp neler öğrettiğini bilmeyenler olabilir diye düşündüm..
Paylaşacağım hikayenin ismi ;
Nehirdeki BALIK
Bir varmış bir yokmuş. Küçücük bir nehir uzanırmış gözlerden uzak gönüllerden ırak bir yerde. Balık kabilelerine memleketmiş bu nehir, yosunlara yuva, martılara tokluk, nehirde yaşayan, nehirde geçinip giden cümle can`a ab-ı hayat.
Bir balıkla bir yosun kardeş olmuşlar nehir içinde. Bölüşmüşler yüreklerini, serpivermişler birbirlerine duruluklarını; dayanışma içinde olmuşlar kara günde, kederli, sıkıntılı zamanlarda.
Bir denizyıldızı sokulmuş bir gün Balığa.
Demiş ki, “Sana aşığım ben güzel balık. Bir arada yaşayalım bundan sonra, nehrin döküldüğü denize gidelim.”
“Ben burada yaşamaktan mutluyum” demiş Balık. “Benim evim burası. Gelemem seninle denize.”
“Biz denize aitiz oysa” demiş denizyıldızı, “bu nehir denizindir, karıştığımız yer denizdir.”
“Sen nereye istiyorsan git” demiş Balık, “seni sevemem sen bana yuva olan nehrimi sevmezsen,”
“Sen bilirsin” demiş denizyıldızı kibirli mi kibirli, uzaklaşmış Balıktan.
Yosunun yanına varmış Balık.
Anlatmış olan biteni. “Seni sevmemiş ki o denizyıldızı” demiş Yosun, “sevse bilmez miydi içinde taşan nehir sevgini, sana böyle bir dayatma yapar mıydı hiç?
” Hak vermiş Balık. Dertleşmiş iki kardeş, gülmüşler, oynamışlar daha sonra; yan yana , yürek yüreğe olmuşlar.
Bir başka gün çobanyıldızı seslenmiş Balığa.
“Ah sevgili balık” demiş, “Gökyüzünden seni seyrediyorum her gün. Seni çok sevdim ben, seni yanıma almak, burada, gökyüzünde görmek istiyorum seni.”
Gökyüzüne bakmış Balık.
“Benim kanatlarım yok ki” demiş. “Yanına varmaya yetecek kadar gücüm olsa bile benim yerim nehirdir”
“O nehir güzel değil ki” demiş çobanyıldızı.
“Avcılar her gün avlanıyor yaşadığın nehirde. Bir gün seni de tutacaklar, en güvenli yer burası”.
“Ben demek nehir demek” demiş Balık. “Terk etmem ben bu suları, nasıl düşünürsen düşün”
Alaycı alaycı gülmüş çobanyıldızı, “koskocaman bir gökyüzü varken bir avuçluk nehirde yaşa bakalım “demiş.
Ses etmemiş Balık. Kardeşinin, Yosunun yanında almış soluğu. Bir bir anlatmış çobanyıldızının dediklerini.
“Üzülme “ demiş Yosun, “ can suyumuzdan uzak olanın özü kurumuştur” demiş. Başını Yosuna yaslamış Balık. Dökmüş içini, neşelenmişler.
Bir başka gün bir martı kanatlanmış Balığa doğru.
Korkmuş Balık, kaçmaya başlamış var gücüyle.
“Korkma “ demiş martı; “seni yemek için değil daha yakından görmek için geldim yanına.”
Tedirgin olmuş Balık.
“Ben balıklarla beslenenim ama seni sevdiğim için yemeyeceğim. İstersen kanatlarımın üzerinde taşırım seni bir ömür, o denizden bu denize gezer dururuz” demiş martı.
“Beni yemese bile arkadaşlarımı yiyen, dostlarımı yiyen bir martıyla beraber olmam “ demiş Balık, “hem de burayı terk etmem. “
“Neyini sevdin ki bu nehrin?” demiş martı.
“Balıklar bile çok az kaldı burada.”
“Sana bu nehri değerli yapan balıkların çokluğuysa elbette sevmezsin barındığım yeri” demiş Balık.
“Bu kupkuru, bulanık suda yaşamaya devam et o zaman” demiş martı. Yeniden kanatlanıp havalanmış gökyüzüne doğru.
Gözleri dolmuş Balığın, mavi mavi akıvermiş gözyaşları. Yosuna doğru yüzüvermiş içini açmak için. Olduğu gibi anlatmış her şeyi.
“O martı seni anlayamaz ki” demiş Yosun, “Seni er geç yiyecekti zaten onunla yaşamayı kabul etseydin” .
O anda fark etmiş nasıl bir tehlikeden kurtulduğunu Balık. Bir süre sonra şarkılar söylemeye, şakalaşmaya başlamışlar Yosunla; düş düşe, umut umuda olmuşlar.
Günler geçtikçe kimler çıkmamış ki Balığın karşısına.
Uçanbalıklar, balıkçıllar, yunuslar… Her biri balığı ne çok sevdiğini anlatıp durmuş.
Fakat öncekiler gibi bencil mi bencilmiş bunlar da. Hiç biri Balığı tanımak istememiş.
Düşlerini, tedirginliklerini, umutlarını öğrenmek istememiş Balığın;”nehrin kuruması yakındır” demişler, “yanımızda olmazsan tehlikede olursun her zaman” demişler.
İçlerindeki karalığı, hoyratlığı her seferinde hissetmiş Balık.
Demiş ki Yosuna, “Beni sevdiklerini söylüyorlar ama nehrimizi sevmiyorlar.
Benimle beraber yaşamak istediklerini söylüyorlar ama yüreğimde neler gizli anlamıyorlar. Hemen kabalaşıyorlar, çok sinsiler bunlar, çok.”
“Sen çok güzelsin” demiş Yosun.
“Nehrimizle güzelsin sen, kardeşliğimizle, yüreciğinle güzelsin. Biz biliriz nehrimizin güzelliğini, yüreğimizin dinginliğini, sen üzme kendini”.
Yüzünü dökmüş Balık, kederlenmiş. Bir ninni söylemeye başlamış Yosun; gözlerini yumuvermiş Balık, dalıvermiş derince bir uykuya.
Yakamoz girivermiş düşüne Balığın.
“Can balık” diye seslenmiş ona, “Balık bakıvermiş yakamoza, gözleri kamaşıvermiş yakamozun yaydığı ışıktan.
“Ben küçücük bir can`ım “ demiş Yakamoz. “Senin belki yüzlerce, binlerce kat ufağınım “. Şaşırmış Balık, “Olur mu hiç öyle şey, görürüm koskocamansın sen” demiş.
Gülümsemiş Yakamoz.
“ Milyonlarcamız bir araya gelip de yayabiliyor bu ışığı” demiş. “Peki şimdi konuşan hanginizsiniz? “ diye sormuş Balık. “Sesimiz de bir, sevgimiz de bir “ demiş Yakamoz, “ Beni yakamoz yapan birliğimizdir” demiş.
“Hiç birinizi seçemedim, gördüğüm sadece yakamoz” demiş Balık.
“Ne güzel “ demiş Yakamoz, “Birliğimizi görüyorsun şu anda. Seni çok sevdim” demiş. “Ben de yakamozu sevmişimdir hep” demiş Balık.
“Tek bir can gibi gör beni “ demiş Yakamoz, “bu nehirde ışımak, seni her dar zamanında ışığımla korumak, bağrıma basmak istiyorum” demiş. “Ben gitmem bu nehirden” demiş Balık. “Ben de gitmem “demiş Yakamoz.
“Beni kollar mısın kötülüklerden?” demiş Balık. “Seni de, bu nehirde yaşayan tüm dostlarımızı da ışığımla korurum her daim” demiş Yakamoz.
“Buralar, bizler hep kötüleniyoruz “ demiş Balık. “Kötülemek fesatlıktandır, cehalettendir “demiş Yakamoz, “ben can olanım sen gibi” demiş.
Uyanıvermiş Balık, açıvermiş gözlerini de yakamozu görmüş karşısında. “Düşümdeki sen miydin? “ demiş. Gülümsemiş Yakamoz, “bendim” demiş.
“Duyduklarım dediklerindi değil mi?” diye sormuş Balık. “Evet” demiş Yakamoz.
“Niye düşüme girdin de daha önce söylemedin bana bunları?” demiş Balık.
“ Sana her yaklaşmak istediğimde başkaları oldu yanında. Ama sevip görünüp de sinsi olanlarmış onlar. Önce düşüne girmek istedim darlıklarının üstüne.”
Balık sevinçten “Yosuuun” diye bağırıvermiş. Zifiri karanlıkta bulamamış Yosunu.
Yakamoz ışığını Yosundan yana yayıvermiş. Bir çırpıda yanında olmuş Balık Yosunun. Düşünü anlatmış Yosuna, Yakamozu anlatmış.
Gülümsemiş Yosun. “Sen gibi Yakamoz da benim kardeşimdir” demiş.
Bir ömür boyu mutlu olmuş Balık ve Yakamoz. Yakamoz, ışığıyla sadece balığı değil , Yosunu, yavru balıkları, nehrin tüm sahiplerini kollamış.
Nehre bakıp da avcıları görenler, nehre bakıp da kuruluk görenler, bulanıklık görenler o nehrin niye bu hale getirildiğini sormamışlar bir kez olsun.
O nehirdeki canların kardeşliğini, sevda`sını, sulh`unu farkına varmamışlar; nehirdeki balığı duyumsamamışlar hiç…
Asırlar boyudur kardeşliği, sulh`u ve aşk`ı içinde tutan nehir, Yakamozuyla, Balığıyla, Yosunuyla ve cümle can`ıyla var olmaya devam etmiş nice kuşaklar boyu.
Bilen bilmeyene anlatsın diye yazılmış bu masal; gören görmeyene belletsin, vicdan`ıyla durana, can olana kavuşsun, unutulmasın diye…
Saygılar..
YORUMLAR
Gün geçtikçe yozlaştırılan düşüncelere bir yeniside çocukluğumuzda belki okuduğumuz yada okumaya fırsat bulamayıp büyüklerimizden dinlediğimiz masalları, hikayeleri sansürlemeleri nekadar doğrudur demiyorum ; çünki doğru olan bir yönünü bende göremiyorum.
Kuşaktan kuşağa, dilden dile anlatılan hatta günümüzde bile bir çok masalın yada hikayenin içine anlatım tarzına göre argo kullanıla bilirken bir kitabın içeriğinde argo anlamlar yüklü olmasından dolayı yasak getirilmesi de çok absürt bir düşünce kavramı olsa gerek..
Zaten ortaöğretim çağına gelmiş olan hemen hemen bütün çoçuklar yaşadığı sosyal çevreninde etkisi ile argo kullanmayı çoktan öğrenmiş oluyor.Bir iki kitabın içeriğini bahane etmek sadece göz boyamadan başka birşey değildir.
Her halde bundan sonraki kuşaklar olarak ebevenlerin çocuklarına büyük bir ihtimalle
Nasrettin Hoca'nın yahut Temel ile Dursun'nun hikayelerini anlatarak yada bu tarz kitaplarını okutarak büyütecekler diye düşünmektende kendimi alamıyorum.
Hal böyle olduğu sürece yeni nesillerin ne ileride nede şimdiki süreçte geçmişle yüzleşebileceğini sanmıyorum.
Bugün Şeker Portakalı , yarın üzümün çekirdeği olucaktır..
Umuyorum ki geleceğimiz olan çocuklarımızında özgür düşüncelerini yasaklamazlar.
Konu hikaye ve masallardan açılmışken zamanında çok severek okuduğum bir hikaye paylaşmak isterim sayın blog yazarı arkadaşım belki bir nebze olsun yasaklanan hikaye veya masalların bizlere neler anlattıp neler öğrettiğini bilmeyenler olabilir diye düşündüm..
Paylaşacağım hikayenin ismi ;
Nehirdeki BALIK
Bir varmış bir yokmuş. Küçücük bir nehir uzanırmış gözlerden uzak gönüllerden ırak bir yerde. Balık kabilelerine memleketmiş bu nehir, yosunlara yuva, martılara tokluk, nehirde yaşayan, nehirde geçinip giden cümle can`a ab-ı hayat.
Bir balıkla bir yosun kardeş olmuşlar nehir içinde. Bölüşmüşler yüreklerini, serpivermişler birbirlerine duruluklarını; dayanışma içinde olmuşlar kara günde, kederli, sıkıntılı zamanlarda.
Bir denizyıldızı sokulmuş bir gün Balığa.
Demiş ki, “Sana aşığım ben güzel balık. Bir arada yaşayalım bundan sonra, nehrin döküldüğü denize gidelim.”
“Ben burada yaşamaktan mutluyum” demiş Balık. “Benim evim burası. Gelemem seninle denize.”
“Biz denize aitiz oysa” demiş denizyıldızı, “bu nehir denizindir, karıştığımız yer denizdir.”
“Sen nereye istiyorsan git” demiş Balık, “seni sevemem sen bana yuva olan nehrimi sevmezsen,”
“Sen bilirsin” demiş denizyıldızı kibirli mi kibirli, uzaklaşmış Balıktan.
Yosunun yanına varmış Balık.
Anlatmış olan biteni. “Seni sevmemiş ki o denizyıldızı” demiş Yosun, “sevse bilmez miydi içinde taşan nehir sevgini, sana böyle bir dayatma yapar mıydı hiç?
” Hak vermiş Balık. Dertleşmiş iki kardeş, gülmüşler, oynamışlar daha sonra; yan yana , yürek yüreğe olmuşlar.
Bir başka gün çobanyıldızı seslenmiş Balığa.
“Ah sevgili balık” demiş, “Gökyüzünden seni seyrediyorum her gün. Seni çok sevdim ben, seni yanıma almak, burada, gökyüzünde görmek istiyorum seni.”
Gökyüzüne bakmış Balık.
“Benim kanatlarım yok ki” demiş. “Yanına varmaya yetecek kadar gücüm olsa bile benim yerim nehirdir”
“O nehir güzel değil ki” demiş çobanyıldızı.
“Avcılar her gün avlanıyor yaşadığın nehirde. Bir gün seni de tutacaklar, en güvenli yer burası”.
“Ben demek nehir demek” demiş Balık. “Terk etmem ben bu suları, nasıl düşünürsen düşün”
Alaycı alaycı gülmüş çobanyıldızı, “koskocaman bir gökyüzü varken bir avuçluk nehirde yaşa bakalım “demiş.
Ses etmemiş Balık. Kardeşinin, Yosunun yanında almış soluğu. Bir bir anlatmış çobanyıldızının dediklerini.
“Üzülme “ demiş Yosun, “ can suyumuzdan uzak olanın özü kurumuştur” demiş. Başını Yosuna yaslamış Balık. Dökmüş içini, neşelenmişler.
Bir başka gün bir martı kanatlanmış Balığa doğru.
Korkmuş Balık, kaçmaya başlamış var gücüyle.
“Korkma “ demiş martı; “seni yemek için değil daha yakından görmek için geldim yanına.”
Tedirgin olmuş Balık.
“Ben balıklarla beslenenim ama seni sevdiğim için yemeyeceğim. İstersen kanatlarımın üzerinde taşırım seni bir ömür, o denizden bu denize gezer dururuz” demiş martı.
“Beni yemese bile arkadaşlarımı yiyen, dostlarımı yiyen bir martıyla beraber olmam “ demiş Balık, “hem de burayı terk etmem. “
“Neyini sevdin ki bu nehrin?” demiş martı.
“Balıklar bile çok az kaldı burada.”
“Sana bu nehri değerli yapan balıkların çokluğuysa elbette sevmezsin barındığım yeri” demiş Balık.
“Bu kupkuru, bulanık suda yaşamaya devam et o zaman” demiş martı. Yeniden kanatlanıp havalanmış gökyüzüne doğru.
Gözleri dolmuş Balığın, mavi mavi akıvermiş gözyaşları. Yosuna doğru yüzüvermiş içini açmak için. Olduğu gibi anlatmış her şeyi.
“O martı seni anlayamaz ki” demiş Yosun, “Seni er geç yiyecekti zaten onunla yaşamayı kabul etseydin” .
O anda fark etmiş nasıl bir tehlikeden kurtulduğunu Balık. Bir süre sonra şarkılar söylemeye, şakalaşmaya başlamışlar Yosunla; düş düşe, umut umuda olmuşlar.
Günler geçtikçe kimler çıkmamış ki Balığın karşısına.
Uçanbalıklar, balıkçıllar, yunuslar… Her biri balığı ne çok sevdiğini anlatıp durmuş.
Fakat öncekiler gibi bencil mi bencilmiş bunlar da. Hiç biri Balığı tanımak istememiş.
Düşlerini, tedirginliklerini, umutlarını öğrenmek istememiş Balığın;”nehrin kuruması yakındır” demişler, “yanımızda olmazsan tehlikede olursun her zaman” demişler.
İçlerindeki karalığı, hoyratlığı her seferinde hissetmiş Balık.
Demiş ki Yosuna, “Beni sevdiklerini söylüyorlar ama nehrimizi sevmiyorlar.
Benimle beraber yaşamak istediklerini söylüyorlar ama yüreğimde neler gizli anlamıyorlar. Hemen kabalaşıyorlar, çok sinsiler bunlar, çok.”
“Sen çok güzelsin” demiş Yosun.
“Nehrimizle güzelsin sen, kardeşliğimizle, yüreciğinle güzelsin. Biz biliriz nehrimizin güzelliğini, yüreğimizin dinginliğini, sen üzme kendini”.
Yüzünü dökmüş Balık, kederlenmiş. Bir ninni söylemeye başlamış Yosun; gözlerini yumuvermiş Balık, dalıvermiş derince bir uykuya.
Yakamoz girivermiş düşüne Balığın.
“Can balık” diye seslenmiş ona, “Balık bakıvermiş yakamoza, gözleri kamaşıvermiş yakamozun yaydığı ışıktan.
“Ben küçücük bir can`ım “ demiş Yakamoz. “Senin belki yüzlerce, binlerce kat ufağınım “. Şaşırmış Balık, “Olur mu hiç öyle şey, görürüm koskocamansın sen” demiş.
Gülümsemiş Yakamoz.
“ Milyonlarcamız bir araya gelip de yayabiliyor bu ışığı” demiş. “Peki şimdi konuşan hanginizsiniz? “ diye sormuş Balık. “Sesimiz de bir, sevgimiz de bir “ demiş Yakamoz, “ Beni yakamoz yapan birliğimizdir” demiş.
“Hiç birinizi seçemedim, gördüğüm sadece yakamoz” demiş Balık.
“Ne güzel “ demiş Yakamoz, “Birliğimizi görüyorsun şu anda. Seni çok sevdim” demiş. “Ben de yakamozu sevmişimdir hep” demiş Balık.
“Tek bir can gibi gör beni “ demiş Yakamoz, “bu nehirde ışımak, seni her dar zamanında ışığımla korumak, bağrıma basmak istiyorum” demiş. “Ben gitmem bu nehirden” demiş Balık. “Ben de gitmem “demiş Yakamoz.
“Beni kollar mısın kötülüklerden?” demiş Balık. “Seni de, bu nehirde yaşayan tüm dostlarımızı da ışığımla korurum her daim” demiş Yakamoz.
“Buralar, bizler hep kötüleniyoruz “ demiş Balık. “Kötülemek fesatlıktandır, cehalettendir “demiş Yakamoz, “ben can olanım sen gibi” demiş.
Uyanıvermiş Balık, açıvermiş gözlerini de yakamozu görmüş karşısında. “Düşümdeki sen miydin? “ demiş. Gülümsemiş Yakamoz, “bendim” demiş.
“Duyduklarım dediklerindi değil mi?” diye sormuş Balık. “Evet” demiş Yakamoz.
“Niye düşüme girdin de daha önce söylemedin bana bunları?” demiş Balık.
“ Sana her yaklaşmak istediğimde başkaları oldu yanında. Ama sevip görünüp de sinsi olanlarmış onlar. Önce düşüne girmek istedim darlıklarının üstüne.”
Balık sevinçten “Yosuuun” diye bağırıvermiş. Zifiri karanlıkta bulamamış Yosunu.
Yakamoz ışığını Yosundan yana yayıvermiş. Bir çırpıda yanında olmuş Balık Yosunun. Düşünü anlatmış Yosuna, Yakamozu anlatmış.
Gülümsemiş Yosun. “Sen gibi Yakamoz da benim kardeşimdir” demiş.
Bir ömür boyu mutlu olmuş Balık ve Yakamoz. Yakamoz, ışığıyla sadece balığı değil , Yosunu, yavru balıkları, nehrin tüm sahiplerini kollamış.
Nehre bakıp da avcıları görenler, nehre bakıp da kuruluk görenler, bulanıklık görenler o nehrin niye bu hale getirildiğini sormamışlar bir kez olsun.
O nehirdeki canların kardeşliğini, sevda`sını, sulh`unu farkına varmamışlar; nehirdeki balığı duyumsamamışlar hiç…
Asırlar boyudur kardeşliği, sulh`u ve aşk`ı içinde tutan nehir, Yakamozuyla, Balığıyla, Yosunuyla ve cümle can`ıyla var olmaya devam etmiş nice kuşaklar boyu.
Bilen bilmeyene anlatsın diye yazılmış bu masal; gören görmeyene belletsin, vicdan`ıyla durana, can olana kavuşsun, unutulmasın diye…
Saygılar..
Okulumuzda kızıma okuması için verildiğinde ben de okumuştum bu kitabı. Zeze isimli bir çocuğun yaşadıkları anlatılıyordu. Ailesinden şiddet gören bir çocuk Zeze. Ve çok güvendiği, evlatlık olarak bile verilmesini istediği bir adamın, tren altında kalarak ölmesiyle, hayatına küsmesini anlatıyor. Ve öylesine yalnız ki bahçelerindeki şeker portakalı ağacıyla arkadaş olup, onunla dertleşiyor. Okula gitmeden önce desteksiz olarak kendi başına okuma yazma öğrenmesi de onun büyük bir başarısı. Bu kitap sakıncalı deniyorsa, sizin yazdığınız gibi Keloğlan, özellikle yalanı kendine kural edinmiş Pinokyo, aranırsa bir sürü sakınca bulunacak Kırmızı Başlıklı Kız ve diğerleri de toplatılmalı. Bu arada bizim öğretmenizin de bu kitabın sakıncalı bulunmasına rağmen, performans ödevi olarak ısrarla verdiğini de belirtmek istiyor ve taktir ediyorum.
Bu kadar kesin yazdığına göre ben bir şeyleri atlamışım o zaman. Çünkü benim bildiğim, MEB'nın bence eleştirilecek çok uygulaması olmasına karşın bu konuda, Bakan, en son "Öküz altında buzağı aramayın. Yok öyle şey. Kendi önerdiğimiz kitabı nasıl yasaklarız?" gibi şeyler söylemişti.
Bildiğim, bir velinin ve garip bir İl Milli Eğt. Md.'nün işgüzarlığı olarak kaldı konu. Eğer bu durumdaysa, yanlış bilgi vermemek gerekir bence...
Pamuk Prenses'in 7 Cüceler denen "adamlarla" aynı evde kalması vs. örneklerini değişik yerlerden duyduk. Konuşuyoruz milletçe.:)
Elbette söz konusu yazarlar, saydığımız ve sevdiğimiz. Belliki senin için de öyle ama keşke, saygı adına, yazı başlığının sonundan, bir "I" harfini esirgemeseydin.
Küçük yaşlarda çocuklar ne alırsa onu hayatları boyunca sürdürebilirler. Çevresel etkenlerin dna'ya işlemesi gibi bir şeydir bu.
Kendimden biliyorum , matematiğim ve insanlarla olan ilişkilerim iyi sebebi çocukluktan gelen etmenler.
Aktif bir twitter kullanıcıyım. Kaç Yıl Oldu? diye bir üyelik hergün geçmişte olan sosyal olayları paylaşıyor. Blogunuzu okumuştum ama yorum yazmak nasip olmadı. Bugün okuduğum twiti sizinle paylaşmak istedim.
İçişleri Bakanlığı ' İnsanları kötülüklere karşı bilinçlenmesinde payı olduğu gerekçesiyle' Nuri Alço'ya takdirname vereli 28 yıl oldu...
Sürekli eleştiriye açık bir toplumuz. Oda hükümetti, buda hükümet. Tercih seçim hakkı olanlarındır. Saygılar.
6-7 tane yorum sahibi acaba bloğu okudular mı? Çünkü ezbere yazıyorlar, her yazıya aynı yorum; gına getirmeyin insanlara.
Buraya yazdım bir kere diyerek konu hakkında ki kişisel düşünce mi de belirteyim.Söz konusu kitabı okumadım, söz konusu kitap adını duymadım, söz konusu yazarı tanımıyorum.Bu 3 şeyi aynı anda yapmak hayatta bana bir şeyler kaybettirmedi, gelecek nesillerede kaybettireceğini sanmıyorum.Fakat düşünce hürriyeti açısından yasaklamaya karşıyım.
Ayrıca Amerikan vari düşünce tarzından dolayıda blog sahibi arkadaşı kınıyorum.Keloğlan masalı milletimize özgü bir masal.Diğerleri değerli gösterilmiş, ve neden o da bu değil denmeye çalışmış gibi.
Az kaldı. Nazi Almanya'sında olduğu gibi, 12 Eylülde olduğu gibi kelimeleri de yasaklayacaklar. Umuttan korkuyorlar, kardeşlikten korkuyorlar, türkülerimizden korkuyorlar.
Bilimde gelişen ülkelerin bilimsel çalışmalara verdiği desteği yabancı kanallardaki belgesellerde izlerken, bizim cengaver yöneticilerimizin uğraştığı şeyleri görünce içimde bir sızı duyuyorum. Basiretsiz, yeteneksiz, hangi çağda yaşadığından habersiz, yetenek ve yeterliliğe göre değil başka ölçütlere göre yönlendirici yerlere gelen bu insanlar güzelim ülkemizde yaşamaktan soğuttu bizleri. % 50'nin diğer % 50'yi hiçe sayarak başına buyruk kararlar vermesi yeni değil Türkiye'mizde. 12 Eylül'den önce meşhur ceza maddelerini hatırlayanlar vardır. Hani şu meşhur Sosyal' bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerin de tahakkümünü tesis etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak diye başlayan ceza maddesi. Şu anda yapılan budur. Toplum sindirilmeye çalışılıyor. Bizler bir olaya bakarken diğer taraftan başka şeylerin üzeri örtülüyor. Bunları bu topluma reva görenler uzaydan gelmediler. Gelecekle ilgili kararları verirken fazla düşünülmediği için onlar şimdi orda. Neyse sanırım kafamdakilerin yazabileceğim kadarı bunlar. Hepinize aydınlık günler diliyorum.