El Üstünde Tutulmak...
19 Mart 2013, 15.03 A- A+
El üstünde tutulursun..
Beyaz önlüklere bürünmüş bir bey ya da hanım elleriyle karşılar seni, kaldırır.. Ağlayasın da nefes aldığın anlaşılsın diye kıçına atılan şaplakla "merhabâ" dersin dünyâya.. Öyle ya da böyle şiddetle tanışıverirsin gözünü bile açamadan.. Elden ele gezer minicik bedenin; eller üstünde yıkanır ve sarılıp sarmalanırsın.. En sonunda da dünyâya gelme sebebin olan meleğin şefkat dolu ellerine bırakıverirler.. Bir daha başka kimseden göremeyeceğin bir merhametle taşır o eller seni.. İncitmekten ölüm gibi korka korka...
El üstünde tutulursun..
İkinci bir anne bildiğin ablan "el kızı" olmak üzeredir.. Elin oğlu gelip el koymaktadır dört yıllık birlikteliğinize.. O küçücük çocuk aklınla gelinlik ve kefenin beyazı arasındaki farkı bilemezsin.. Çünkü biri gelip sevdiğin birini sana sormadan alır gider; yıllar sonra anlarsın ki bunu yapanın adı "ölüm" değil sıfatı "dâmat"tır.. Senin dilinde "enişte"ye dönüşen dâmat.. Bırakmak istemezsin elleri üstünde durup kucağına sığındığın sevdiğini, bir başkası da gelip seni alır elleriyle onun ellerinden.. Nârin bedenin tıpkı çocukluğun gibi elden ele gezer, el üstünde gelir ayrılık elâlemin gözü önünde.. Direnemezsin..
El üstünde tutulursun..
İki rengin arasına doğmuşçasına gözünü açtığın ilk andan beri sevdiğin takımın maçındasındır, babanın omuzlarında.. O yorulunca ablanı çaldı diye kızdığın ama bir başka sevdiğine seni kavuşturunca affettiğin enişten devralır bu nöbeti.. Her "gol" sesiyle biraz daha yükselirsin o eller üzerinde.. İnce telli saçların hafiften esen rüzgârla savruldukça uçlarının bulutlara değdiğini hissedersin.. Ve yine bilmezsin hiç hesap kitap.. Tuttuğun takım on puan geride olsa bile çocukluğun o kusursuz saflığı ve naifliğiyle sorarsın:
"Şimdi biz on gol atsak şampiyon olcazmı?!"
El üstünde tutulursun..
Minik ellerin kalem tutmaktadır artık.. İlk kez ayrılacağın anne kucağının sıcaklığını ararsın soğuk ilkokul sıralarında.. Tanıdık bir resim ararsın; başını kaldırıp bakınca tâ Selânik'ten hemşerin Mustafa Kemal'in masmâvi gözlerini görürsün ve bir de yanıbaşındaki komşunun çocuğunu.. Yalnız olmadığını hissettiğin an gözlerindeki musluklar kısılır, kısılır ve nihâyet kapanır.. Artık, öğretme aşkıyla tutuşan öğretmenin elleri üstünde yükselecektir geleceğin..
El üstünde tutulursun..
"Karnen nasıl?" diye soran insanlara sen daha ağzını açmadan cevap verir annen:
"Hepsi pekiyi, ablası.."
Evet, belki karnende birçok pekiyi görmüşsündür ama aslında birkaç iyi ve belki bir de orta gördüğünü anımsarsın o an.. "Büyüklerin lâfına karışılmaz" sözünden payına düşen terbiyen seni sustursa bile içinden bu beyaz yalanın nedenini sorgularsın kendince.. Bu da büyüyünceye kadar sırrına eremeyeceğin bir bilmece gibi durur aklının bir köşesinde.. Çok sonraları anlarsın ki sen üzülme diye, sen elin çocuğundan aşağı görünme diye üstüne böyle bir başarı yaftalamıştır biricik meleğin.. El üstünde tutup diğer yaşıtlarınla aynı seviyeye taşımıştır seni o kutsal annelik içgüdüsüyle.. Aklına geldikçe gözün dolup dolup boşalır.. Bugün bile...
El üstünde tutulursun..
Üst üste gelir birşeyler.. Hayat, kardeşi ölümle tanıştırır seni.. Anlamlandıramasan da bâzı olayları bilirsin ki o giden bir daha dönmeyecek ve yalnızca eski resimlerle rüyâlarında gülümseyecektir yüzüne.. Ve o giden de el üstünde gider.. Sevildiğini düşünürsün, ilk o zaman fark edersin "el üstünde tutulmak" ne demekmiş.. Derken yeni bir ev ve yeni bir çevre... Bildiğin tüm arkadaşların yabancıdır ve gördüğün tüm yabancılar da birer arkadaş adayı.. O heyecânın hemen ardından bir vedânın daha hüznü doldurur yeni evinin odalarını.. Âbin vatanî görevine başlamak üzeredir ve ellerinin üstünde tutup kucaklayarak eder sana son vedâsını.. Ve sonra... Denenmeyi ve sınanmayı kural sayan sisteme rağmen, çoğu arkadaşının ulaşamadığı bir başarıya atarsın giderek büyüyen adımlarından birini.. "Hepsi pekiyi" diyen insanların elleri üstünde yükselirsin yine; elin oğlundan-kızından geri kalmazsın.. Önlük çıkar sırtından, düşük omuzlarını ceket kaplar bu kez..
El üstünde tutulursun..
Sınıfının en küçüklerinden biri olursun; ayrı sevilirsin.. O kadar küçüksündür ki hatâların şirinlik adını alır.. Küçük ellerin ve kabına sığmaz atikliğinle sınıf maçlarının vazgeçilmez kalecisi olursun, her ne kadar yediğin goller şaka konusu olsa da... Oysa geçen yıllar boyunca atikliğin gömlek değiştirip ağırlığa bürünecektir.. Cebindeki harçlıkla bir günlük ziyâfetini dört günlük açlık tâkip ederken, karnı tok-sırtı pek arkadaşlarının arasından ayrılıverirsin.. Onlar, ayakları yere değmeden ev ve okul arasında gidip gelirler; sense bir saatlik yolu yürürken paralanan ayakkabılarını gizlemeye çalışırsın.. Üstünde eğreti duran bu garibanlık, olası her suçun zanlısı yapar seni.. Biri bir çöpünü kaybetse bütün gözler sana çevrilir.. Artık el üstünde değil, göz altında tutulursun.. Ve bir gün... Ortalıkta başı boş gezen bir suçun sâhibi îlân ederler seni.. Utancın öfkene karışır, sinirinden tek damla yaş akmaz gözünden.. Sonraları aklanırsın ama kırılmışsındır bir kere.. Yamayamazsın gönlündeki o koskoca gediği.. Seni elleri üstünde tutmaya hazır öğretmenlerini bile çiğner firâr edersin o önyargılı göz altından..
El üstünde tutulursun..
Lise sıralarına yaslarsın büyüyen ve güçlenen dirseklerini.. Yine onlarca yabancının içinden tanıdıklar ararsın kendine ve önündeki dört yılına.. Uzun zamandan sonra ilk kez zekân ve derslerdeki başarınla öne sürersin kendini.. Hemen her öğrenci lâkâbından utanırken sen onurla taşırsın; çünkü ilk sınav sonucu açıklandığı günden sonra "filozof" denmiştir senin için.. Öğretmenin seçimsiz "onur kurulu başkanı" yapar seni.. Adındaki debdebeye aldanıp böbürlenirken bir toplantıda fark edersin ki sen aslında sınıfının "ispiyoncu başı"sındır.. Bu görevi hiçbir zaman yerine getirmezsin.. Arkadaşlarına ihânet etmek yerine, görevinden iğrendiğin kurulu sınıfa taşır dalganı geçersin.. Neşe kaynağısındır sınıfın.. Her sınav öncesi çevrende oluşturulan kopya çemberi öğretmen tarafından fark edilip dağıtılırken, gurur dolu bir tebessüm belirir yüzünde.. Ve nihâyet yeniden "el üstünde tutulursun"..
El üstünde tutulursun..
Çarpık ilişki düzeninde ahlâk arayan eski kafalı biri olduğun için dışlanırsın arkadaş çevrenden.. İyi dost bulamadıkça kötü alışkanlıklar edinirsin kendine.. Âşık olursun aşkın, amcanı seversin onun da canı yenik düşer ecele.. Derken kader, çok sevdiğin dedeni kündeye getirmeye çalışır ve deviremez.. Yıkamasa da sarsmıştır bu depremler seni.. Kendini alkôlün pençesinde bulursun.. Seni o bataklıklardan çekip çıkartan, kızmak yerine yine şefkâtle saçlarını okşayıp teskin eden ellerde bulursun dermânı.. Kucaklarında büyüdüğün insanlar, en nefret edilesi hâlinde bile el üstünde tutarlar seni.. Utanırsın kendinden ve çekidüzen verirsin kendine.. Seni üstünden silkelemeye çalışan hayâtı paçasından tutup yakalarsın, bir daha kolay kolay bırakmamacasına...
El üstünde tutulursun..
"Ben ölmedim" deyip çıkar gelir bir gün aşkının âşığı.. Aylarca-yıllarca gelmeyeceğini bile bile beklemiş olsan da inanamazsın böylesi bir mûcizenin gerçek olabileceğine.. O ki ne suç işlemiş olursa olsun yarım ağızla dileyeceği tek özürle affettirebilecektir kendini sana koskoca bir ömür boyu.. Senin onu toprağın soğuk bağrında sandığın geceleri kocasının kollarında geçirdiğini öğrensen bile... Çünkü aşk, hasta olmayı arzulayarak terliyken buz gibi su içmeye benzer.. Çünkü aşk, tam öleceğin anda seni diriltip acını ölümsüz kılacak işkencelerden zevk almaya benzer.. Çünkü aşk, dilini damağına yapıştıracak kadar acı bir biberi sevmediğin hâlde iştahla çiğnemeye benzer.. Çünkü aşk, dikenleri eline battıkça bir güle daha da tutkuyla bağlanmaya benzer.. Sevdiğin yanında olduğu sürece her zûlme râzısındır ve yerle yeksan olsan bile el üstünde tutulduğunu sanırsın.. Ayakların yere basmaz ki...
El üstünde tutulursun..
Yaşadığın birçok şey öylesine güçsüz kılmıştır ki seni artık ayakta duracak hâlin kalmaz.. Sevenlerinin elleri üstünde geçersin bir âcil servisin kapısından.. Bir koluna kan hortumu girerken diğer kolundan da serum beslemektedir tükenmek üzere olan direncini.. Hastâne odasının hücreden farkı olmaz özgürlüğe aç rûhun için.. Hayattan soğuduğun o anlarda bir annenin sevgi dolu eli ve bir de sevdiğinin titreyen sesidir aldığın nefesin en büyük destekçisi.. Ziyâretine gelen yabancı yüzlere bile gülümsersin, güçlü görünme çabasını iğne izleriyle dolu kollarına takıp takıştırarak... Eşiğinden döndüğün ölümle yirmi dört yılını bahşettiğin yaşam arasında bir nefes alımı, bir göz kırpması kadar mesâfe olduğunu hayretle görürsün.. Kırmızı gören boğa gibi yattığın hastâneden karnesini almış ilkokul bebesi gibi koşup zıplayarak çıkarsın.. Biraz özgürlükten ve biraz da sağlıktan tadarsın; rûhun olabildiğine doysun diye...
El üstünde tutulursun..
Ölümcül bir hastalık ihtimâli umutlarını aç kurtlar gibi kemirirken sevdiğinin güzel yüzü yeni umutlara götürür seni elinden tutup.. Aslında bilirsin ki birşey var.. Öyle birşey ki o gün gözünün içine baktığın güzellik yarın soluverecek gözlerinin önünde, çekip gidecek sessizce bağıra bağıra ve nedeni-bahânesi o tek "birşey" olacak.. Sorarsın, söylemez.. Anlarsın, yine söylemez.. Yaşama sebebin, yer ayağının altından kayarken ucuna tutunduğun bulutun, kırık umutların belini bükerken dayandığın koltuk değneğin o uçağa yürüdüğü andan beri adım adım uzaklaşmaktadır zâten senden ve bir gecenin en kör karanlığında "bitti" deyip çekilir senin hayat sahnenden.. Esas kız yine ölmüş ve esas oğlanı ayrılığın acısıyla vicdân azabından ibâret bir mengenin arasına sıkıştırıp gitmiştir.. Soluksuz yiyip yuttuğun lokmalar boğazına dizilirken dudaklarının arasından kendine bir kaçış yolu bulan tek kelimelik bir cümle olur.. İçine işleyen o son söz: BİTTİ.. Gözyaşların elindeki ekmeğe damlarken, gözünden akan o damlalar yetim-öksüz kalmasın diye dolar annenin ve babanın yorgun gözleri.. Yine ellerinde bulursun "teselli" denen o saklı hazîneyi.. Elin kızı seni önce el üstüne tutup sonra olanca yükseklikten ve olanca gücüyle yere fırlatmıştır.. Ne kaburgan, ne kafan, ne kolun ve ne de bacağın olmuştur kırılan; yalnızca kâlbin, ondan doğma umutların ve ona adadığın hayâllerin paramparça olup birbirine karışmıştır toz zerreleri hâlinde.. Ve o milyarlarca kırığı tek tek arayıp bulan baban, bir araya getirense annen olmuştur.. Onların elleri üstünde bir kez daha hayat bulmuşsundur..
El üstünde tutulursun..
Arasına evlât acısı bile sıkıştırılabilmiş şu kısacık hayâtın ne zaman son bulacağı meçhûldür artık, ilâhî bir sırdır.. Ve bir gün ömrünün perdesinde "son" yazısı belirecek ve "hayat" denen filmin son sahnesi "son nefes" adıyla anımsanacaktır.. Yaşamakla gönül nikâhından boşanan ömrün cansız bedenini "dört kollu" bir "sessiz gemi"ye yükleyip yine el üstünde uğurlayacaktır o mâlûm son yolculuğuna.. Ve hemşîrelerin elleri üstünden anne kucağına giderken önsözü yazılan o hüzün dolu kitabın son sayfası, toprak ananın kucağında vücut bulacak.. Belki sevilerek okunacak hikâyen, belki arka kapağına bakılır bakılmaz bir köşeye atılacaksın.. Belki de tozlu bir rafta unutulacaksın ve tek sevdâlın kitap kurtları olacak.. Ardından ağlayanların gözyaşları da toprağa kavuşan cesedin gibi mendillerin kucağında çürüyüp gidecek; mendiller ki onlar da "el üstünde"..
El üstünde tutulursun..
Belki cennetten ödünç alınmış yemyeşil bir bahçede ve belki de cehennemin arka kapısında.. O yüzden sonucu şimdiden belli olan bu oyunu ne kadar değil, nasıl oynadığındır mesele..
Son kez "el üstünde" tutulana kadar bu "oyun"un tadını doyasıya çıkarabilmen dileğimle...
Beyaz önlüklere bürünmüş bir bey ya da hanım elleriyle karşılar seni, kaldırır.. Ağlayasın da nefes aldığın anlaşılsın diye kıçına atılan şaplakla "merhabâ" dersin dünyâya.. Öyle ya da böyle şiddetle tanışıverirsin gözünü bile açamadan.. Elden ele gezer minicik bedenin; eller üstünde yıkanır ve sarılıp sarmalanırsın.. En sonunda da dünyâya gelme sebebin olan meleğin şefkat dolu ellerine bırakıverirler.. Bir daha başka kimseden göremeyeceğin bir merhametle taşır o eller seni.. İncitmekten ölüm gibi korka korka...
El üstünde tutulursun..
İkinci bir anne bildiğin ablan "el kızı" olmak üzeredir.. Elin oğlu gelip el koymaktadır dört yıllık birlikteliğinize.. O küçücük çocuk aklınla gelinlik ve kefenin beyazı arasındaki farkı bilemezsin.. Çünkü biri gelip sevdiğin birini sana sormadan alır gider; yıllar sonra anlarsın ki bunu yapanın adı "ölüm" değil sıfatı "dâmat"tır.. Senin dilinde "enişte"ye dönüşen dâmat.. Bırakmak istemezsin elleri üstünde durup kucağına sığındığın sevdiğini, bir başkası da gelip seni alır elleriyle onun ellerinden.. Nârin bedenin tıpkı çocukluğun gibi elden ele gezer, el üstünde gelir ayrılık elâlemin gözü önünde.. Direnemezsin..
El üstünde tutulursun..
İki rengin arasına doğmuşçasına gözünü açtığın ilk andan beri sevdiğin takımın maçındasındır, babanın omuzlarında.. O yorulunca ablanı çaldı diye kızdığın ama bir başka sevdiğine seni kavuşturunca affettiğin enişten devralır bu nöbeti.. Her "gol" sesiyle biraz daha yükselirsin o eller üzerinde.. İnce telli saçların hafiften esen rüzgârla savruldukça uçlarının bulutlara değdiğini hissedersin.. Ve yine bilmezsin hiç hesap kitap.. Tuttuğun takım on puan geride olsa bile çocukluğun o kusursuz saflığı ve naifliğiyle sorarsın:
"Şimdi biz on gol atsak şampiyon olcazmı?!"
El üstünde tutulursun..
Minik ellerin kalem tutmaktadır artık.. İlk kez ayrılacağın anne kucağının sıcaklığını ararsın soğuk ilkokul sıralarında.. Tanıdık bir resim ararsın; başını kaldırıp bakınca tâ Selânik'ten hemşerin Mustafa Kemal'in masmâvi gözlerini görürsün ve bir de yanıbaşındaki komşunun çocuğunu.. Yalnız olmadığını hissettiğin an gözlerindeki musluklar kısılır, kısılır ve nihâyet kapanır.. Artık, öğretme aşkıyla tutuşan öğretmenin elleri üstünde yükselecektir geleceğin..
El üstünde tutulursun..
"Karnen nasıl?" diye soran insanlara sen daha ağzını açmadan cevap verir annen:
"Hepsi pekiyi, ablası.."
Evet, belki karnende birçok pekiyi görmüşsündür ama aslında birkaç iyi ve belki bir de orta gördüğünü anımsarsın o an.. "Büyüklerin lâfına karışılmaz" sözünden payına düşen terbiyen seni sustursa bile içinden bu beyaz yalanın nedenini sorgularsın kendince.. Bu da büyüyünceye kadar sırrına eremeyeceğin bir bilmece gibi durur aklının bir köşesinde.. Çok sonraları anlarsın ki sen üzülme diye, sen elin çocuğundan aşağı görünme diye üstüne böyle bir başarı yaftalamıştır biricik meleğin.. El üstünde tutup diğer yaşıtlarınla aynı seviyeye taşımıştır seni o kutsal annelik içgüdüsüyle.. Aklına geldikçe gözün dolup dolup boşalır.. Bugün bile...
El üstünde tutulursun..
Üst üste gelir birşeyler.. Hayat, kardeşi ölümle tanıştırır seni.. Anlamlandıramasan da bâzı olayları bilirsin ki o giden bir daha dönmeyecek ve yalnızca eski resimlerle rüyâlarında gülümseyecektir yüzüne.. Ve o giden de el üstünde gider.. Sevildiğini düşünürsün, ilk o zaman fark edersin "el üstünde tutulmak" ne demekmiş.. Derken yeni bir ev ve yeni bir çevre... Bildiğin tüm arkadaşların yabancıdır ve gördüğün tüm yabancılar da birer arkadaş adayı.. O heyecânın hemen ardından bir vedânın daha hüznü doldurur yeni evinin odalarını.. Âbin vatanî görevine başlamak üzeredir ve ellerinin üstünde tutup kucaklayarak eder sana son vedâsını.. Ve sonra... Denenmeyi ve sınanmayı kural sayan sisteme rağmen, çoğu arkadaşının ulaşamadığı bir başarıya atarsın giderek büyüyen adımlarından birini.. "Hepsi pekiyi" diyen insanların elleri üstünde yükselirsin yine; elin oğlundan-kızından geri kalmazsın.. Önlük çıkar sırtından, düşük omuzlarını ceket kaplar bu kez..
El üstünde tutulursun..
Sınıfının en küçüklerinden biri olursun; ayrı sevilirsin.. O kadar küçüksündür ki hatâların şirinlik adını alır.. Küçük ellerin ve kabına sığmaz atikliğinle sınıf maçlarının vazgeçilmez kalecisi olursun, her ne kadar yediğin goller şaka konusu olsa da... Oysa geçen yıllar boyunca atikliğin gömlek değiştirip ağırlığa bürünecektir.. Cebindeki harçlıkla bir günlük ziyâfetini dört günlük açlık tâkip ederken, karnı tok-sırtı pek arkadaşlarının arasından ayrılıverirsin.. Onlar, ayakları yere değmeden ev ve okul arasında gidip gelirler; sense bir saatlik yolu yürürken paralanan ayakkabılarını gizlemeye çalışırsın.. Üstünde eğreti duran bu garibanlık, olası her suçun zanlısı yapar seni.. Biri bir çöpünü kaybetse bütün gözler sana çevrilir.. Artık el üstünde değil, göz altında tutulursun.. Ve bir gün... Ortalıkta başı boş gezen bir suçun sâhibi îlân ederler seni.. Utancın öfkene karışır, sinirinden tek damla yaş akmaz gözünden.. Sonraları aklanırsın ama kırılmışsındır bir kere.. Yamayamazsın gönlündeki o koskoca gediği.. Seni elleri üstünde tutmaya hazır öğretmenlerini bile çiğner firâr edersin o önyargılı göz altından..
El üstünde tutulursun..
Lise sıralarına yaslarsın büyüyen ve güçlenen dirseklerini.. Yine onlarca yabancının içinden tanıdıklar ararsın kendine ve önündeki dört yılına.. Uzun zamandan sonra ilk kez zekân ve derslerdeki başarınla öne sürersin kendini.. Hemen her öğrenci lâkâbından utanırken sen onurla taşırsın; çünkü ilk sınav sonucu açıklandığı günden sonra "filozof" denmiştir senin için.. Öğretmenin seçimsiz "onur kurulu başkanı" yapar seni.. Adındaki debdebeye aldanıp böbürlenirken bir toplantıda fark edersin ki sen aslında sınıfının "ispiyoncu başı"sındır.. Bu görevi hiçbir zaman yerine getirmezsin.. Arkadaşlarına ihânet etmek yerine, görevinden iğrendiğin kurulu sınıfa taşır dalganı geçersin.. Neşe kaynağısındır sınıfın.. Her sınav öncesi çevrende oluşturulan kopya çemberi öğretmen tarafından fark edilip dağıtılırken, gurur dolu bir tebessüm belirir yüzünde.. Ve nihâyet yeniden "el üstünde tutulursun"..
El üstünde tutulursun..
Çarpık ilişki düzeninde ahlâk arayan eski kafalı biri olduğun için dışlanırsın arkadaş çevrenden.. İyi dost bulamadıkça kötü alışkanlıklar edinirsin kendine.. Âşık olursun aşkın, amcanı seversin onun da canı yenik düşer ecele.. Derken kader, çok sevdiğin dedeni kündeye getirmeye çalışır ve deviremez.. Yıkamasa da sarsmıştır bu depremler seni.. Kendini alkôlün pençesinde bulursun.. Seni o bataklıklardan çekip çıkartan, kızmak yerine yine şefkâtle saçlarını okşayıp teskin eden ellerde bulursun dermânı.. Kucaklarında büyüdüğün insanlar, en nefret edilesi hâlinde bile el üstünde tutarlar seni.. Utanırsın kendinden ve çekidüzen verirsin kendine.. Seni üstünden silkelemeye çalışan hayâtı paçasından tutup yakalarsın, bir daha kolay kolay bırakmamacasına...
El üstünde tutulursun..
"Ben ölmedim" deyip çıkar gelir bir gün aşkının âşığı.. Aylarca-yıllarca gelmeyeceğini bile bile beklemiş olsan da inanamazsın böylesi bir mûcizenin gerçek olabileceğine.. O ki ne suç işlemiş olursa olsun yarım ağızla dileyeceği tek özürle affettirebilecektir kendini sana koskoca bir ömür boyu.. Senin onu toprağın soğuk bağrında sandığın geceleri kocasının kollarında geçirdiğini öğrensen bile... Çünkü aşk, hasta olmayı arzulayarak terliyken buz gibi su içmeye benzer.. Çünkü aşk, tam öleceğin anda seni diriltip acını ölümsüz kılacak işkencelerden zevk almaya benzer.. Çünkü aşk, dilini damağına yapıştıracak kadar acı bir biberi sevmediğin hâlde iştahla çiğnemeye benzer.. Çünkü aşk, dikenleri eline battıkça bir güle daha da tutkuyla bağlanmaya benzer.. Sevdiğin yanında olduğu sürece her zûlme râzısındır ve yerle yeksan olsan bile el üstünde tutulduğunu sanırsın.. Ayakların yere basmaz ki...
El üstünde tutulursun..
Yaşadığın birçok şey öylesine güçsüz kılmıştır ki seni artık ayakta duracak hâlin kalmaz.. Sevenlerinin elleri üstünde geçersin bir âcil servisin kapısından.. Bir koluna kan hortumu girerken diğer kolundan da serum beslemektedir tükenmek üzere olan direncini.. Hastâne odasının hücreden farkı olmaz özgürlüğe aç rûhun için.. Hayattan soğuduğun o anlarda bir annenin sevgi dolu eli ve bir de sevdiğinin titreyen sesidir aldığın nefesin en büyük destekçisi.. Ziyâretine gelen yabancı yüzlere bile gülümsersin, güçlü görünme çabasını iğne izleriyle dolu kollarına takıp takıştırarak... Eşiğinden döndüğün ölümle yirmi dört yılını bahşettiğin yaşam arasında bir nefes alımı, bir göz kırpması kadar mesâfe olduğunu hayretle görürsün.. Kırmızı gören boğa gibi yattığın hastâneden karnesini almış ilkokul bebesi gibi koşup zıplayarak çıkarsın.. Biraz özgürlükten ve biraz da sağlıktan tadarsın; rûhun olabildiğine doysun diye...
El üstünde tutulursun..
Ölümcül bir hastalık ihtimâli umutlarını aç kurtlar gibi kemirirken sevdiğinin güzel yüzü yeni umutlara götürür seni elinden tutup.. Aslında bilirsin ki birşey var.. Öyle birşey ki o gün gözünün içine baktığın güzellik yarın soluverecek gözlerinin önünde, çekip gidecek sessizce bağıra bağıra ve nedeni-bahânesi o tek "birşey" olacak.. Sorarsın, söylemez.. Anlarsın, yine söylemez.. Yaşama sebebin, yer ayağının altından kayarken ucuna tutunduğun bulutun, kırık umutların belini bükerken dayandığın koltuk değneğin o uçağa yürüdüğü andan beri adım adım uzaklaşmaktadır zâten senden ve bir gecenin en kör karanlığında "bitti" deyip çekilir senin hayat sahnenden.. Esas kız yine ölmüş ve esas oğlanı ayrılığın acısıyla vicdân azabından ibâret bir mengenin arasına sıkıştırıp gitmiştir.. Soluksuz yiyip yuttuğun lokmalar boğazına dizilirken dudaklarının arasından kendine bir kaçış yolu bulan tek kelimelik bir cümle olur.. İçine işleyen o son söz: BİTTİ.. Gözyaşların elindeki ekmeğe damlarken, gözünden akan o damlalar yetim-öksüz kalmasın diye dolar annenin ve babanın yorgun gözleri.. Yine ellerinde bulursun "teselli" denen o saklı hazîneyi.. Elin kızı seni önce el üstüne tutup sonra olanca yükseklikten ve olanca gücüyle yere fırlatmıştır.. Ne kaburgan, ne kafan, ne kolun ve ne de bacağın olmuştur kırılan; yalnızca kâlbin, ondan doğma umutların ve ona adadığın hayâllerin paramparça olup birbirine karışmıştır toz zerreleri hâlinde.. Ve o milyarlarca kırığı tek tek arayıp bulan baban, bir araya getirense annen olmuştur.. Onların elleri üstünde bir kez daha hayat bulmuşsundur..
El üstünde tutulursun..
Arasına evlât acısı bile sıkıştırılabilmiş şu kısacık hayâtın ne zaman son bulacağı meçhûldür artık, ilâhî bir sırdır.. Ve bir gün ömrünün perdesinde "son" yazısı belirecek ve "hayat" denen filmin son sahnesi "son nefes" adıyla anımsanacaktır.. Yaşamakla gönül nikâhından boşanan ömrün cansız bedenini "dört kollu" bir "sessiz gemi"ye yükleyip yine el üstünde uğurlayacaktır o mâlûm son yolculuğuna.. Ve hemşîrelerin elleri üstünden anne kucağına giderken önsözü yazılan o hüzün dolu kitabın son sayfası, toprak ananın kucağında vücut bulacak.. Belki sevilerek okunacak hikâyen, belki arka kapağına bakılır bakılmaz bir köşeye atılacaksın.. Belki de tozlu bir rafta unutulacaksın ve tek sevdâlın kitap kurtları olacak.. Ardından ağlayanların gözyaşları da toprağa kavuşan cesedin gibi mendillerin kucağında çürüyüp gidecek; mendiller ki onlar da "el üstünde"..
El üstünde tutulursun..
Belki cennetten ödünç alınmış yemyeşil bir bahçede ve belki de cehennemin arka kapısında.. O yüzden sonucu şimdiden belli olan bu oyunu ne kadar değil, nasıl oynadığındır mesele..
Son kez "el üstünde" tutulana kadar bu "oyun"un tadını doyasıya çıkarabilmen dileğimle...
YORUMLAR
Emek vermişsin ve çok güzel bir yazı çıkmış ortaya emeğine yüreğine sağlık.
İp gerilince, YAY oldum sanır,
Sarayda oturmakla Padişah olmaz kişi,
Aptal ATA binince,BEY oldum sanırmış,
El üstünde tutar,tutuluruz;
Ya sonra birgün o bindiğimiz Attan düşersek.?
çok kaliteli buldum. tebrik ederim.
Yanliz ...Ölümcül bir hastalık ihtimâli umutlarını aç kurtlar gibi kemirirken... ile baslayan paragrafta nedendir bilmem , belkide benim oglumla yasadiklarima benzerlikler var diye yada cokmu dolmusum ..Yada ne bilim iste zirlamaya mi basladim ne ...Seni tanimamiza izin verdigin icin , bizimle kendini paylastigin icin ...Tesekkürler genc arkadasim ...
Benim yazdığım sadece kıssadan hisseydi :)
Bu yazıyı okuyunca, daha önce bir yerlerde gözüme çarpan bu satırlar aklıma geldi ve bende hatırladığım kadarı ile yazıya uygun bir dille aktarmaya çalıştım.Bu satırları daha önce yazıp benim görmeme sebep olup ve hafızama kazımınmasına kim vesile olmuşsa suçlusu odur :)
Bu arada bir yeri düzelteyim, Aptal Ata binince değil,Abdal Ata binince olacaktı yanlış yazmışım özür.:)
Nasıl bir paylaşımdı ya buu , bende kendimi zırlarken buldum gözyaşları kontrolden çıktı :s
Çok güzeldi çokk , yüreğine sağlık ..
geçiştirilmeden yazılmış bir blog okudum. En çok son cümleniz beni etkiledi. Son kez ''el
üstünde'' tutulana kadar bu '' oyunun '' tadını çıkarabilmeniz dileğimle demişsiniz. Kesinlikle
herkesin ortak arzusu budur .Umarım hayat bize hakettiğimiz güzellikleri yaşatır, her deminden
zevk alarak yaşar,insanca bir ömür süreriz ve son kez eller üzerinde tutulurken ; huzura ermiş
olarak gideriz bilinmezlere ; hayatı dolu dolu yaşayabildiğimiz için......
ELLERİNİZE , YÜREĞİNİZE SAĞLIK....
Teşekkürler,sevgiler.
Bir noktayı da özenle belirtmek isterim:
Önceki yazılarımda, çocuklarıyla yaşadıklarından parçalar bulduğu için hüzünlenen büyüklerimin de yorumları vardı.. Bu nedenle bu yazımda onların anılarını depreştirecek ve onları hüzünlendirecek belli birkaç bölümü atlayarak dizdim cümleleri.. Amacım kendimi anlatmak ve insanlarla ne ortak paydalarım olduğunu bulmaktı.. Kimsenin yarasına tuz basmak istemem..
Bir yanıyla gurur verici olsa da bir yanıyla insana inceden bir vicdan azâbı yüklüyor bu durum.. Keşke, bunca güzel yorumu eğlenceli bir yazı yazarak da edinebilsem.. Keşke bu kadar karamsar olmasam ya da beynimin yazı işleri bölümünün penceresi ayın karanlık yüzüne bakıyor olmasa... Dilerim bir gün bu karanlığı üstümden atarım ve daha çok tebessümle okunacak satırları da sizlerle paylaşma fırsatım olur..
İnsanımız, ben gibi sizler ve hepimiz duygusal canlılarız.. O yüzden bu coğrafyada insanları ağlatmak kolay ve ben o yüzden mizahçıya-komedyene sonsuz saygı besliyorum.. Kendi adıma en çok özlediğim dönem çocukluğum ve en çok özlediğim özelliğim de çevremdeki insanları "karnım ağrıyor, nefes alamıyorum" dedirtene kadar güldürebilmemdir.. Artık zor geliyor.. Hiç de öyle bisiklete binmek gibi değil..
Ama umuyorum ki söylediklerimin-yazdıklarımın havada kalmadığını gördükçe hüznüm dağılacaktır ve yüklendiğim neşeyle karışık çok daha mütebessim hikâyelerim de olacaktır sizler için..
Şöyle bi' bakan, göz gezdiren, bir yere kadar okuyup sıkılan ya da hüzünlenip devâm edemeyen, sonuna kadar okuyan, okuduğunun üstüne tekrar zaman ayırıp görüşünü bildiren, kısacası gözü yukarıdaki cümlelere değmiş herkese binlerce teşekkür ediyorum..
Tekrar aynı duygularda buluşmak dileğimle...
Bize bu satırları okutarak bazı şeyleri tekrar düşündürdüğün için biz teşekür ederiz.