BİR GÜN...
29 Mart 2013, 05.15 A- A+
Bir Gün...
Bir şiir yaz, yeteneğin ve yatkınlığın varsa bir şarkı bestele, şehrin en güzel restoranında bir akşam yemeğine çıkar onu, oturup kalkarken sandalyesini tut, herkesin ortasında "seviyorum seni" diye haykır.. Ve sonra... Bir demet kırmızı gülle çık karşısına, onun yanında solgun görüneceklerini anımsatarak uzat.. Çiçekleri tuttuktan bir süre sonra acıyla irkildiğini gör, senin için daha çok acısın onun canının neye yandığını bilmesen de.. Onca şeyin ardından, o güllerin bedeninde kendilerine yer kapan dikenleri ayıklatmadığın için o günün bile özeti "sen hiç romantik değilsin" olsun.. İçten içe bil ki sen bu önyargıyla ve bütün imkânsızlıklarla savaşan bir şövalyesin aslında.. O denli romantik... Çünkü...
Bir Gün...
Yüzünü hiç görmediğin bir bedenin nârin parmaklarından akıp sana gelen birkaç cümleye âşık oluver.. O anda bütün şüpheyi söküp çıkar aklından ve kâlbinden ki aşka yer kalsın.. Hiçbir zaman ardını arkasını sorgulama.. Bir gün gideceğini bilsen bile "bugün benimle" deyip durdur akan zamânı, dünyânın dönüşünü, nefes alıp vermeyi.. Yarın yokmuşçasına sev sâdece.. Hesapsız, kitapsız... Aklının ucundan bile geçmesin hiç görmek, dokunmak, öpmek, sarılmak.. Teninin sıcaklığını hiç hissetmediğin o vücut tümüyle senin.. Göğsüne tel tel dağılmasalar da o simsiyah saçların ucundan en küçük hücresine kadar sen varsın onda.. Görmediğin o sürmeli gözlerin içindeki tek hayâlin de adı: Sen... "Öyle değil" diyenlere aldırmadan bir tek sen "öyle" bil..
Bir Gün...
"Gel" kelimesini görür görmez yollara bırak kendini.. Nereye-nasıl gideceğini hiç mi hiç bilmesen de yol seni götürür gitmek istediğin yere.. Göğsünün içinde nereye çevirirsen çevir, ibresi bir tek "Onu" gösteren bir pusula olduğunu unutma.. Yabancı bir şehrin, şehirden daha yabancı otobüs terminâlinde onu görmeyi umarken kocaman bir hayâl kırıklığı karşılasın seni.. Onu da yanına alıp sokakları arşınla, belki tanıdık bir yüz ya da ondan bir iz bulmak umûduyla.. Avucunun tuzunu tatmak zorunda kalıncaya kadar... Neden sonra sinirden titreyen ellerin ve kırgınlığın doldurduğu gözlerinle çöküp kal bir köşeye.. Yalnızlığını kendine ısmarladığın nargilenin dumanıyla gökyüzüne kavuştur.. Nasılsa o sıcak ağustos gününün gecesinde çiğ olup sana geri dönmeyecek mi.?
Bir Gün...
Bütün gaddarlığına rağmen merhametinin en az aşkın kadar büyük olduğunu keşfet.. İçindeki aptal çocuğu dışarı çıkartıp dalgasını geçen o kadın, sana döner dönmez topla aklının meclisini; sâdece onu yaşattığın küçük ülkende büyük bir genel af çıkar.. Ki o gün çıkardığın af o günden sonraki her suçunu "yok hükmünde" saysın.. Hiçbir şey olmamış gibi bayram yerine dönsün odan.. Ve ucuz şeker beklerken para verilen bayram çocuğu gibi gülümse yine.. Dünü unut, yarını aklına getirme.. Sana "git" diyemeyen ama senden kaçmak için binbir bahâne sunan o cümlelerin içinden işine gelen kelimeleri seçip birleştir, hayâlindeki cümleyi kurup avut kendini: Her zaman yanındayım..
Bir Gün...
Aracı bildiğin bir arkadaşının ağzından yokluğun tanımını duy bütün şiddediyle: Onu kaybettik.. Koskoca bedenin, o küçücük gözlerinin kölesi olsun.. Ona yeniden can verebilecek bir "âb-ı hayat" çeşmesi gibi son haddine kadar akıt gözpınarlarını, tek damla kalmayıncaya kadar.. Bir tek lokma geçmeyen boğazından birkaç yudum su geçsin; belki yangınını söndürmez ama gözünde yaş bitmesin diye çırpınır kanına karışan her damla.. Bir gün... Ve bir gün daha gözleri açık gitmiş bir ölü gibi yaşa.. Hayattan geri kal.. Neden sonra; başına oturduğun gümüş tezgâhında, yaptığın işe atfettiğin emeğine karışan damlalardan cesâret alıp cevap ver mâtemine neden arayan sorulara: O gitti..
Bir Gün...
Onun dudaklarının kırmızısını tadacakmışsın gibi sarıl ucuz şarap dolu şişelere.. Dibinde ona dair hiçbir şey olmadığını görünceye kadar zehirle kendini.. Beyninde açık tek bir dükkân kalmayıncaya kadar yağmala.. Ve sonra... Nerede ve nasıl karardığını bilmediğin gözlerin, kulaklarında çınlayan ambulâns sireniyle açılsın.. Kollarında iğnelerle, hortumlarla hareketsiz yat bir sedyenin üstünde.. Bir "neden?" sorusuna bile cevap veremeyecek sen, daha fazla sorguyu kaldıramayacağının bilinciyle son bi' gayret firâr et âcil servisin bir kenarından.. Perîşan bir hâlde çal evinin kapısını, anahtarı yuvasına kavuşturmaktan bile âciz o titrek ellerinle... O insanların yüzlerinden oku sorularını ve tek cevâbın, yeniden dolmaya başlayan gözlerini soğuk yastığına kaçırmak olsun..
Bir Gün...
Mûcizelerin gerçek olabileceğinin farkına var ansızın.. Cennetin en ücrâ köşesinden yazılmış gibi duran bir cümle, korkunu sevincinle harmanlayıp sunsun gözlerine: Ben ölmedim.. Günlerdir tuttuğun yası kor bir demirmiş gibi bir anda bırak elinden.. Hemen götür cılız parmaklarını gözlerine ve yaşlarını dağıt.. Kızmak mı geliyor içinden.? O çıkardığın "genel af"fı hatırla.. Artık onun işlediği hiçbir suçun cezâsı yoktu senin nazarında.. Ne çabuk unuttun?! Hâlen hiç görmediğin sürmeli gözlerin nezâretinde yazılan birkaç cümleye teslîm et yine kendini.. Onun her derdine ortak ol, onu hiçbir derdine ortak etmeden..
Bir Gün...
Duyduğun an adını bile sormaya korktuğun bir hastalığa çâre bulmak için gideceğini söylesin sana yine donuk satırlarıyla.. Canının canını, canına can katması için gurbet ele yollamanın hüznüyle sarsılsan da topla dirâyetini ve bütün duâlarının ilk cümlesini ona ithâf et.. Sana kızacağını bile bile yalvar Allah'a, "benden alıp ona ver, onun acısını bi' daha bana gösterme!" diye... İçin için ağlayıp ona zerre belli etmeyerek yolcu et uzak bir şehrin uzak bir köşesinden, yalancı tebessümlerinden birer bukleyi de yanına ver.. Yüzü düştükçe onlara bakıp bakıp seni gülerken hatırlasın diye... O, artık sonu belli olmayan bir yolun yolcusudur; sense yolu olmayan bir hanın müzmin hancısı..
Bir Gün...
Tam bir buçuk yıl... "İlâç olur" diye teselli aradığın tenlerin zehriyle kirlenen bir buçuk yılın ardından bir gün çıkagelsin.. Umûdunu kesene kadar her geceni, avuçlarını dolduran gözyaşlarıyla onun için duâ ederek geçirdiğin gelsin bir an aklına.. Ve senin yatsıda başlayan duâna sabahın selâsıyla "âmin" dediğin gecelerde onun, kocasının memnûniyetinden sorumlu bir kadın olduğunu öğren dişlerinin arasında kanayan dudakların bir gıdım acımadan.. Yastığına sarılıp ağladığın gecelerinde onun, kocasına sarılıp inlediğini de öğren.. Sevdiği adamın rûhu ve bedeni her türlü işkenceden geçerken onun, sevmediği bir adamın koynunda onun kadını olduğunu da... Sen, onun yokluğunun son deminde baktığın bir çift gözden ve tuttuğun tek bir elden pişmanlık duyarken onun kâlbinin bir başka erkeğin göğsünün hemen üstünde attığını... Kokusunu hayâl ettiğin saçların, bir yabancının elleriyle okşandığını... Ve dahası... Bir buçuk yıl önce gelinlikler içinde gördüğün o yabancının, aslında canını yok sayacak kadar sevdiğin kadın olduğunu... Ve genel af yine girsin yürürlüğe.. Kâlbinin bastıramadığın çığlıklarının esâretinde tek cümlelik söz hakkını hesap sormak yerine onu karşılamaya kullan: Hoşgeldin, kadınım..
Bir Gün...
İlk kez gördüğün o kadına ve ilk kez duyduğun sesine bir kez daha âşık ol.. Üzerine her çığ düşüşünde daha çok alevlenen bir volkan belle kâlbinin odacıklarını.. Aklını tek bir kırıntısı kalmayana kadar ihtiyaç sâhiplerine dağıt.. Geri kalan her neyin varsa ona bağışla.. Tek bir toz bile kazanmayacağını bilsen de o boş mukâvelenin altına at imzânı tereddütsüz.. Onsuz geçen günlerin acısını sabahlara kadar ona boğularak çıkar.. Seni silâh altına almak isteyen devlete kafa tut, "o gelecek!" diye.. Ona ayırmak için uykudan çaldığın zamanların, sağlığından çalarak senden intikam alabilecekleri aklına bile gelmesin.. Günden güne eriyen bedenini de umursama; içinde onun için bir kâlp attığı sürece...
Bir Gün...
İlk kez aranızda kablolar, ekranlar olmaksızın canlı canlı gör onu.. Gökyüzünden süzülüp üstüne seğirten bir melek gibi; adımlarıyla değil, görünmeyen kanatlarını çırparak gelsin sana doğru.. Heyecandan titreyen dizkapaklarına gitsin bütün gücün; dudaklarını kıpırdatacak kadar bile mecâlin kalmasın o an.. Sâdece izle yıllarca hayâlinde yaşattığın o güzelliği; hayâl ettiğinden daha güzel olduğunu gördüğün her an kâlbin biraz daha hızla vurmaya başlasın.. Neden sonra çözülsün bütün mafsallarının görünmez bağı ve annene sarıldığın anlar gibi sımsıkı sarıl.. Nerdeyse birbirlerinden ayrılmamaya yemin etmiş gibi sımsıkı kapalı duran dudaklarının arasında tek kelimelik bir boşluk oluşsun: Hoşgeldin, kadınım..
Bir Gün...
Feleğin sizden çaldığı onlarca güne karşılık siz ondan tek bir gün çalın.. Yine yarın yokmuşçasına sarıl ona.. Gözlerinin derinliğini, dudaklarının tadını, saçlarının kokusunu, teninin sıcaklığını bütün hücrelerinde hisset ve beynine nakşet.. Nakşet ki eğer bir gün bir daha o kadar yakın olamazsan zihnindeki arşivi karıştırıp o günü bugün gibi belki hatırlarsın.. Onca yıl "yok mu biri?" dendiğinde başını göğsüne doğru eğip utancından kızardığın günlere nazîre yapar gibi "işte sevdiğim kadın!" deyip çıkar ailenin karşısına.. Bunu o kadar inanarak söyle ki o anda "kızımız" olsun sevdiğin kadının adı.. Ne etnik kökenler ne de onca olay, kâğıttan bir duvar kadar bile direnemesin sevginize.. Tüm imkânsızlıkları eşeleyip tam ortasından bir imkân bulup çıkartın kendinize; atın o sondaki gereksiz ekleri.. Artık kurduğun her hayâlde önce üstünde gelinlik ve sonra kucağında bebeğin olsun.. Öyle gönder onu yeniden gurbete.. Gidenin arkasından yapmaya üşendiğin o su dökme işini gözlerine devrederek bak arkasından.. O gün orada havalanan uçağın bir daha hiçbir zaman yere inmeyeceğinden bîhaber...
Bir Gün...
Hayâtının en mutlu müjdesiyle en kötü haberini alman arasında yalnızca bir gün olabileceğini anlarsın.. Ayakların yere basmaksızın geçirdiğin yirmi dört saatin ardından hayat, bir avcı edâsıyla vurup düşürür seni gerçekliklerin göbeğine.. Çünkü hayat; seni öyle bir karar vermeye mecbur bırakır ki bir ömür çalışsan da ödeyemeyeceğin bir borç senedinin altında senin adın yazıyormuş gibi yaşayacaksındır ömrünün kalan yarısını: Vicdan azâbı... Onca "olmaz"ı olduran aşkınız, "olmazsa olmaz" dediğinizi başarıp bir tek "olmaz"a yenik düşer.. Onun bindiği uçak hâlen havadadır ve her gün fersah fersah uzaklaşmaktadır artık.. Yine ona adadığın bir gecenin şafakla buluştuğu yerde kafana sıkılmış tek kurşunu andıran o cümle koyar noktayı: BİTTİ..
Bir Gün...
"Geri döner mi?" umûduyla başladığın her gün "aslâ" umutsuzluğuyla sona erer.. Ve bir gün yine onun titreyen sesine açarsın telefonu.. Damlalar birbirlerine değeceklerdir sanki, öylesine gözyaşıyla bölünür o birkaç dakîkalık "son" konuşma.. İstemsiz bir vedâ gibi görünse bile emin olamazsın; "bir daha aslâ bırakmam!" sözü çınlayıp durur kulaklarında.. Âdetâ duvarları döven çığlıklarınla seslendirirsin son sözlerini: "Gitme, seviyorum.. Bırakma, gitme!" Saçma sapan bir mecbûriyetin sırtına, bezginlikten yapma bir eyer vurur sevdiğin kadın; dörtnala giderken ardında bıraktığı toz bulutunun içinde kaybolursun.. Ve o günden sonra bir daha kendinden haber alamazsın.. O kadar kayıplara karışırsın ki artık değil bulmak, aramaya bile üşenecek hâle gelirsin.. Her suçunun ardından "hoşgeldin" deyip affını sunduğun kadın, "hoşçakal" deyip çeker örtüyü yüzüne.. Karnının üstüne koyulan bıçak gibi keskin olur kulağında anısını bıraktığı son cümle: Bir başkası var..
Bir Gün...
Kulağınla duyup da inanmadığını gözlerinle görüp iknâ olursun; gerçekten de biri vardır.. Hem de tam sağ elinin parmağında, ona dolanmış hâlde.. Bir o kadar sert ve soğuk... Aslında senin olman gereken yerde... O an bildiğin herşey anlamsızlaşır.. Doğrular yalana dönüşür ve yalanlarınsa boylarından uzun kuyrukları vardır artık.. O güne dek kitaplardan, filmlerden, şarkılardan ve masallardan bildiğin aşkın gerçek yüzüyle tanışırsın.. Ve anlarsın ki okuduğun-dinlediğin şeylerin hiçbirinde bahsedilmediği üzere aşk, ruhlara têsir eden bir doğal âfetmiş.. Beden yerinde dururmuş ama ruh darmadağın olurmuş.. Parçalarını evrenin dört bir yanından toplayamaz ve bir daha aslâ bir araya getiremezmişsin..
Bir Gün...
Yeniden sever misin, gerçekten mutlu olur musun, rüyâlarında gördüğün bebeğini kucağına verecek kadar cömert davranır mı hayat sana.? İnan bilemiyorum.. Ama sen şunu bil ki arkadaşım; ben artık hiç içten gülemiyorum..
Bir şiir yaz, yeteneğin ve yatkınlığın varsa bir şarkı bestele, şehrin en güzel restoranında bir akşam yemeğine çıkar onu, oturup kalkarken sandalyesini tut, herkesin ortasında "seviyorum seni" diye haykır.. Ve sonra... Bir demet kırmızı gülle çık karşısına, onun yanında solgun görüneceklerini anımsatarak uzat.. Çiçekleri tuttuktan bir süre sonra acıyla irkildiğini gör, senin için daha çok acısın onun canının neye yandığını bilmesen de.. Onca şeyin ardından, o güllerin bedeninde kendilerine yer kapan dikenleri ayıklatmadığın için o günün bile özeti "sen hiç romantik değilsin" olsun.. İçten içe bil ki sen bu önyargıyla ve bütün imkânsızlıklarla savaşan bir şövalyesin aslında.. O denli romantik... Çünkü...
Bir Gün...
Yüzünü hiç görmediğin bir bedenin nârin parmaklarından akıp sana gelen birkaç cümleye âşık oluver.. O anda bütün şüpheyi söküp çıkar aklından ve kâlbinden ki aşka yer kalsın.. Hiçbir zaman ardını arkasını sorgulama.. Bir gün gideceğini bilsen bile "bugün benimle" deyip durdur akan zamânı, dünyânın dönüşünü, nefes alıp vermeyi.. Yarın yokmuşçasına sev sâdece.. Hesapsız, kitapsız... Aklının ucundan bile geçmesin hiç görmek, dokunmak, öpmek, sarılmak.. Teninin sıcaklığını hiç hissetmediğin o vücut tümüyle senin.. Göğsüne tel tel dağılmasalar da o simsiyah saçların ucundan en küçük hücresine kadar sen varsın onda.. Görmediğin o sürmeli gözlerin içindeki tek hayâlin de adı: Sen... "Öyle değil" diyenlere aldırmadan bir tek sen "öyle" bil..
Bir Gün...
"Gel" kelimesini görür görmez yollara bırak kendini.. Nereye-nasıl gideceğini hiç mi hiç bilmesen de yol seni götürür gitmek istediğin yere.. Göğsünün içinde nereye çevirirsen çevir, ibresi bir tek "Onu" gösteren bir pusula olduğunu unutma.. Yabancı bir şehrin, şehirden daha yabancı otobüs terminâlinde onu görmeyi umarken kocaman bir hayâl kırıklığı karşılasın seni.. Onu da yanına alıp sokakları arşınla, belki tanıdık bir yüz ya da ondan bir iz bulmak umûduyla.. Avucunun tuzunu tatmak zorunda kalıncaya kadar... Neden sonra sinirden titreyen ellerin ve kırgınlığın doldurduğu gözlerinle çöküp kal bir köşeye.. Yalnızlığını kendine ısmarladığın nargilenin dumanıyla gökyüzüne kavuştur.. Nasılsa o sıcak ağustos gününün gecesinde çiğ olup sana geri dönmeyecek mi.?
Bir Gün...
Bütün gaddarlığına rağmen merhametinin en az aşkın kadar büyük olduğunu keşfet.. İçindeki aptal çocuğu dışarı çıkartıp dalgasını geçen o kadın, sana döner dönmez topla aklının meclisini; sâdece onu yaşattığın küçük ülkende büyük bir genel af çıkar.. Ki o gün çıkardığın af o günden sonraki her suçunu "yok hükmünde" saysın.. Hiçbir şey olmamış gibi bayram yerine dönsün odan.. Ve ucuz şeker beklerken para verilen bayram çocuğu gibi gülümse yine.. Dünü unut, yarını aklına getirme.. Sana "git" diyemeyen ama senden kaçmak için binbir bahâne sunan o cümlelerin içinden işine gelen kelimeleri seçip birleştir, hayâlindeki cümleyi kurup avut kendini: Her zaman yanındayım..
Bir Gün...
Aracı bildiğin bir arkadaşının ağzından yokluğun tanımını duy bütün şiddediyle: Onu kaybettik.. Koskoca bedenin, o küçücük gözlerinin kölesi olsun.. Ona yeniden can verebilecek bir "âb-ı hayat" çeşmesi gibi son haddine kadar akıt gözpınarlarını, tek damla kalmayıncaya kadar.. Bir tek lokma geçmeyen boğazından birkaç yudum su geçsin; belki yangınını söndürmez ama gözünde yaş bitmesin diye çırpınır kanına karışan her damla.. Bir gün... Ve bir gün daha gözleri açık gitmiş bir ölü gibi yaşa.. Hayattan geri kal.. Neden sonra; başına oturduğun gümüş tezgâhında, yaptığın işe atfettiğin emeğine karışan damlalardan cesâret alıp cevap ver mâtemine neden arayan sorulara: O gitti..
Bir Gün...
Onun dudaklarının kırmızısını tadacakmışsın gibi sarıl ucuz şarap dolu şişelere.. Dibinde ona dair hiçbir şey olmadığını görünceye kadar zehirle kendini.. Beyninde açık tek bir dükkân kalmayıncaya kadar yağmala.. Ve sonra... Nerede ve nasıl karardığını bilmediğin gözlerin, kulaklarında çınlayan ambulâns sireniyle açılsın.. Kollarında iğnelerle, hortumlarla hareketsiz yat bir sedyenin üstünde.. Bir "neden?" sorusuna bile cevap veremeyecek sen, daha fazla sorguyu kaldıramayacağının bilinciyle son bi' gayret firâr et âcil servisin bir kenarından.. Perîşan bir hâlde çal evinin kapısını, anahtarı yuvasına kavuşturmaktan bile âciz o titrek ellerinle... O insanların yüzlerinden oku sorularını ve tek cevâbın, yeniden dolmaya başlayan gözlerini soğuk yastığına kaçırmak olsun..
Bir Gün...
Mûcizelerin gerçek olabileceğinin farkına var ansızın.. Cennetin en ücrâ köşesinden yazılmış gibi duran bir cümle, korkunu sevincinle harmanlayıp sunsun gözlerine: Ben ölmedim.. Günlerdir tuttuğun yası kor bir demirmiş gibi bir anda bırak elinden.. Hemen götür cılız parmaklarını gözlerine ve yaşlarını dağıt.. Kızmak mı geliyor içinden.? O çıkardığın "genel af"fı hatırla.. Artık onun işlediği hiçbir suçun cezâsı yoktu senin nazarında.. Ne çabuk unuttun?! Hâlen hiç görmediğin sürmeli gözlerin nezâretinde yazılan birkaç cümleye teslîm et yine kendini.. Onun her derdine ortak ol, onu hiçbir derdine ortak etmeden..
Bir Gün...
Duyduğun an adını bile sormaya korktuğun bir hastalığa çâre bulmak için gideceğini söylesin sana yine donuk satırlarıyla.. Canının canını, canına can katması için gurbet ele yollamanın hüznüyle sarsılsan da topla dirâyetini ve bütün duâlarının ilk cümlesini ona ithâf et.. Sana kızacağını bile bile yalvar Allah'a, "benden alıp ona ver, onun acısını bi' daha bana gösterme!" diye... İçin için ağlayıp ona zerre belli etmeyerek yolcu et uzak bir şehrin uzak bir köşesinden, yalancı tebessümlerinden birer bukleyi de yanına ver.. Yüzü düştükçe onlara bakıp bakıp seni gülerken hatırlasın diye... O, artık sonu belli olmayan bir yolun yolcusudur; sense yolu olmayan bir hanın müzmin hancısı..
Bir Gün...
Tam bir buçuk yıl... "İlâç olur" diye teselli aradığın tenlerin zehriyle kirlenen bir buçuk yılın ardından bir gün çıkagelsin.. Umûdunu kesene kadar her geceni, avuçlarını dolduran gözyaşlarıyla onun için duâ ederek geçirdiğin gelsin bir an aklına.. Ve senin yatsıda başlayan duâna sabahın selâsıyla "âmin" dediğin gecelerde onun, kocasının memnûniyetinden sorumlu bir kadın olduğunu öğren dişlerinin arasında kanayan dudakların bir gıdım acımadan.. Yastığına sarılıp ağladığın gecelerinde onun, kocasına sarılıp inlediğini de öğren.. Sevdiği adamın rûhu ve bedeni her türlü işkenceden geçerken onun, sevmediği bir adamın koynunda onun kadını olduğunu da... Sen, onun yokluğunun son deminde baktığın bir çift gözden ve tuttuğun tek bir elden pişmanlık duyarken onun kâlbinin bir başka erkeğin göğsünün hemen üstünde attığını... Kokusunu hayâl ettiğin saçların, bir yabancının elleriyle okşandığını... Ve dahası... Bir buçuk yıl önce gelinlikler içinde gördüğün o yabancının, aslında canını yok sayacak kadar sevdiğin kadın olduğunu... Ve genel af yine girsin yürürlüğe.. Kâlbinin bastıramadığın çığlıklarının esâretinde tek cümlelik söz hakkını hesap sormak yerine onu karşılamaya kullan: Hoşgeldin, kadınım..
Bir Gün...
İlk kez gördüğün o kadına ve ilk kez duyduğun sesine bir kez daha âşık ol.. Üzerine her çığ düşüşünde daha çok alevlenen bir volkan belle kâlbinin odacıklarını.. Aklını tek bir kırıntısı kalmayana kadar ihtiyaç sâhiplerine dağıt.. Geri kalan her neyin varsa ona bağışla.. Tek bir toz bile kazanmayacağını bilsen de o boş mukâvelenin altına at imzânı tereddütsüz.. Onsuz geçen günlerin acısını sabahlara kadar ona boğularak çıkar.. Seni silâh altına almak isteyen devlete kafa tut, "o gelecek!" diye.. Ona ayırmak için uykudan çaldığın zamanların, sağlığından çalarak senden intikam alabilecekleri aklına bile gelmesin.. Günden güne eriyen bedenini de umursama; içinde onun için bir kâlp attığı sürece...
Bir Gün...
İlk kez aranızda kablolar, ekranlar olmaksızın canlı canlı gör onu.. Gökyüzünden süzülüp üstüne seğirten bir melek gibi; adımlarıyla değil, görünmeyen kanatlarını çırparak gelsin sana doğru.. Heyecandan titreyen dizkapaklarına gitsin bütün gücün; dudaklarını kıpırdatacak kadar bile mecâlin kalmasın o an.. Sâdece izle yıllarca hayâlinde yaşattığın o güzelliği; hayâl ettiğinden daha güzel olduğunu gördüğün her an kâlbin biraz daha hızla vurmaya başlasın.. Neden sonra çözülsün bütün mafsallarının görünmez bağı ve annene sarıldığın anlar gibi sımsıkı sarıl.. Nerdeyse birbirlerinden ayrılmamaya yemin etmiş gibi sımsıkı kapalı duran dudaklarının arasında tek kelimelik bir boşluk oluşsun: Hoşgeldin, kadınım..
Bir Gün...
Feleğin sizden çaldığı onlarca güne karşılık siz ondan tek bir gün çalın.. Yine yarın yokmuşçasına sarıl ona.. Gözlerinin derinliğini, dudaklarının tadını, saçlarının kokusunu, teninin sıcaklığını bütün hücrelerinde hisset ve beynine nakşet.. Nakşet ki eğer bir gün bir daha o kadar yakın olamazsan zihnindeki arşivi karıştırıp o günü bugün gibi belki hatırlarsın.. Onca yıl "yok mu biri?" dendiğinde başını göğsüne doğru eğip utancından kızardığın günlere nazîre yapar gibi "işte sevdiğim kadın!" deyip çıkar ailenin karşısına.. Bunu o kadar inanarak söyle ki o anda "kızımız" olsun sevdiğin kadının adı.. Ne etnik kökenler ne de onca olay, kâğıttan bir duvar kadar bile direnemesin sevginize.. Tüm imkânsızlıkları eşeleyip tam ortasından bir imkân bulup çıkartın kendinize; atın o sondaki gereksiz ekleri.. Artık kurduğun her hayâlde önce üstünde gelinlik ve sonra kucağında bebeğin olsun.. Öyle gönder onu yeniden gurbete.. Gidenin arkasından yapmaya üşendiğin o su dökme işini gözlerine devrederek bak arkasından.. O gün orada havalanan uçağın bir daha hiçbir zaman yere inmeyeceğinden bîhaber...
Bir Gün...
Hayâtının en mutlu müjdesiyle en kötü haberini alman arasında yalnızca bir gün olabileceğini anlarsın.. Ayakların yere basmaksızın geçirdiğin yirmi dört saatin ardından hayat, bir avcı edâsıyla vurup düşürür seni gerçekliklerin göbeğine.. Çünkü hayat; seni öyle bir karar vermeye mecbur bırakır ki bir ömür çalışsan da ödeyemeyeceğin bir borç senedinin altında senin adın yazıyormuş gibi yaşayacaksındır ömrünün kalan yarısını: Vicdan azâbı... Onca "olmaz"ı olduran aşkınız, "olmazsa olmaz" dediğinizi başarıp bir tek "olmaz"a yenik düşer.. Onun bindiği uçak hâlen havadadır ve her gün fersah fersah uzaklaşmaktadır artık.. Yine ona adadığın bir gecenin şafakla buluştuğu yerde kafana sıkılmış tek kurşunu andıran o cümle koyar noktayı: BİTTİ..
Bir Gün...
"Geri döner mi?" umûduyla başladığın her gün "aslâ" umutsuzluğuyla sona erer.. Ve bir gün yine onun titreyen sesine açarsın telefonu.. Damlalar birbirlerine değeceklerdir sanki, öylesine gözyaşıyla bölünür o birkaç dakîkalık "son" konuşma.. İstemsiz bir vedâ gibi görünse bile emin olamazsın; "bir daha aslâ bırakmam!" sözü çınlayıp durur kulaklarında.. Âdetâ duvarları döven çığlıklarınla seslendirirsin son sözlerini: "Gitme, seviyorum.. Bırakma, gitme!" Saçma sapan bir mecbûriyetin sırtına, bezginlikten yapma bir eyer vurur sevdiğin kadın; dörtnala giderken ardında bıraktığı toz bulutunun içinde kaybolursun.. Ve o günden sonra bir daha kendinden haber alamazsın.. O kadar kayıplara karışırsın ki artık değil bulmak, aramaya bile üşenecek hâle gelirsin.. Her suçunun ardından "hoşgeldin" deyip affını sunduğun kadın, "hoşçakal" deyip çeker örtüyü yüzüne.. Karnının üstüne koyulan bıçak gibi keskin olur kulağında anısını bıraktığı son cümle: Bir başkası var..
Bir Gün...
Kulağınla duyup da inanmadığını gözlerinle görüp iknâ olursun; gerçekten de biri vardır.. Hem de tam sağ elinin parmağında, ona dolanmış hâlde.. Bir o kadar sert ve soğuk... Aslında senin olman gereken yerde... O an bildiğin herşey anlamsızlaşır.. Doğrular yalana dönüşür ve yalanlarınsa boylarından uzun kuyrukları vardır artık.. O güne dek kitaplardan, filmlerden, şarkılardan ve masallardan bildiğin aşkın gerçek yüzüyle tanışırsın.. Ve anlarsın ki okuduğun-dinlediğin şeylerin hiçbirinde bahsedilmediği üzere aşk, ruhlara têsir eden bir doğal âfetmiş.. Beden yerinde dururmuş ama ruh darmadağın olurmuş.. Parçalarını evrenin dört bir yanından toplayamaz ve bir daha aslâ bir araya getiremezmişsin..
Bir Gün...
Yeniden sever misin, gerçekten mutlu olur musun, rüyâlarında gördüğün bebeğini kucağına verecek kadar cömert davranır mı hayat sana.? İnan bilemiyorum.. Ama sen şunu bil ki arkadaşım; ben artık hiç içten gülemiyorum..
YORUMLAR